Kuran Fıkıh, Kuranla İlgili Fıkhi Hükümler, Hakkında Bilgi

Kur’ân-ı Kerîm, tefsir ilminin merke­zinde yer almasının ve diğer birçok ilim dalını belli seviyelerde ilgilendirmesinin yanı sıra, Allah katından Hz. Muhammed’e indirilen vahiy olduğuna inanılma­sı yönüyle İslâm’ın inanç esaslarından kitaplara imanın, şer’î hükümlerin ilk ve temel kaynağı olması yönüyle fıkıh usulünün konusunu teşkil eder. Fıkıh ilim dalında ise Kur’an, okun­masının ibadet yönü, abdestsiz ve cünüp olarak dokunulması ve okunması, ücretle öğretilmesi ve okunması gibi açılardan ele alınır.

Kur’an ve İbadet. İbadete, ister Allah’a duyulan saygı ve bağlılığın gereği olarak O’nun rızâsına uygun davranma çabası şeklinde genel bir çerçeve çizilsin, ister Allah ve Resulü tarafından yapılması em­redilen ve yaratana itaati simgeleyen özel davranış biçimleri şeklinde daha dar kap­samlı bir tanım getirilsin, Kur’an okuma her iki açıdan da başlı başına ibadet nite­liğinde bir davranıştır. İslâm dininin an­laşılması ve hayata aktarılması için Kur-‘an’ın muhtevasının bilinmesi, getirdiği mesajın kavranması öncelikli ve vazgeçil­mez bir önem taşır. Ancak üzerinde hiç­bir tartışmanın cereyan etmediği bu ilke Kur’an’m okunuşunun ibadet olmasına, Kur’an okuyana sırf bu davranışı sebebiy­le ecir ve sevap verilmesi imkânına engel teşkil etmez. Gerek Kur’an’da [Arâf 7/ 204; Nahl 16/98; İsrâ 17/45,82, 106; Fâtır 35/29; Müzzemmil 73/4] gerekse hadislerde Kur’an’la ilgili diğer önemli sorumlulukların yanında Kur’an okumanın gerek­liliği ve fazileti üzerinde sıkça durulur. Kur’an’ın bazı yerlerde kendini “zikr” ola­rak nitelemesinin de Kur’an okumanın geniş anlamıyla Allah’ı anma kapsamın­da görülmesine zemin hazırladığı söyle­nebilir. İbadetleri mahiyetlerine göre doğ­rudan ibadet, vesile ibadet şeklinde ikiye ayıran fakihler Kur’an Öğretmeyi abdest, ezan ve imamet gibi vesile ibadetler arasında sayarken Kur’an okumayı namaz ve oruç gibi doğrudan ibadet olan fiillerden görmüşler ve onun sünnet grubunda yer alan bir ibadet olduğunu belirtmişlerdir. Bunun sonucu olarak Kur’an okuma ve dinleme, tarih boyunca bütün müslüman toplumların büyük hassasiyet gösterdik­leri, etrafında çeşitli kurumlar ve kültürel zenginlik oluşturdukları temel bir ibadet tarzı olmuş, mânasını anlamadığı halde Kur’an okuma ve dinleme, mânasını an­layarak ve üzerinde düşünerek okuma derecesinde olmasa bile ibadet olarak gö­rülmüştür. Bu anlayış, Kur’an’in Arapça metninin tecvid ve mehâric-i huruf gibi düzgün okuma kurallarına riayet edilerek okunması ve küçük yaşta bu eğitimin ka­zanılmasının gerekliliğini de içinde taşır. Hatta Kur’an okumada ve mushafa dokunmada abdest şartının aranması da te­melde Kur’an’m salt okunuşunun ibadet sayılmasından kaynaklanır. Böyle bir an­layış, diğer dinî gerekliliklerin yerine ika­me edilmediği ve onları gölgelemediği sü­rece, Kur’an’ın mânasının ve davetinin ta­şıdığı evrenselliğe ilâve olarak yeryüzün­deki bütün müslümanlara Arapça’yı bil­me ve anlama şartı getirmeksizin kutsal kitabını okuyarak ve dinleyerek de ibadet etme İmkânını sağlamıştır.

Diğer zamanlarda başlı başına bir iba­det olarak görülen Kur’an okuma nama­zın ifasının da ana unsurları arasında yer alır. Namazda kıyam esnasında Kur’an’-dan bir miktar okunması namazın rükün­lerinden olup iki rek’atlı namazların, sün­net ve nafile namazlarla vitir namazının her rek’atında farzdır. Kıraat olarak Fâtiha’nın okunmasının gerekliliği, üç ve dört rek’atlı farz namazlarda kıraatin hükmü, imama uyan kimsenin kıraat yükümlülü­ğü, namazda Kur’an’dan okunması ge­reken miktarın alt sınırı, Kur’an’ın Arap­ça metni yerine onun herhangi bir dildeki tercümesinin namazda okunup okunamayacağı veya hangi şartlarda okunabi­leceği gibi hususlar ise fakihler arasında tartışmalıdır.[bk. Fatiha Sûresi; İba­det; Kıraat] Ancak bu konudaki görüş ayrılıkları esasa ilişkin olmadığı gibi İslâm’ın ilk asırlarından gelen fiilî sünnet Kur’an okumanın bizzat ibadet olarak gö­rülmesi, ibadetlerde dinî bildirimin ve fert açısından ihtiyatın asıl olması gibi sebep­lerle namazların ifasında Kur’an’ın Arap­ça olarak okunması, anlama şartına bağlı olmaksızın namazın ifasının ana unsur­ları arasında yer almış, müslümanların asırlardır devam eden ortak uygulaması da bu çizgiden hiç sapma göstermemiştir.

Mushafa Dokunmada Abdest ve Gusül Şartı

Mushafa Dokunmada Abdest ve Gusül Şartı. Kur’an’la ilgili fikhî hükümlerden biri, mushafı abdestsiz ve cünüp kimse­nin eline almasının caiz olup olmadığı me­selesidir. Konu klasik literatürde Kur’an kelimesinin soyut mânasını çağrıştırma­ması, iki kapak arasında yazılı olan kelâ­mın anlaşılması için “mushafa dokunmak” ve “mushafı eline almak” tabirleriyle ge­çer. Ebû Hanîfe, Mâlik. Şâfıî ve Ahmed b. Hanbel dahil olmak üzere fakihlerin bü­yük çoğunluğuna göre mushafa abdest­siz dokunmak, onu abdestsiz eline almak caiz değildir. Sahabe ve tabiînden birçok âlimin görüşü de bu yöndedir. Çoğunluk bu görüşüne delil olarak Kur’an’daki, “Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta bu­lunan değerli bir Kur’an’dır; ona ancak temizlenenler dokunabilir” mealindeki âyeti [Vâkıa 56/79] ve “Kur’an’a ancak temiz (tâhir) olanların dokunabileceği” an­lamında toparlanabilecek olan farklı me­tinlerle gelmiş çeşitli hadis rivayetlerini  gösterirler. Buna gö­re Kur’an’i eline almak ve ona dokunabil­mek için büyük ve küçük hadesten temiz­lenmiş olmak, yani-abdestsiz veya cünüp olmamak gerekir. Hayızlı ve nifaslı (loğusa) kadın için de hüküm aynıdır. Ancak Mâli-kîler ile diğer mezheplerden bazı fakihler cünüplüğün iradî, hayız ve nifasın gayri iradî oluşunu dikkate alarak ve uzun sü­re Kur’an’dan uzak kalmanın onu unut­maya yol açabileceği endişesini dile geti­rerek, özellikle de Kur’an öğretmek ve öğ­renmek durumunda olan kimseleri kas­tederek hayız ve nifas halindeki kadınla­rın mushafı ellerine alabileceklerini ve onu okuyabileceklerini belirtirler.

Sahabeden İbn Abbas ile Zeydiyye fakihleri mushafa cünüp olanın dokunama­yacağı, abdestsiz kimsenin ise dokunabi­leceği görüşünde iken Zahirîler bu ayırı­mı da yapmayıp abdestsiz ve cünüp kim­senin Kur’an’a dokunabileceğini söylerler.

Tartışmanın odağında yukarıdaki âyette geçen “korunmuş kitap”, “temizlenmiş olanlar” ve “dokunma” ifadelerine nasıl bir anlam verileceği veya dokunmanın nesnesinin (meful) ne olduğu tartışması yer almakta; çoğunluk âyeti, bu konudaki hadisleri de delil getirerek mushafı abdestsiz ve cünüp olanın eline almaması şeklinde anlarken farklı görüş sahipleri, rivayet edilen hadislerin zayıf olduğu ve hükme delâlette açıklık bulunmadığı, âyette de mushafın kastedilmediği, levh-i mahfuza meleklerden başkasının mut­tali olamayacağına işaret edildiği, hükmî değil maddî temizlenmenin veya mümin olmanın kastedildiği gibi yorumlar yap­maktadır. Gerçekten de bu konuda tefsir kaynaklarında sahabe ve tabiîn âlimlerinden nakledilen rivayetler âyetin farklı yorumlarından her birini destekleyecek bir çeşitlilik ve zenginlik taşır. Kur’an’ın hidayet rehberi olması onun okunması, mânasına nüfuz edilmesi ve mesajının benimsenmesi ve hayata aktarılması ile mümkün olur. Bunun için de insanları Kur’an okumaya teşvik etmek, aradaki engelleri mümkün olduğu Ölçüde kaldır­mak gerekir. Mâlikîler’in hayızlı kadın için getirdikleri kolaylık bunun bir örneğidir. Ancak kişinin abdestsiz ve cünüp olması kolayca giderilebilir bir hükmî kirlilik hali olduğundan İslâm âlimlerince bu aşılabilir bir engel olarak görülmüş ve bu hükmî kirlilikten temizlenerek Kur’an’a el sürül­mesi istenmiştir. Öyle anlaşılıyor ki âlim­lerin büyük çoğunluğu, mushafın ele alı­nabilmesi için abdest şartını koşarken âyet ve hadislerin yorumu kadar kendi­lerine intikal eden amelî sünneti ve gele­neği de göz önüne almışlar, ayrıca bu ve­sileyle Kur’an’ın Allah’ın kelâmı, İslâm di­ninin ana kaynağı olduğu ve müslümanlar nezdinde müstesna bir yere sahip bu­lunduğu fikrini teyit etmeyi, onu okuya­cak kimsenin istifadesini âzami ölçüde arttırabilmek için böyle bir hazırlık yap­masının yararlı olacağını düşünmüşler­dir.

Kur’an Okumada Abdest ve Gusül Şar­tı

Kur’an Okumada Abdest ve Gusül Şar­tı. Kur’an okuyacak kimsenin abdestli ol­masının şart olup olmadığı, cünüp ve ha­yızlı kimsenin ne ölçüde ve nasıl Kur’an okuyabileceği meselesi de fakihleri hayli meşgul etmiştir. Bu konunun hem Kur­’an’a abdestli olarak dokunma şartıyla hem Kur’an okumanın ibadet olmasıyla doğrudan ilgisi vardır. İslâm âlimlerinin ortak görüşüne göre Kur’an’ı ele almadan ezberden veya mushafa bakarak okuyan kimsenin abdestli olması müstehap ise de şart değildir. Bu görüş Hz. Peygamber’in. Kur’an okunmasına cünüplük dı­şında hiçbir halin engel olmayacağını söy­lediğine dair rivayetle bu yöndeki bazı uygula­maları ve sahabe tatbikatıyla delillendirilir. Cünüp, hayızlı ve loğusa olana gelince, fakihlerin çoğunluğuna göre ay­rıntıda bazı görüş farklılıkları bulunsa bile bu kimselerin ezberden de olsa Kur’an okuması caiz değildir. Ancak mushafa do­kunmadan ve kelimeleri telaffuz etme­den Kur’an’ı gözleriyle süzebilir veya oku­nan Kur’an’ı dinleyebilirler. Bu hükmün delili olarak hayızlı ve cünüp olan kimse­nin Kur’an’dan bir şey okumasını meneden rivayet gösterilir.

Öte yandan sahabeden İbn Abbas ile tabiînden Saîd b. Müseyyeb’den cünübün Kur’an okuyabileceği görüşü rivayet edil­miş, başta İbn Hazm olmak üzere Zahirî fakihleri bu görüşü savunmuştur. Mâli-kîler, mushafa dokunmadaki görüşlerinin devamı olarak hayızlı ve nifaslı kadının Kur’an okuyabileceği, fakat âdet kanı kesildiği andan itibaren gusledinceye kadar bu sürede cünüp sayıldığı için Kur’an oku­yamayacağı görüşündedir. Hanbelîler’den İbn Teymiyye de nifaslı (ve hayızlı) kadının Kur’an’ı unutma endişesini taşıdığında okumasını caiz görür.

Kur’an yüce yaratıcının kelâmı olduğu için İslâm geleneğinde ona her zaman çok üstün saygı gösterilmiş, âdaba aykırı sayılabilecek davranışlardan özenle kaçı­nılmış, Kur’an okumanın kendisi de öte­den beri ibadet niteliğinde bir davranış olarak görülmüştür. Kur’an okurken ab­destli olmanın tavsiye edilmesi müslümanların bu ortak şuurunu gözettiği gibi, abdestin ibadetin ifasını güzelleştiren ve ondan alınacak manevî hazzı arttıran bir boyut olmasına da dikkat çekmektedir. Böyle olduğu için ibadet niteliği ön plana çıkan Kur’an okuma sırasında abdestli olunması, mushafın abdestli olarak ele alınması yerinde bir davranıştır. Ancak Kur’an okumaktan asıl maksadın mâna­sını anlamak ve içerdiği emir ve tavsiye­lere uygun davranma iradesini kazanmak olduğu göz önüne alınırsa anlamanın, öğ­retme ve öğrenmenin ön plana çıktığı durumlarda bazı fakihlerce dile getirilen ruhsattan yararlanılması ve abdest şar­tının ihmal edilmesi mümkün görünmek­tedir. Fakihlerin Kur’an okumada abdesti müstehap seviyesinde görmeleri de böy­le bir anlam taşır.

Kur’an’ın Ücretle Okunması ve Öğre­tilmesi

Kur’an’ın Ücretle Okunması ve Öğre­tilmesi. Kur’an’ı okuma ile onu başkasına öğretme arasında mahiyet farkı bulun­duğu, birincisi doğrudan ibadet iken ikin­cisi vesile niteliğinde bir ibadet olduğu ve başkasına intikal eden bir yararı içer­diği için fıkhı hüküm yönüyle birbirinden ayrılır.

Ücretle Kur’an Okuma. Konu Öncelikli olarak bir ibadetten doğacak sevabın başkasına bağışlanmasının mümkün olup olmayacağı hususuyla yakından alâkalı­dır. İbadetlerin ifası karşılığında Allah ka­tında sevap elde edilmesi, ibadetin nite­liğine ve kişinin samimiyetine bağlı ola­rak kul ile Allah arasında kalan bir mese­ledir ve tamamıyla Allah’ın dilemesine bağlıdır. Bununla birlikte İslâm âlimleri bu konuda şahsî kanaatlerini açıklayarak mükelleflere yardımcı olmak istemişler­dir. Fakihler. hac ve sadaka gibi kısmen veya tamamen malî ibadetlerle dua ve istiğfar gibi amellerin sevabından ölüle­rin yararlanabileceği görüşünü benimser­ken namaz. oruç. Kur’an okuma gibi be­denî ibadetlerde daha mütereddit dav­ranmış, çoğunluk, bu konuda Allah’ın di­lemesi kaydını da getirerek iyimser bir yaklaşım sergilemiştir. Bağışlanmak üze­re okunan Kur’an’ın sevabından ölülerin de faydalanabileceği görüşü. İmam Mâ­lik ve Şafiî hariç fakihlerin çoğunluğunca kabul edilir. Ancak ücret karşılığı okumada niyet ve amaç ibadetlerin genel çizgi­sine göre farklılık taşıdığı için hem üc­retle okumanın cevazı hem de sevabının başkasına intikal imkânı hakkında söz söylemek daha da zorlaşmaktadır.

Başta Hanefîler olmak üzere fakihlerin çoğunluğu Hz. Peygamber’in Kur’an okumayı dilenme, mal edinme ve dün­yevî menfaat sağlama vasıtası yapmayı yasaklayıp böyle yapanları ağır bir dille eleştirdiğini bildiren hadislerin yanında Kur’an ücret karşılığı okunduğunda halis ve sahih niyet bulunmayacağı için bu oku­mada ibadet vasfının kalmayacağı ve bir sevap hâsıl olmayacağı, böyle bir işleme başvurmada zaruretin bulunmadığı ge­rekçelerinden de hareket ederek ücretle Kur’an okunmasını doğru bulmazlar. Bu­nu konu alan icâre ve vasiyet akidlerini de geçersiz sayarlar. Mâlikîler’in Kur’an okumayı namaz ve oruç gibi niyabetin geçerli olmadığı, yani biri adına bir başkasının yapamadığı dua grubuna almaları; İbn Hazm’ın ve Şâfıîler’le ileri dönem Hanefî âlimlerinden bir kısmının konuya daha ılımlı yaklaşması ise kısmen dinî hizmetleri ifa edenlerin maişet teminine yardımcı olmak, ibadet­lerin kabulünü Allah’ın dilemesine bağla­yarak mümkün olduğunca ifayı engelle­yici bir tavır ortaya koymamak düşünce­siyle açıklanabilir.

Ücretle Kur’an Öğretme. Kur’an okuma ve dinlemenin faziletine dair hadis­lerin yanı sıra bir hadisinde Hz. Peygamber, “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir” buyurmuş Kur’an’ı ezberleyen ve onunla amel eden hafızların Allah’ın seçkin kulları ol­duğunu belirtmiştir. Sahabeden Ubâde b. Sâmit, Suffe ehlinden bazılarına Kur’an öğrettiğini ve onlardan birinin kendisine bir yay verdi­ğini, durumu Resûl-i Ekrem’e arzettiğinde onun, “Eğer kıyamet gününde boynu­na ateşten bir halka takılmasını istersen onu kabul et” dediğini nakleder Kur’an’ın geçim vasıtası yapılmasını ya­saklayan hadisler de vardır. Kur’an okuma gibi öğrenme ve öğretme faaliyeti de esa­sen ibadet nitelikli bir davranış olduğun­dan aslolan, bunların hiçbir maddî karşı­lık gözetilmeden sırf Allah’ın rızâsını ka­zanma amacıyla yapılmasıdır. İslâm’ın ilk dönemlerindeki uygulama da hep bu yön­de olmuş, ancak İslâm coğrafyasının ge­nişleyip bu hizmetlerin ifasının ayrı bir meslek olmaya başladığı ve buna İhtiyaç duyulduğu ileri dönemlerde Kur’an’ın üc­ret karşılığı öğretilmesinin cevazı tartışıl­maya başlanmıştır.

İslâm âlimleri, vaktini Kur’an öğreti­mine ayırmış kimselerin bu hizmetleri karşılığında hazineden malî yardım ve maaş almasının cevazında görüş birliği halindedir. Tartışma, Kur’an öğreten kim­senin icâre akdi çerçevesinde karşı taraf­la ücret anlaşması yapmasının ve ondan ücret almasının cevazı hususundadır. Üc­ret anlaşması olmaksızın Kur’an okuya­nın sonradan hediye kabulü ise bu hedi­yenin mûtat ve zimnî ücret niteliğinde olup olmamasına göre farklı hükümler alır. Hz. Peygamber ve dört halife döne­minde Kur’an öğretimiyle meşgul kimse­lerin maişetlerinin beytülmâlden karşı­landığı bilinmektedir. Bundan dolayı Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed gibi ilk dönem Hanefî müctehidleriyle Hanbelîler, Kur’an öğretimiyle meşgul olan kimselerin devlet bütçesi dışında üc­ret almasını caiz görmemişlerdir. Ancak daha sonra Belhli Hanefî fakihleri Kur’an öğretmenlerine devlet yardımının kesil­mesi veya azaltılması, bu tür işlere ilgi­nin zayıflaması, din hizmetlerinin gevşe­mesi gibi olumsuzluklar sebebiyle mez­hebin genel kuralından ayrılma gereğini hissetmiş ve ücretle Kur’an öğretmenin istihsanen caiz olduğunu savunmuşlardır. Mezhepte de bu görüş fetvaya esas ol­muştur. İmamet, müezzinlik gibi diğer din hizmetlerinin ücretle ifası bu çerçe­vede temellendirilir. Hanbelîler’in dışın­daki diğer mezhep fakihlerinin görüşü de ücretle Kur’an öğretmenin caiz olduğu yönündedir. Bu cevaz birçok kaynakta Resûl-i Ekrem’in, “Karşılığında ücret aldı­ğınız şeylerin en haklı olanı Allah’ın kita­bıdır” hadisine veya rukye hadisine ya da bir sahâbîyi bir kadınla mehir olarak ona Kur’an öğ­retmesi karşılığında evlendirmesine dayandırılır. Fakat bu­nu istihsan, maslahat, feth-i zerâi’ gibi delillerle veya Hanefîler’in yaptığı şekil­de Kur’an öğretmenin vesile türünde ve başkasına yarar aktaran bir ibadet oluşuyla ve bu yönden akde konu olabilmesiyle açıklamak daha isabetli görün­mektedir.

Kur’an’la Tedavi. Hastalıkla mücadele ve tedavi esasen tıp ilminin konusu ol­makla birlikte tıbben tedavi imkânının bulunmadığı durumlarda insanlar inan­cın yapıcı etkisine sığınarak ondan manen ve ruhen güç alır, dinî metinler ve dualar okuyarak tedaviye yönelirler. Hz. Peygam­ber hastalıkların çaresinin bulunduğunu ve tedavi olunması gerektiğini bildirmiş ayrıca okuyarak tedaviyi tıbbî tedavinin yerini alan, al­ternatif bir tedavi değil ona yardımcı bir yöntem olarak onaylamıştır. Belli sûre ve âyetlerin tedavi edici özelliğine dikkat çe­ken hadislerle sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî’nin akrep sokan bir kabile reisini Fatiha sûresini okuyarak tedavi etmesi ve Resûlullah’ın da bunu tasvip etmesi şek­linde özetlenebilen “rukye hadisi” İslâm âlimlerinin hastalıkların tedavisinde Kur-‘an’dan bazı âyet ve sûreler okunmasını caiz görmelerinin gerekçesini teşkil et­miş, zamanla bu konuda farklı açılımları olan zengin bir kültürel birikim ortaya çıkmıştır.

  • Kuran Tercümesi, Çeşitli Dillerde Tercümeleri Tarihi, Hakkında Bilgi
  • Kudsi Hadis Nedir, Ne Demek, Anlamı, Özellikleri, Hakkında Bilgi
  • Kuran Literatürü Tefsir Çeşitleri, Batı’da Tefsir Araştırmaları, Hakkında Bilgi
  • Kur’an İlimleri, Kuran-ı Kerim Bilimleri, Nedir, Hakkında Bilgi
  • Kur’an’ın Yorumlanması, Tefsir, Öznel­lik Sorunu, Değerlerinin Günümüze Taşınması Hakkında Bilgi
  • Kur’an’ın -Açıklanması- Dil Bilimi, Metin Tahlili, Tarih Bilgisi, Tarihi Bağlamı, Hakkında Bilgi
  • Kur’an’ın Dili, İcazı, Üslubu, Edebi, Özellikleri, Hakkında Bilgi
  • Medeni Sureler Nedir, Hangileridir, Surelerin Özellikleri, İsimleri, Hakkında Bilgi
  • Mekki Sureler Nedir, Hangileridir, Surelerin Özellikleri, İsimleri, Hakkında Bilgi
  • Kur’an -Muhtevası- Kuran’ın İçeriği, Hakkında Bilgi
  • Kur’an -Mahiyeti- Nedir, Kur’an’ın Nitelikleri, Hakkında Bilgi
  • Kur’an -Tertibi- Kuran Tertib Edilmesi, Hakkında Bilgi
  • Kur’an -Tarihi- Kur’an’ın Tarihçesi, Hakkında Bilgi
  • Kur’an -Tarifi ve İsimleri- Diğer İsimleri Nedir, Hakkında Bilgi
  • Türk Edebiyatında Kur’an, Kuran-ı Kerim, Hakkında Bilgi
  • Kur’an ve Kitabı Mukaddes Benzerlikler, Farklılıklar, Hakkında Bilgi

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski