Kureyş Kabilesi Nedir, Kimdir, Tarihi, Kolları, Kökeni, Hakkında Bilgi

Kureyş. Hz. Peygamber’in mensup olduğu Arap kabilesi.

Adnânîler’in Mudar kolundan olup ge­nellikle kabul edildiğine göre adını Kureyş lakabıyla bilinen Fihr b. Mâlik’ten alır. Bu zatın asıl adının Kureyş, lakabının Fihr olduğu da belirtilir. Hz. Peygamber’in on birinci kuşaktan dedesi olan Fihr’in soyu Adnan’a kadar Fihr b. Mâlik b. Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizâr b. Meâd b. Adnan şeklin­dedir. Kabileye bu adın verilmesiyle ilgili olarak ileri sürülen diğer görüşlerden biri­ne göre Kureyş kelimesi “toplanmak, bir araya gelmek; ticaret yapmak” anlamın­daki takarruş kökünden gelmekte ve Fihr b. Mâlik’in soyunun. Kusayb. Kilâb liderli­ğinde Mekke ve çevresinde ikamet etmek üzere bir araya toplanmış olması veya ti­caret yapması sebebiyle böyle adlandırıldığı kaydedilmektedir. Diğer bir görüşe göre ise Kureyş, Kelb ve Esed kabilelerin­de olduğu gibi bir hayvan isminden hare­ketle “köpek balığı” mânasındaki kirş ke­limesinden türetilmekte ve köpek balı­ğının denizdeki diğer balıklar karşısında güçlü olması gibi Kureyş’in de diğer kabi­lelere karşı üstünlüğünü ifade etmekte­dir. Öte yandan Fihr b. Mâlik’in çocukla­rının hac için Mekke’ye gelenler arasında korunmaya muhtaç olanları, fakir ve ihti­yaç sahiplerini tesbit edip sıkıntılarını gi­dermeye çalıştıkları için “araştırmak, tef­tiş etmek” anlamındaki takrîş kelime­sinden hareketle veya Fihr b. Mâlik’in to­runlarından olup kabilenin kervanlarına rehberlik eden Kureyş b. Mahled’e izafet­le bu ismin verildiği zikredilir. Bazı neseb âlimleri de Kureyş’İn Nadr b. Kinâne’nin adı olduğunu, kabilenin ona dayandığını söylemekte ve isimlendirme konusunda Fihr b. Mâlik hakkında söylenenleri Nadr b. Kinâne ile ilgili olarak tekrarlamakta­dırlar.

Fihr b. Mâlik, bir dönemde Benî Kinâ­ne’nin liderliğini üstlenerek Himyerîler’e karşı savaşmış ve galip gelmiştir. Rivaye­te göre. Kabe’yi Mekke’den Yemen’e nak­letmek suretiyle insanların hac için kendi topraklarını ziyaret etmesini isteyen Himyerîler. Hassan b. Abdükülâl kumandasın­da Mekke yakınlarına kadar ulaşmış, bu­nun üzerine Kinâne, Kureyş ve diğer ka­bileler Fihr b. Mâlik liderliğinde bir araya gelerek Himyerîler’le yaptıkları savaşta onları mağlûp etmiştir.

Kureyş kabilesi, uzun süre Benî Kinâne’den olan akrabalarıyla birlikte dağınık gruplar halinde Mekke dışındaki çadırlar­da yaşadı. V. yüzyılın ilk yarısında Fihr b. Mâlik’in altıncı kuşaktan torunu ve Hz. Peygamber’in beşinci kuşaktan dedesi Kusay b. Kilâb liderlik vasıflarıyla Kureyş kabilesi arasında seçkin bir yer kazandı ve kabilenin tarihinde önemli bir rol oynadı. Kureyş kabilesi, Kusay liderliğinde Kinâne ve Kudâa kabilelerinin de yardımıyla Mek­ke hâkimiyetini elinde bulunduran Benî Huzâa ile mücadele etti ve sonunda Mek­ke hâkimiyeti Kabe ile ilgili hizmetlerle birlikte Kureyş kabilesine geçti. Kusay da­ğınık halde yaşayan Kureyş kollarını birleş­tirerek Kabe çevresinde iskân etti. Kabe civarından başlayarak Mekke toprakları­nı on parçaya ayırdı ve Kureyş’İn on kolu arasında paylaştırdı. Kureyş’İn bazı kol­ları da Mekke dışında yerleştirildi. Kabile­den Mekke’de iskân edilenlere “Kureyşü’I-bitah”, Mekke dışında yerleştirilenlere de “Kureyşü’z-zevâhir” adı verildi. Kusay ay­rıca gerekli düzenlemeler yaparak Mekke idaresi (Dârünnedve idaresi), başkuman­danlık (kıyâde), sancaktarlık (liva), Kabe muhafızlığı (sidâne veya hicâbe). hacılara su temini (sikâye) ve hacıları ağırlama (ri-fâde) hizmetlerini elinde topladı. Onun yaptırdığı Dârünnedve. Kureyş kabilesinin önemli meseleleri görüşüp karara bağla­dığı ve çeşitli törenlerin düzenlendiği bir toplantı yeri olarak İslâm dönemine kadar devam etti.

Kusay’ın ardından Mekke ve Kabe ile ilgili hizmetler büyük oğlu Abdüddâr’a geçti. Ancak daha sonra Abdümenâfoğul­ları Abdüşems. Hâşim, Muttalib ve Nevfel sayıca ve itibar bakımından daha üs­tün olduklarını ileri sürerek bu görevlerin kendilerine verilmesini isteyince Kureyş-liler arasında anlaşmazlık çıktı. Kureyş’İn “mutayyebûn” (güzel koku sürünenler) de­nilen ve Abdümenâf’ı destekleyen Benî Esed, Benî Zühre, Benî Teym b. Mürre, Benî Haris b. Fihr kolları ile “ahlar (yemin­liler) veya “leakatü’d-dem” {kan yalayıcılar) denilen ve Abdüddâr’ı destekleyen Benî Mahzûm, Benî Sehm, Benî Cumah, Benî Adî b. Kâ’b kolları kendi aralarında topla­narak birbirlerini desteklemek üzere ye­min ettiler. Birincilerin ittifak yeminine “Hilfül-mutayyebîn”, ikincilerinkine “Hilfü’l-ahlâf” {Hilfü leakati’d-dem) adı verildi. Kureyş’İn Benî Âmir b. Lüey ile Benî Mu-hârib b. Fihr kolları ise tarafsız kaldı. Ta­raf olan kollar çatışma noktasına gelmiş­ken uzlaşmadan yana olanlar ağır bastı ve bunların araya girmesiyle anlaşma sağ­landı. Anlaşmaya göre sidâne (hicâbe) ve liva görevleriyle Dârünnedveyöneticiliği Abdüddâr’da kaldı. Sikâye, rifâde ve kıyâ­de görevleri ise Abdümenâf’a verildi. Bu durum İslâmiyet’in zuhuruna kadar de­vam etti. Daha sonra kıyâde Abdüşems’e, ondan oğlu Ümeyye’ye, ondan da oğlu Harb’e geçti. Sikâye ve rifâde zenginliği ve cömertliğinden dolayı Hâşim b. Abdümenâf a, ondan oğlu Abdülmuttalib’e ve ardından bunun oğlu Ebû Tâlib’e geçti. Ancak Ebû Tâlib’in malî durumu bozu­lunca kardeşi Abbas ondan bu görevleri devraldı. Hâşimoğullan’nın reisliği ise ölün­ceye kadar Ebû Tâlib’in uhdesinde kaldı.

Kusay b. Kilâb’ın Kureyş’in çeşitli kolla­rını Mekke’ye yerleştirmesiyle kabile yan göçebelikten yerleşik hayata geçmişti. Mekke tarıma elverişli olmadığından Kureyş kabilesi ticaretle geçimini temin etmekte, ancak bu ticaret Mekke dışına taşmamaktaydı. Mekke’nin saldırı korku­su bulunmaksızın gelinebilecek ve sığını-labilecek kutsal bir yer (harem) oluşu şeh­rin bir ticaret merkezi olarak gelişmesine imkân vermişti. Kureyşliler Mekke’ye ge­len yabancı tacirlerden mal satın alır, ken­di aralarında ve çevredeki Araplar’la alış­veriş yaparlardı. Daha sonra Hâşim b. Abdümenâf ile kardeşlerinden Muttalib, Abdüşems ve Nevfel Bizans, Yemen, Habe­şistan ve İran devletleri nezdinde ticaret antlaşmaları yaptılar. Ayrıca ticaret gü­zergâhı üzerindeki kabilelerle saldırmaz­lık antlaşmaları imzaladılar. Böylece Mek­ke ticareti milletlerarası bir mahiyet ka­zandı. Kureyşliler. gerek antlaşmalar ge­rekse Kabe hizmetlerini yürütmenin ver­miş olduğu itibar sayesinde emniyet içe­risinde kışın Yemen’e ve Habeşistan’a, yazın Suriye ve Anadolu’ya kadar ticarî amaçlı yolculuklar yapmaya başladılar. Kureyş’in bu serbest dolaşımı “îlâr keli­mesiyle ifade edilmekte ve Kur’ân-ı Ke-rîm’de Kureyş (îlâf) adı verilen sûrenin konusunu teşkil etmektedir.

Hâşim b. Abdümenâf, icraatlarıyla hem kendi kabilesi hem Arabistan’daki diğer kabileler ve komşu devletlerin hü­kümdarları nezdinde itibar kazandı. An­cak kardeşi Abdüşems’in oğlu Ümeyye, Hâşim’in nüfuzunu kıskanarak onu “mü-nâfere”ye (nesep, şan ve şeref konusunda karşılıklı övünme) davet etti. Münâfere neticesinde amcasına yenilen Ümeyye, önceden kararlaştırılan şartlara göre elli deve vermek ve on yıl müddetle Dımaşk-ta ikamet etmek zorunda kaldı. Bu olay. Kureyş arasında İslâm’dan sonra da ken­disini gösteren Hâşimî-Emevî çekişmesi­ne zemin hazırladı. Bir süre sonra Ümeyye’nin oğlu Harb’in Hâşim’in oğlu Abdülmuttalib’in emanı altındaki yahudi bir ta­ciri gizlice öldürtmesi, Kureyş’in diğer bazı kollarını da içine alan ciddi bir gerginli­ğin yaşanmasına sebep oldu.

Hz. Peygamberin doğumundan önce Kabe’yi yıkmak üzere gelen Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin bu teşebbüsü­nün başarısızlıkla sonuçlanmasının ardın­dan Araplar. Kabe’ye ve hac ibadetine daha önce görülmemiş derecede değer vermeye başladıkları gibi “ehlullah, cîrânullah” kabul edilen Kureyş’in de itibarı artmıştı. Bu sebeple Kureyşliler Kinâne. Huzâa ve Benî Âmir b. Sa’saa gibi kabile­lerle birlikte Hz. İsmail’in soyundan gel­dikleri. Mekke’de oturdukları ve Kabe’nin hizmetinde bulundukları için kendilerine birtakım dinî-iktisadî imtiyazlar (hums) tanıyıp kurallar koydular. Bu imtiyazlar Mekke ekonomisine katkı sağlamış, imti­yazların elde edilmesinin ardından kuru­lan ünlü Ukâz panayırı da bu durumu güç­lendirmiştir. Kureyşliler, Mek­ke çevresinde hac mevsimi dikkate alına­rak kurulan Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz gibi panayırların yanı sıra Arabistan’ın çe­şitli bölgelerindeki panayırlara da iştirak etmekte ve önemli miktarda ticarî gelir sağlamaktaydılar. Bu panayırların siyasî ve sosyokültürel açıdan da ehemmiyet­leri vardı.

İslâmiyet’in ortaya çıktığı sıralarda Benî Abdümenâf’ın kolları olan Hâşim, Muttalib, Abdüşems ve Nevfel oğulları, nüfuslarının artmasına paralel olarak varlıklarını müstakil bir şekilde hissettir­meye başlamışlardı. Nitekim Ficâr savaş­larının dördüncüsünde Kureyş kabilesinin genel kumandanı aynı zamanda Abdü-şemsoğullan’nın başında yer alan Harb b. Ümeyye olmakla birlikte her kolun başın­da bir kumandan bulunmaktaydı. Bu sa­vaş birbiriyle müttefik olan Kureyş-Kinâ­ne ve Kays-Aylân arasında cereyan et­miş, Hâşimoğullarf nın reisi Ebû Tâlib ha­ram aylara denk gelmesi dolayısıyla sava­şa katılmaya razı olmamış, Abdullah b. Cüd’ân ve Harb b. Ümeyye’nin ısrarı üze­rine Hâşimoğullan, Zübeyr b. Abdülmut-talib kumandasında savaşa katılmak zo­runda kalmıştı. Savaş Kureyş ve mütte­fiki Kinâne’nin zaferiyle sonuçlandı. İslâ­miyet’in zuhuru sırasında Emevî ve Hâşimî kolları arasında ortaya çıkan ihtilâf­larda Muttaiiboğulları Hâşimoğulları’nı desteklerken Nevfeloğulları Ümeyyeoğulları ile birlikte hareket etmişlerdir. İs­lâm’dan önce Haşimoğullan’nın önderli­ğinde bazı Kureyş kabilelerinin Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım et­mek amacıyla yaptıkları, Hz. Muhammed’in de katıldığı Hilfü’l-fudûl antlaş­masına Hilfü’l-mutayyebîn’den Esed, Zühre, Teym b. Mürre ve Haris b. Pihr ile Abdümenâf in Hâşim ve Muttalib kolları iştirak etmiş, bu anlaşmada Hilfü’l-ahlâf mensupları ile Abdümenâf’m Abdüşems ve Nevfel kolları ise yer almamıştır.

Hz. Muhammed otuz beş yaşlarında iken Kureyş’in Ahlâf ve Mutayyebûn kol­lan, yangın ve sel sularından büyük zarar gören Kabe’yi yeniden inşa etmek için bir araya geldiler. Ancak Hacerülesved’in ye­rine konulması hususunda kabileler ara­sında anlaşmazlık çıktı. Kureyşliler’in en yaşlısı Ebû Ümeyye b. Mugîre’nin teklifiy­le belirlenen bir yöntem sonunda hakem tayin edilen Hz. Muhammed. Hacerüles­ved’in bütün kabile kollarının iştirakiyle yerleştirilmesini sağlamak suretiyle muh­temel bir çatışmayı önlemiş oldu. Kureyş­liler Kusay b. Kilâb, Abdümenâf b. Kusay ve Muttalib b. Abdümenâf dönemlerinde Mekke çevresinde bedevî bir hayat süren ve Ehâbiş adı verilen çeşitli kabilelerle it­tifak antlaşmaları yapmışlardı; bu ittifak Ehâbiş’in Mekke fethinden (8/630) sonra müslüman olmasına kadar devam etmiş­tir.

İslâm’dan önce Kureyş kabilesi arasın­da genel olarak diğer Arap kabileleri gibi putperestlik yaygındı. Kureyşliler putla­rını Kabe’nin içine ve çevresine yerleştir­mekte, putların önünde fal okları çekerek yapacakları işler konusunda karar ver­mekteydiler. Ayrıca hac için Kabe’yi ziya­rete gelen kabilelerden âzami derecede istifade etmek ve onların ilgilerini çekmek için başka kabilelerin putlarını da Kabe’­ye ve çevresine dikiyorlardı. Kabe içinde sayıları 36O’i bulduğu rivayet edilen put­ların en büyüğü olan Hübel Kureyş’in en önemli putu olarak gösterilir. Uzzâ, İsaf ve Naile de Kureyş’in diğer meşhur put­larıydı.

Hz. Peygamber İslâm davetine başladı­ğında Kureyşliler, putperestliğin yıkılması sonucu Arap kabileleri yanında elde et­miş oldukları dinî üstünlükle ticarî nüfuz ve menfaatlerinin kaybolacağından endi­şe ediyorlardı. İslâm’a muhalefette Ümeyyeoğulları ile Mahzumoğullan’nın başı çektikleri görülmektedir. Bu arada Resûl-i Ekrem’e karşı duyulan kıskançlık ve reka­bet hisleri de bazı Kureyş ileri gelenleri­nin ona inanmasına engel oluyordu. Ebû Cehil ile Velîd b. Mugire gibi şahısların Hz. Peygamber’e karşı çıkmalarında Câhiliye taassubundan kaynaklanan kabile asabiyetinin önemli etkisi olduğu görül­mektedir.

Resûl-i Ekrem’in davetini engellemek için Kureyş’in münazara ve tartışmalara girişmek suretiyle başlayan, alay, iftira, boykot, işkence ve hatta öldürmeye kadar varan düşmanlıkları müslümanları Mekke’yi terkedip önce Habeşistan’a, ar­dından Hz. Peygamber ile birlikte Medi­ne’ye hicret etmeye mecbur bırakmıştı. Mücadele bununla bitmemiş, Resûlullah’ın Medine döneminde yaptığı savaş­ların ve gönderdiği seriyyelerin birçoğu Kureyş’e yönelik olmuştur. Hz. Peygam­ber ve müslümanlar Kureyş ile mücade­leyi Bedir, Uhud, Hendek gazveleri ve Hudeybiye Antlaşması gibi başlıca olaylarla 8 (630) yılında Mekke’nin fethine kadar sürdürmüşlerdir. Kureyş’in liderliğini üst­lenen ve birçok savaşta Kureyş’in kuman­danı olarak müslümanların karşısına çı­kan Ebû Süfyân ve çevresi Mekke fethi sırasında İslâmiyet’i kabul etmiş, böylece Mekke fethiyle İslâm’ın yayıl m as in da ki ciddi engellerden biri ortadan kalkmış­tır.

Kureyş kabilesinin Kusay zamanında Muhârib b. Fihr, Haris b. Fihr, Âmir b. Lüey, Adî b. Kâ’b, Teym b. Mürre, Mahzûm, Sehm, Cumah, Esed ve Zühre kol­larına ayrılmış olduğu, Kusay’dan sonra onun oğullarından Abdümenâf ve Abdüd-dâr, ardından İslâm dönemine kadar Ab­dümenâf in soyundan Hâşim, Muttalib, Nevfel ve Abdüşems (Ümeyye) kollarının, İslâm’dan sonra da temelde Benî Hâşim ve Benî Ümeyye şeklinde iki ana kolun de­vam ettiği anlaşılmaktadır. Benî Hâşim, Abdülmuttalib’in dört oğluna  nisbet edilen Ab­basîler, Tâlibîler, Hârisîler ve Lehebîler’den teşekkül ediyordu. Bunlar da Hz. Ali’ye nisbetle Alevîler, Ca’fer b. Ebû Tâlib’e nisbetle Ca’ferîler gibi çeşitli alt kol­lara ayrılmıştır. Abdülmuttalib’in diğer oğlu ve Resûl-i Ekrem’in babası Abdul­lah’ın soyu ise Resûl-i Ekrem’in kızı Hz. Fâtıma yoluyla devam etmiştir. Hz. Pey-gamber’in soyunu devam ettirdikleri için Hz. Hasan’ın soyundan gelen Hasenîler (şerifler) ve Hz. Hüseyin’in soyundan gelen Hüseynîler (seyyidler) müslümanlar ara­sında diğer Hâşimîler’den daha fazla iti­bar görmüştür. Tarih boyunca Benî Hâ­şim mensupları tarafından birçok devlet kurulmuştur. Mekke fethine kadar müslüman olmamakta direnen Ümeyyeoğullan ise Süryânîler ve Mervânîler olmak üzere iki ana kola ayrılmış. Muâviye b. Ebû Süf­yân Emevîler ve Hişâm b. Abdülmelik’in torunlarından Abdurrahman b. Muâviye Endülüs Emevî Devleti’ni kurmuştur.

Hz. Peygamber’in Kureyşli olması, bazı hadis kaynaklarında hilâfetin Kureyş’e ait olduğuna dair rivayetlerin yer alması ve başlangıçtan itibaren halifeliğin uzun süre Kureyş mensupları tarafından temsil edilmesi gibi sebeplerle devlet başkanının Kureyşli olmasının şart olup olmadığı ve­ya bunun dinî-hukukî bir zorunluluk mu yoksa o dönem için siyasî bir gereklilik mi olduğu konusu tartışılmıştır. Kureşîveya Kureyşî nisbesiyle anılan Kureyş kabilesi mensupları arasın­da Mekke’de ve diğer İslâm şehirlerinde İslâm ilimlerinin çeşitli dallarında meşhur olmuş birçok âlim yetişmiştir.

Kureyş kabilesine tarih, ensâb ve tabakat kitaplarında geniş yer verildiği gibi bu kabileyle ilgili müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlar arasında bir kısmı gü­nümüze ulaşmış olan Müerric es-Sedû-sî’nin Kitaba Hazf min nesebi Kureyş, Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’nin Biiyû-tâtü Kureyş ve Elkâbü Kureyş, Heysem b. Adfnin Büyûtâtü Kureyş, Ali b. Mu­hammed el-Medâinî’nin Kitûbü Nesebi Kureyş ve ohböruhâ, Mus’ab b. Abdul­lah ez-Zübeyrî’nin Kitâbü Nesebi Ku­reyş, İbn Habîb el-Bağdâdî’nin el-Münemmak iî ahbâri Kureyş, Zübeyr b. Bekkâr’ın Cemheretü nesebi Kureyş ve ahbâruhâ, İbn Ebü’d-Dünyâ’nın Ahbâru Kureyş ve Muvaffakuddin İbn Kudâme el-Makdisî’nin Kitâbü’t-Tebyîn iî ensâbi’l-Kureşiyyîn adlı eserleri zikre­dilebilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski