Kur’ân-ı Kerîm “Allah kelâmı” olarak tanımlanır. Kelâm anlamlı sözü ifade ettiği için bir muhataba yönelik olmayı (hitap) içermektedir. Yönelik olma bizzat Allah tarafından “nüden” ve “beyyinât” kelimeleriyle açıklanmıştır.[Bakara 2/185] Kur’an’ın muhtevası bu yönelmişlikle irtibatlı olarak muhtelif şekillerde tasnif edilmekle birlikte ana hatlarıyla “haber” ve “inşâ” kısımlarına ayrılmaktadır. Haber esas itibariyle bizzat Allah’ın isimleri ve sıfatlan, âhiret ahvâli, kıssalar ve kevnî olanın beyanı olarak gerçekleşirken hidayet daha çok neyin nasıl yapılması gerektiğini, yani olması gerekeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Kur’an’da “her şey”in bilgisi bulunmaktadır.[En’âm 6/38; Nahl 16/89] Buradaki “her şey” cüzî olanı değil esas itibariyle küllî olanı belirtmektedir. Bu bilgi, bir yönüyle mevcudu kendi var oluşu içerisinde [meselâ herhangi bir nesneyi veya insanı fizikî özellikleri açısından değil mahlûk olması açısından] kavramayı anlatırken diğer yönüyle insanların fiilleriyle ilgili hükümleri, yani onların neleri yapması ve nelerden uzak durması gerektiği konusunda onlara yol gösterme anlamında bir hidayeti ifade etmektedir.
Kur’an’a muhatap olan insanlar, onu başından itibaren Hz. Peygamber’in kendilerine tebliğ ettiği ve onlara ulaştığı haliyle kavramış ve öylece kabul etmiştir. Bu kavrayış ve kabul müslümanın sağ duyusunun esasını oluşturduğundan bu sağ duyuya dayanan yaklaşımı temsil eden fıkhın Kur’ân tanımı bu zemin üzerinde oluşmuş ve devam etmiştir. Bundan dolayı klasik fıkıh usulü eserlerinde Kur’ân-ı Kerîm’i tanımlayanlar onu daha çok fenomenolojik bir şekilde, yani İnsanlara ulaşmış ilâhî bir kelâm olması cihetinden ele alırlar. Üsmendî ve Alâeddin es-Semerkandî gibi bazı usul âlimleri Kur’an’ı tanımlama ihtiyacı duymadıkları gibi tanımlayanlar da onu kendilerine ulaştığı haliyle tarif etmişlerdir. Klasik hale gelmiş olan bir tanımda Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber’e inzal edildiği, kendi başına bir mucize olduğu, mushaflara yazıldığı, hafızalarda korunduğu, okunması ile ibadet edildiği ve tevâtüren nakledildiği belirtilir. Tanımda zikredilen unsurlardan özellikle ilk ikisi Resûl-i Ekrem dönemi söz konusu olduğunda tayin edici olarak kabul edilmekle birlikte hafızalarda saklanması ve tevâtüren nakledilmesi daha sonra yaşayanlar açısından belirleyici ek unsurlar olarak kabul edilmektedir. Diğer taraftan okunması İle ibadet edilmesinin zikredilmesi, onun müslümanın hayatındaki merkezî yerini ifade etmesi açısından Önem taşımaktadır. Fukahanın üzerinde durduğu diğer bir husus da Kur-‘an’ın “lisanî” oluşudur. Bundan dolayı Kur’an’ın ne olduğu sorusu cevaplandırılırken onun nazım ve mâna olduğunun zikredilmesi aynı zamanda lisanî olanın bütün özelliklerini taşıdığını ifade etmektedir. Bütün bu unsurlar, Kur’ân-ı Kerîm ile fert ve toplum arasındaki irtibatı müslümanın sağ duyusu üzerinden kurma ve muhafaza etme açısından belirleyici bir öneme sahip olagelmiştir.
Kelâmcılar Kur’ân-ı Kerîm’i onun Allah kelâmı olması cihetinden söz konusu ederler. Bu kelâmın Allah’a İzafeten kelâm olması onun insan üstü kaynağını gösterir. Kur’an’ın mahiyetiyle ilgili hususlar kelâm kitaplarında Allah’ın sıfatlarından kelâm sıfatına dair konular incelenirken ele alınmaktadır. Yani kelâm ilminde Kur’an’ın mahiyeti hakkındaki tartışmalar, esas itibariyle doğrudan doğruya Kur’ân hakkında olmayıp Allah’ın sıfatlarıyla ilgilidir ve bu tartışmalarda esas noktayı tevhid meselesi teşkil etmektedir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’in mahlûk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları onun geçerliliğine dair tartışmaların bir neticesi olmayıp Allah’ın sıfatlarının mahiyetiyle ilgili tartışmaların bir parçasıdır. Allah’ın sıfatlarına dair görüş ayrılıkları her ne kadar II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmışsa da tartışmanın kaynağını, hıristiyanların Hz. îsâ’nın “Allah’ın kelimesi” olduğunu belirten ifadeyi onu ilâhlaştırmanın bir gerekçesi olarak kullanmaları oluşturmaktadır. Nitekim hıristiyanların teslisi temellendirirken bunları zâttan ayrı bir tür sıfat olarak göstermeye meyletmeleri, müslümanların bir kısmını bu konuda daha hassas bir tavır benimsemeye sevketmiştir. Bu çerçevede Allah’ın diğer sıfatları gibi kelâm sıfatının da kadîm olmadığı, zâtından ayrı bir sıfat olarak kabul edilemeyeceği, bundan dolayı Kur’an’ın Allah kelâmı olmakla birlikte hadis, dolayısıyla mahlûk olması gerektiği tezini savunmuşlardır. Bu görüşü benimseyen sınırlı bir grup İslâm dünyasında V. (Xi.) yüzyıla kadar varlığını devam ettirmiş olsa da bu yüzyıldan sonra Allah’ın sıfatlarının zâtının ne aynı ne de gayri, ancak zâtı ile kâim ezelî ve ebedî sıfatlar olduğu üzerinde genel bir ittifak sağlanmıştır. Bu ittifak, önceden bilinmediği halde sonradan oluşturulmuş bir uzlaşma olmayıp genellikle kabul edilmiş olan telakki üzerinde bazı âlimler tarafından tevhide yapılan vurgudan dolayı dile getirilen ihtirazı kayıtların ortadan kaldırılması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu anlamda tartışmalar Kur’an’ın geçerliliği ve Allah’ın sıfatlarının varlığı hakkında olmayıp daha çok felsefî açıdan genelde sıfatların ve özel olarak kelâm sıfatının nasıl anlaşılacağı konusunda meydana gelmiştir.
Kur’an’ın mahiyetiyle ilgili müzakereler, varlık ve değer konusundaki ontolojik bir tavra bağlı olarak anlam kazanmaktadır. Bu tavırda hareket noktasınıvarlığın ve değerin Allah’la bağlantılı biçimde anlaşılabileceği ilkesi teşkil eder. Kelâm ve akaid kitaplarında Cenâb-ı Hakk’ın sübûtî sıfatlan ele alınırken O’nun kelâm sıfatı ifade edildikten sonra hemen tekvin sıfatı zikredilir. Tekvin, Allah’ın mevcut olan her şeyi yarattığını belirtirken bu da “kün” emriyle irtibatlı olarak açıklanır. Bunun anlamı mevcudatın varlığını bir kelâmdan yani “kün” emrinden almasıdır. Diğer taraftan ahlâkî değerlerin de kaynağı ilâhî hitaptır ve bu hitabı en açık şekilde emir ve nehiyler temsil eder. Buna göre ilâhî emir tekvinî ve teklifi olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Yaratma ifade eden “kün” emriyle ortaya çıkan varlıkların toplamına “kâinat” veya “kem” denilmektedir. İnsanın yaşadığı hayatta tâbi olacağı esasları içinde taşıyan kelâmına ise “teklif adı verilmektedir ki teklifi emir Kur’an’a tekabül etmektedir. Yine buna bağlı olarak Allah’ın âyetleri kevnî ve lisanî olarak ikiye ayrılmaktadır. Böylece olan ve olması gereken birbirinden tefrik edilip kaynak olarak Allah’a götürülmekte, insana düşen vazife ise olanla olması gerekeni kendi hayatında birleştirerek Allah’ın emrini tamamlamak olmaktadır. Allah’ın emrini hayatlarında tamamlayan, yani olması gerektiği gibi olan insanlar başta Hz. Muhammed olmak üzere peygamberlerdir.
Klasik literatürde Kur’an’ın mahiyeti üzerinde gelişen söylem buradan hareketle biri fenomenolojik, diğeri özsel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Klasik mantıkta bu iki yaklaşım şekline dayalı olarak yapılan tanımlara “had” ve “resm” denilmektedir. Buna göre kelâmcıların tarifi Kur’an’ın haddi olurken fakihlerin yaptığı tanım resm olmaktadır. Bu iki söylem bir ve aynı şey hakkında gelişmiş olmakla birlikte onu iki ayrı cihetten ele almaktadır. Fukahanın yaklaşımı Kur’an’ın insanlara ulaştığı ve onlara gözüktüğü halini dikkate alırken kelâmcılarınki onun daha çok Allah ile olan irtibatını vurgulamaktadır. Bu anlamda Kur’an. Allah’ın ses ve harflerden bağımsız olarak zâtı ile kâim olan nefsî kelâmıdır ve mânalardan ibarettir. Bu açıdan Kur’an’ın mahlûk olduğundan bahsetmek anlamlı değildir. İkinci tanım ise (resm) bu tarifi dikkate almakla birlikte esas itibariyle insanlara ulaştığı haliyle Kur’an’ı ifade etmektedir. Buna göre Kur’an nazım ve mânadır. Mâna her halde esas olmakla beraber bu mâna sadece bir nazım İçerisinde insana ulaştığı için nazım da insanlara ulaştığı haliyle Kur’an’ın aslî bir unsuru olmaktadır. Bunlar her insana ayrı ayrı değil önce Hz. Peygamber’e bildirilmiş ve onun tebliğiyle diğer insanlar ondan haberdar olabilmiştir. Nazım ve mâna bir taraftan hafızların zihninde, diğer taraftan mushafların sayfalarında tevâtüren nakledilmiştir. Bu nakilde tayin edici olan etken Kur’an’ın okunmasının aynı zamanda bir ibadet olmasıdır. Kur-‘an’ın ezberlenerek nakledilmesinin normatif esasını onu okumanın ibadet olması teşkil etmektedir. Diğer taraftan Kur’an’ın sadece okunmayıp aynı zamanda dinlenmesi onun naklinin önemli bir taşıyıcı unsuru olmuştur.
İnsanlara ulaştığı haliyle Kur’ân-ı Ke-rîm’in Arapça olması, bir taraftan tabii bir dille ve o dilin kuralları içinde ifade edildiğini gösterirken diğer taraftan bunun ötesinde lisanî olanın bütün özelliklerini üzerinde taşıdığını ortaya koymaktadır. Bu husus onun anlaşılabilirliğinin esasını teşkil etmektedir. Bu aynı zamanda, Kur’an’ın mucize olması üzerinde durulurken tabii bir dilde mümkün olan en yüksek ifade gücüne sahip olmasını açıklamaya yönlendirmekte, bu çerçevede birçok ilme konu verirken aynı zamanda lisanın sahip olduğu zaman ve mekânın üstünde bulunarak değişmeden değiştirme imkânının da esasını oluşturmaktadır.
Kur’an’ın lisanî olması ve Arapça’nın imkânlarını mükemmel bir şekilde göstermesi, onun tarih boyunca sürekli hayat içinde olmakla birlikte hep hayatın üstünde kalmasını ve zaman içerisinde toplumsal hayatta ortaya çıkan değişikliklere rağmen aslî özelliğini, yani insanlığa hidayet rehberi olması işlevini muhafaza etmesini sağlamıştır. Bilhassa Kur’an’ın, muhataplarını hep geleceğe yönelik bir duruşa sevketmesi ve insanlara matuf bir talep ve davet olması, dolayısıyla inşâî olması onun mahiyetinin bir parçasıdır. Bu sebeple Kur’an’da bulunan ve sentaks veya gramer açısından ihbârî olan ifadeler bile haber olma konusundaki iddiadan vazgeçiİrmeksizin inşâî bir özellik taşımakta, bunun neticesinde Kur’an bir bütün olarak hem verdiği haberler açısından hem de bu haberlerin içinde taşıdığı ahlâkî delâlet yönünden doğruyu (hak) ifade etmektedir. Onda bulunan ifadelerin gerçekten olmuş bitmiş hadiselerle bir irtibatı bulunmakla birlikte, yani gerçekte olmuş bitmiş hadiseler onun tarafından dile getirilmiş olduğu halde Kur’an’ın üslûbu onu herhangi bir döneme ve bazı şartlara has kılmaktan çıkarmaktadır. Geçmişte ve gelecekte İnsanlığın ve her bir insanın varlık yapısı gereği karşı karşıya kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olma, kendisine tâbi olunduğunda ortaya çıkacak insan fiilleri ve bu fiillerin birbiriyle irtibatlanması neticesinde meydana gelecek “örf” adı verilen -ilimler ve müesseseler gibi- daha üst oluşumlara ilâhî bir renk verme imkânını kendi içinde taşımaktadır.
Kur’an’ın önemli özelliklerinden ikisi onun okunması ve dinlenmesidir. Bu yönden Kur’an’ın bilhassa namazda okunması ve Kur’an okunduğunda dikkatle dinlenmesinin emredilmesi [A’râf 7/204] onun müslümanlann hayatında edindiği tayin edici yerin esasını teşkil ettiği gibi Kur’an okuma ve dinleme müslüman olmanın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kur’an müslümanın hayatında sadece anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır. Kur’an’ın ahengi, Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içerdiği için mucize olmasının önemli bir parçası sayılmıştır. Onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mucize olmasının en önemli alâmeti olarak kabul edilmektedir.
- Kuran Tercümesi, Çeşitli Dillerde Tercümeleri Tarihi, Hakkında Bilgi
- Kudsi Hadis Nedir, Ne Demek, Anlamı, Özellikleri, Hakkında Bilgi
- Kuran Literatürü Tefsir Çeşitleri, Batı’da Tefsir Araştırmaları, Hakkında Bilgi
- Kur’an İlimleri, Kuran-ı Kerim Bilimleri, Nedir, Hakkında Bilgi
- Kur’an’ın Yorumlanması, Tefsir, Öznellik Sorunu, Değerlerinin Günümüze Taşınması Hakkında Bilgi
- Kur’an’ın -Açıklanması- Dil Bilimi, Metin Tahlili, Tarih Bilgisi, Tarihi Bağlamı, Hakkında Bilgi
- Kur’an’ın Dili, İcazı, Üslubu, Edebi, Özellikleri, Hakkında Bilgi
- Medeni Sureler Nedir, Hangileridir, Surelerin Özellikleri, İsimleri, Hakkında Bilgi
- Mekki Sureler Nedir, Hangileridir, Surelerin Özellikleri, İsimleri, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Muhtevası- Kuran’ın İçeriği, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Tertibi- Kuran Tertib Edilmesi, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Tarihi- Kur’an’ın Tarihçesi, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Tarifi ve İsimleri- Diğer İsimleri Nedir, Hakkında Bilgi
- Türk Edebiyatında Kur’an, Kuran-ı Kerim, Hakkında Bilgi
- Kur’an ve Kitabı Mukaddes Benzerlikler, Farklılıklar, Hakkında Bilgi
- Kuran Fıkıh, Kuranla İlgili Fıkhi Hükümler, Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi