Kurtuba. Endülüs Emevî Devleti’nin başşehri.
İspanyolca adı Cördoba olan şehir Atlas Okyanusu’nun 200 km. uzağında ve deniz seviyesinden 100 m. yükseklikte, Guadalquivir (Vâdilkebîr) nehrinin kenarında yer alır; Fenikeliler tarafından kurulmuştur. Şehrin son yıllardaki nüfusu 300.000’in üzerindedir (2001 ‘de 308.100). II. Kartaca Savaşı’ndan (m.ö. 218-201) sonra Romalılar için önem kazandı ve milâttan önce 152’de General Claudius Marcellus’un Keltiber harekâtı sırasında zaptedilerek Baetica eyaletinin merkezi yapıldı. Buraya yerleşen Romalılar içinde çok sayıda soylu kişinin bulunması şehre saygınlık kazandırdı ve halk arasında Patricia Colonia adıyla tanındı. Coğrafyacı Strabon, İspanya’nın en büyük şehri olduğunu söyler ve zenginliğini Baetis (Guadalquivîr) nehri kıyısında yer almasına, kısmen de yakınındaki madenlere ve vadinin bereketli topraklarında gelişen tarım ve hayvancılığa bağlar. Ünlü Latin şairi Martialis şiirlerinde bu şehri övmüş, daha sonra Araplar da burası için Endülüs’ün gururu demişlerdir. V. yüzyılın ilk çeyreğinde Vandallar’ın Kuzey Afrika seferi sırasında yakılıp yıkılan ve 554’te Bizanslılar. 571’de Vizigot Kralı Leovigİld tarafından ele geçirilen şehir VIII. yüzyılın başlarına kadar Vizigot hâkimiyetinde kaldı.
Târik b. Ziyâd’ın kumandanlarından Mugîs er-Rûmî. Şevval 92’de (Temmuz Ağustos 711) şehri önemli bir direnişle karşılaşmadan fethetti. Mugis Kurtubalılar’a yumuşak davrandı ve yönetimlerini Katolik kilisesinin zulmüne uğrayan ya-hudilere bıraktı. İkinci vali Hür b. Abdurrahman es-Sekafi (716-719) Endülüs’ün başşehri olarak burayı seçti. Semh b. Mâlik el-Havlânî, Romalılar’ın yaptırdığı köprüyü ve yıkık batı surlarını tamir ettirdi; 750 civarında da Yûsuf b. Abdurrahman el-Fihrî Vizigotlar’ın St. Vıcente Kİlisesi’ni cuma camisine çevirdi. I. Abdurrahman bağımsızlığını ilân ettikten sonra başşehir Kurtuba’nın surlarını genişletti ve buraya, dedesi Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in Dımaşk yakınlarındaki sarayını hatırlatan Rusâfe Sarayı’nı yaptırarak arkasından gücünü ve ihtişamını göstermek üzere orijinal planını bizzat çizdiği Kurtuba Ulucamii’nin inşaatını başlattı; onun asıl amacı kendi başşehrini Batı İslâm dünyasının merkezi haline getirmekti. Abdurrahman’ın oğlu ve halefi I. Hişâm camiyi tamamlattı. İspanya’da Emevî döneminin zirvesini teşkil eden III. Abdurrahman, Kurtuba’nın 8 km. kuzeybatısında Sierra Cordoba’nın eteklerine Medîne-tüzzehrâ Sarayı’nı yaptırdı. O günlerde Kurtuba, Avrupa’da cadde aydınlatmasına sahip ve hamamları olan ilk şehirdi. Hâcib İbn Ebû Âmirel-Mansûr, Kurtuba’nın doğusunda hükümet daireleri için Medînetüzzâhire’yİ kurduysa da binalar 1013’teki Berberi ayaklanmasında tamamen yıkıldı. Şehrin İspanyollar tarafından geri alınmasından sonra XI. Alfonso bugün Yeni Alkazar denilen iç kaleyi yaptırdı. Bu kale üç yüzyıl sonra engizisyon merkezi, ardından askerî hastahane ve arkasından hapishane olarak kullanıldı.
İslâmî dönemde Kurtuba, en az çağdaşı İstanbul ve Bağdat kadar veya bugünün birçok kozmopolit yerleşim merkezi kadar karışıktı. Nüfusu Araplar. Franklar, Slavlar, Suriyeliler, Berberîler, Grekler, Gotlar. İspanyol Romanlar ve Batı Afrika kökenli zencilerden oluşuyor, pazarlarında dünyanın her yerinden gelen her zevke uygun mallar sergileniyordu. Şehirde 200.000 ev, 600 cami ve medrese, 800 hamam, 50 hastahane ve çeşitli sanayi tesisleri vardı. Kurtuba III. Abdurrahman zamanında ihtişamının zirvesine yükseldi. M. Hakem’in (961-976) yaptırdığı kütüphanede 400.000’e yakın kitap bulunduğu söylenir. X. yüzyılın sonlarında yönetime hâkim olan Hâcib İbn Ebû Âmir el-Mansûr zamanında bir ilim merkezi haline gelerek Avrupa, Kuzey Afrika ve hatta Asya’dan ilim adamlarını kendine çekti. Emevî hanedanının çöküş sürecinde gerilemeye başlayan şehir 1013’te Berberîler tarafından yağmalandı. 1016-1022 yılları arasında Hammûdîler’in hâkimiyetinde kaldı. III. Hişâm ile (1027-1031) birlikte Emevî hanedanının son bulmasının ardından 1031’den 1070’e kadar Cehverîler’in idaresinde bir cumhuriyet haiine gelen Kurtuba daha sonra Abbâdîler’in ve onların arkasından da 1091’de Murâbıtlar’ın, 1148’de Muvah-hidler’in ve 1228’de Hûdîler’in eline geçti. 1236’da zayıf durumda olan şehir Kastilya-Leon Kralı III. Fernando tarafından kolayca zaptedildi. Tekrar hıristiyan hâkimiyetine girmesiyle birlikte Kurtuba’nın nüfusu bir ara 50.000’e kadar düştü. Nüfus çok geçmeden yine 300.000’e yükseldiyse de eski günlerin ihtişamı bir daha geri gelmedi; ayrıca XIX. yüzyılda Napolyon ordularının saldırı ve yağmalama felâketine uğradı.
Kurtuba, tarihi boyunca çeşitli ilim dallarında ve özellikle edebiyatta temayüz etmiş pek çok renkli insan yetiştirmiştir. Bunların en önde gelenleri arasında, Romalılar döneminde hatip Seneca ile oğlu filozof Seneca ve torunu ünlü şair Lucanus. İslâmî dönemde de el-Hkdü’l-ferid adlı şiir antolojisi Doğu’da ve Batı’da bir klasik haline gelen İbn Abdürabbih, ilk dönem âlim-filozofu İbn Meserre, aşk üzerine yazdığı Tavku’l-hamâme adlı eseriyle tanınan ve aynı zamanda Batı Avrupa’daki ilk ciddi karşılaştırmalı dinler tarihi kitabının sahibi olan İbn Hazm, Hay b. Yakzân’m yazarı İbn Tufeyl’e ve Spinoza’ya ilham veren yahudi filozof-tabibi İbn Meymûn. Mâlikî fakihi İbn Rüşd ve torunu ünlü filozof-âlim İbn Rüşd, kıraat âlimi Dânî, tarihçi, fıkıh ve hadis âlimi İbn Beşküvâl, hadisçi Ahmed b. Ömer el-Kurtubî, hadisçi ve kıraat-nahiv âlimi İbn Sa’dûn el-Kurtubî İle muhaddis-müfessir Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî sayılabilir.
Kurtuba, İslâmî dönemde Dımaşk’tan Emevîler’le birlikte geldikleri sanılan gümüş ustalanyla meşhurdu; bugün dahi burada çok güzel gümüş işlemeler yapılmaktadır. Aynı şekilde kendi adıyla anılan ince ve parlak renklere sahip bir deri türüyle (hâlâ Batı dillerinde bu tür derilere “cordoban / cordovan” denilmektedir) ve özellikle bu deriden yapılan kitap ciltleriyle de tanınıyordu. Şehirdeki başlıca endüstriler yünlü ve pamuklu dokumacılığıydı
Araplar’ın, bir kısmını Romalılar’ın temelleri üzerine inşa ettikleri geniş bir alanı kaplayan ve her biri adını yöneldiği şehirden alan yedi kapılı surlardan geriye küçük bir bölüm kalmıştır. Şehir merkezine yakın yerlerde caddeler daralır; eski ve yeni binalar arasında gözle görülen pek az bir fark vardır ve hemen hepsi beyaza boyanmıştır. Günümüzde de bir kraliyet sarayı olan Emevî sarayı Alkazar’ın Halife III. Abdurrahman zamanına ait kısmı o dönemin bahçeleri arasında durmaktadır; daha eski kısımları ise harabe halindedir. XI. Alfonso’nun yaptırdığı Yeni Alkazar’ın da sadece bir kanadı restore edilmiştir ve halen hapishane olarak kullanılmaktadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi