Kutub. Velîler zümresinin başkanı ve insân-ı kâmil anlamında bir tasavvuf terimi.
Sözlükte kutb kelimesi (çoğulu aktâb) “değirmenin mili, eksen demiri, eksen; gökyüzünün kuzey yarım küresinde bulunan yıldız; bir topluluğun yöneticisi” gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise “velîler zümresinin başkanı, dünyanın ve âlemin manevî yöneticisi olduğuna inanılan en büyük velî” mânasında kullanılmış, onun işgal ettiği makama da kutbiyyet denilmiştir. Ayrıca kutbun yönetimi altında bulunduğuna inanılan çeşitli velî gruplarının her birinin başkanına da kutub adı verilir. Bu durumda birinci anlamdaki kutbu öbürlerinden ayırmak için ona kutbü’l-aktâb denilir. Fakat tasavvufta mutlak olarak kutub denildiği zaman en büyük velî, insân-ı kâmil ve hakîkat-i Muhammediyye anlaşılır. Abdürrezzâk el-Kâşânî kutbu âlemde Allah’ın nazargâhı olan yegâne velî diye açıklamış, kutubların kutbu sayılan bu velînin Hz. Muhammed’İn nübüvvetinin bâtını (hakîkat-i Muhammediyye) olduğunu belirterek bu mertebenin ancak Hz. Peygamber’İn en kâmil vârislerine ihsan edildiğini ifade etmiştir. Şu halde hâtem-i velayet ve kutbü’l-aktâb hâtenvi nübüvvetin manevî hüviyetini temsil eder Cürcânîde kutbun maddî ve manevî âlemlerdeki bütün varlıklara ruhun bedene sirayet etmesi gibi sirayet ettiğini söyler Kutub derecesine eren en büyük velîye kendisinden manevî yardım istendiği (istigâse) için gavs da denilir. Gavs-ı a’zam tabiri de kutb-i ekberi karşılar.
Kutub inancına ilk defa Muhammed b. Aliel-Kettânî’de (ö. 322/934) rastlanır. Kettânî, ricâlü’l-gaybdan bahsederken kutub anlamında kullanılan gavsın bir tane olduğunu söyler. Kettanî’den sonra kutubdan daha açık ve geniş olarak Hücvîri bahsetmiştir. Hücvîrî’ye göre kutub zahir ve bâtın, maddî ve manevî bütün varlıkların eksenidir, yani her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Onun her şeye feyiz veren bir özelliği vardır. Allah âlemi ve âlemdeki düzeni onun aracılığı ile devam ettirir.
Kutub konusu en geniş ve kapsamlı bir şekilde Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve izleyiçileri tarafından işlenmiştir. İbnü’l-Arabî eî-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ûe kutub meselesine geniş yer ayırdığı gibi ayrıca Menzilü’1-kutb, Risale fî mcfriieti’İ-aktâb ve er-Risâletü’l-ğavsiyye adıyla eserler de yazmıştır. Ona göre her eksen, çevresinde dönen şeylerin kutbudur. Bu anlamda kabile şefi ve aşiret reisi kabilesinin ve aşiretinin kutbudur. Çünkü yönettiği toplum ona dayanır, onun etrafında döner. Tasavvuftaki kutub da böyledir. İbnü’l-Arabî bir işin erbabı ve ustası olan, herhangi bir nitelik veya yetenek kendisinde en mükemmel şekilde tecelli eden kişilere de kutub nazarıyla bakar. Meselâ bir çağda en mükemmel mütevekkil kim ise o çağda tevekkül ehlinin kutbu odur. Buna göre kutub bir tür prototiptir, belli bir zümrenin veya mesleğin ideal temsilcisi ve piridir. İbnü’l-Arabî kutub görüşünü “Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz” mealindeki hadisle, “Her birimizin belli bir makamı vardır[Sâffât 37/164] ve, “Onlardan on iki nakib göndermiştik” [Mâide 5/12] mealindeki âyetlere dayandırır.
İbnü’l-Arabîye göre diğer varlıklar gibi kutbun da ruhu ve sureti vardır. Ruh eksen, suret ise onun çevresinde dönendir. Resûl-i Ekrem’e vahiy gelmeden Önce ve sonra olmak üzere iki kısım kutub vardır. Peygamberlerden oluşan önceki kutubların sayısı 313, sonrakilerin sayısı on ikidir. Mektum kutublar olan Hz. îsâ ile Mehdî bu sayıya dahil değildir. On iki kutubdan her biri Nûh, İbrahim, Mûsâ, îsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İlyâs, Lût, Hûd, Salih, Şuayb olmak üzere bir peygamberin meşrebi üzere bulunur. Bunlardan her birinin kendine has bir zikri ve virdi vardır. Bu virdler peygamberlerin yukarıdaki sıralarına göre Yâsîn, İhlâs, Nasr. Feth, Zilzâl. Vakıa, Bakara, Kehf, Nemi, En’âm, Tâhâ, Mülk sûreleridir. Meselâ Nuh’un meşrebi üzere olan kutub Yâsîn sûresini, İbrahim’in meşrebi üzere olan kutub İhlâs sûresini okur. Umumi velayetin hâtemiyle hususi velayetin hâte-mi olan iki kutub daha vardır. Hususi velayetin hâtemi olan kutub Hz. Muhammed’in kalbi (meşrebi) üzeredir, onun gönüldaşıdır. İbnü’l-Arabî her biri bir iklimde bulunan yedi kutba “abdal”, yine her biri bir yönde bulunan dört kutba “evtâd” adını verir. İster kâfirlerle, ister müslümanlarla meskûn olsun her yerleşim biriminin mutlaka bir kutbu vardır. Allah bu beldeyi o kutub vasıtasıyla korur.
İbnü’l-Arabî ayrıca tasavvuf! makamların sahibi olan kutublardan bahseder. Ona göre her çağda tevekkül, muhabbet, marifet gibi makam ve hallerin her biri için mutlaka bir kutub vardır. Resûl-i Ekrem’in manevî bir özelliğine en yüksek derecede vâris olan bir velîye Muhammedî kutub dendiği gibi yine Hz. Peygamber vasıtasıyla önceki peygamberlerden birinin özelliğini güçlü bir şekilde temsil eden velîye de meselâ İbrâhimî kutub, Musevî kutub gibi adlar verilir.
Kutbü’l-aktâb çeşitli işlevleri itibariyle kutb-i âlem, kutb-i cihan, kutb-i ekber, kutb-i irşâd, halife, kutb-i zaman, kutb-i vakt, vâhid-i zaman, sâhib-i vakt, hicâb-ı a’lâ. mir’ât-ı Hak, kutb-i medar ve gavs adını alır. Mâna alemindeki adı Abdullah olan kutbü’l-aktâbın biri solunda, diğeri sağında olmak üzere iki imam vardır. Sol-dakinin mâna alemindeki adı Abdülmelik olup melekût âlemini, sağdakinin mâna alemindeki adı Abdürrab olup mülk âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine derecesi daha yüksek olan halifesi Abdülmelik geçer ve Abdullah adını alır.
Bütün kutublar kutbü’l-aktâbın emri altındadır. On iki kutubdan yedisine iklim kutubları, beşine velayet kutubları denir. İklim kutublannın her biri bir İklimi kontrol eder. Diğer velîler velayet kutubların-dan feyiz alır. İbnü’l-Arabî ayrıca, velayet yolunda ilerleyen bir sûfînin ulaştığı çeşitli kutbiyet mertebelerinden söz eder. Ona göre kutbü’l-aktâb için de kendine has dereceler vardır. Kutbü’l-aktâb yükselince ferdâniyyet mertebesine ulaşır. Bu mertebede bulunan kutbun irade ettiği her şeyi Hak da irade eder. Bu derecedeki kutub bir velîyi veya kutbu azletme, yerine başkasını tayin etme yetkisine sahip olur. Alâüddevle-i Simnânî’ye göre irşad kutbu güneş veliliğine sahip olup bütün âlemi aydınlatır. Abdal kutbu ise ay veliliği-ne sahiptir; yedi iklimde sözü geçer Ferdâniyyet mertebesindeki kutbü’l-aktâb yükselince vahdet kutbu mertebesine ulaşır. Bu mertebe maşuk olma makamıdır. Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî ve Abdülkâdir-i Geylânî’nin bu dereceye ulaştığına inanılır. Ferdâniyyet mertebesinde mekân söz konusu olmaz. Kutubları halk göremez, fakat derecesi yüksek olan kutublar alt makamlardaki kutub-ları bilirler.
Sûfîlerin kutub inancı ve kutba yükledikleri işlevler bazı âlimlerin eleştirilerine yol açmıştır. Kur’an’da. hadiste, selefte ve ilksûfîlerde kutub inancının bulunmadığını söyleyen Takıyyüddin İbn Teymiyye’ye göre her şeyden önce bazı velîlere kutub ve gavs denilmesi yanlış bir adlandırmadır. Ona göre bu inanç, Şiîler’in masum imam veya astronomi âlimlerinin kutub fikrinden kaynaklanmış olup temelinde Allah’ı hükümdara benzetme fikri yatmaktadır. Allah’a ait bazı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da İslâm’ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz. İbn Haldun da kutub fikrinin İsmâİliyye inançlarıyla benzerliğine dikkat çekmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi