Kuyumculuk Nedir, Sanatı, Tarihçesi, Osmanlıda, Hakkında Bilgi

Kuyumculuk. Türkçe kudmak kuymak “(maden) dökmek” kökünden türeyen kuyumcu “dökümcü, dökmeci” ve kuyumculuk “dökümcülük, dök­mecilik” anlamını taşımaktadır. Terim olarak yalnız kıymetli madenleri kapsa­mına alan kelime için bugün, “birtakım teknik bilgilerle el becerisi yanında zevkiselim ve yüksek bir estetik anlayışı ge­rektiren kıymetli maden ve taşlardan ziy­net eşyası imal etme sanatı” tanımla­ması yapılabilir. Eskiden altın ve gümüş kaplar, sofra takımları, kalemdan. tüfek, tabanca ve kılıç kabzaları, el aynası, şam­dan gibi eşya da kuyumcular tarafından işlenirdi; günümüzde bu faaliyetler baş­ka alanlara kaymıştır. Arapça’da kuyum­culuğun adı “kalıba dökmek” mânasına gelen şavğdan türetilmiştir: Siyâga “dö­küm, dökme”, savvâğ, sayyâğ, sâiğ “dökümcü” (kuyumcu). Kuyumculuk, işlenen maddenin cinsine veya uygulanan tekni­ğe göre de adlandırılmıştır. Gümüşçü yahut Batı dillerindeki goldsmith (altın dövücü), silversmith (gümüş dövücü) ve jewellery gibi. Osmanlılar da kuyumcu için zerger (Far. “altın işleyen”) ve kuyumcu­luk için zergerî kelimelerini kullanmışlardır.

“Ziynet eşyası imali” anlamında kuyum­culuğun Mısır’da hanedanlık öncesi Badâri kültüründe (m.ö. 5500-4000) başla­dığı ve ilk ürünlerin perdahlanmış malahit boncuklar olduğu sanılmaktadır. Daha sonra bu taş işçiliği ilerleyerek Eskiçağ’ın en gelişmiş kuyumculuk sanatı halini al­mıştır. Kazılarda ele geçen orijinal bulun­tuların yanında özellikle duvar resimlerin­den elde edilen bilgiler, Mısır kuyumcu­luğunun modern fabrikasyon dönemine kadar bütün dünya kuyumculuğunu etki­lediğini göstermektedir. Kıymetli taş del­mekte kullanılan matkapkemence ve sarı alevi maden eritmeye ve kaynak yap­maya elverişli yüksek derecelere çıkaran körük ve üflecin (hamlaç) bilinen ilk ör­neklerine Mısır duvar resimlerinde rast­lanmaktadır. Mezopo­tamya’da Ur kral mezarlarında bulunan filigran (telkari) ve granüle (güverse; altın satıh üzerine küçük altın kürecikler kay­natma) teknikleriyle yapılmış taşlı ve taş­sız mücevheratla Alacahöyük ve Troya’da bulunan, tekniklerinden çok tasarımla­rıyla dikkat çeken altın kaplar ve takılar. milâttan önce İli. binyılda ulaşılan kuyum­culuk düzeyine ışık tutmaları bakımından önemlidir. Böcek, sinek, palamut gibi tek­rarlanan takı tanelerinin yapımında kalıp baskı tekniği uygulanmıştır. Şimdiye ka­dar ele geçen en erken kalıplar Uşak Güre çevresinde bulunan ve milâttan önce V. yüzyıla tarihlenen Anadolu-Pers döne­mine ait örnekler olup halen Uşak Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. Altay, Tuva, Minusinskve Batı Moğolistan kurganlarında ele geçen çok sayıda ziynet eşyasıyla altın ve gü­müş kap kaçak da Asya’nın bu bölgesin­de yaşayan toplumlar arasında kuyumcu­luğa eskiden beri büyük önem verildiğini göstermektedir. Bunlardan kime ait oldu­ğu halen tartışılan bazıları çok üstün bir sanat değeri taşır ve ince bir zevki yansı­tır. Almatı yakınlarındaki Eşik kurganın­da bulunan kırmızı kumaş üzerine aplike edilmiş, görüntüyü zırha benzeten altın plakalarla süslü ceket, pantolon, pelerin ve başlıktan oluşan elbise ile kılıç takımı milâttan önce V veya IV. yüzyıla tarihlenmektedir. Altın plakalara repose ve ajur teknikleriyle at ve geyik figürlerinin işlen­diği elbisenin aynı kurganda mevcut gü­müş bir tas üzerindeki yazıdan bir Türk prensine ait olduğu öğrenilmektedir. Daha sonraki asırlara ait Göktürk mezarlarından çıkan buluntulardan da belli formdaki ahşap kalıp üzerine yerleştirilen altın veya gü­müş levhalara yuvarlak uçlu kalem ve çe­kiçle aynı şeklin kazandırılması ve keskin kalemlerle çizgisel nakışların yapılması gibi metotların uygulandığı anlaşılmakta­dır. Macaristan’da bulu­nan Nagyszentmiklos hazinesindeki eser­lerin üzerinde yer alan tasvirler de Türk üslûbunu yansıtmakta ve hazinenin muh­temelen Peçenekler’e ait olduğunu gös­termektedir.

Kitâb-ı Mukaddes’in çeşitli yerlerinde yüzük, bilezik, küpe, gerdanlık, halhal, ayak zinciri, kemer, taç, burun halkası gi­bi altın ve gümüş ziynet eşyasından, akik, yakut, zümrüt, yeşim, su mermeri, ame­tist, safir, lapis gibi değerli ve yarı değer­li taşlardan, inciden ve Hârûn için yapılacak kâhinlik elbisesiyle özel göğüslükte altın yuvalara kıymetli taşların yerleştirilmesi, taşlar üzerine ka­bile adlarının yazılması, boyuna takmak için halka ve zincir yapılması gibi kuyum­culukla ilgili birtakım işlerden söz edilir. Ayrıca altınla kaplanan ahit sandığı ve yedi kollu altın şamdanın nasıl yapilacağıyla ilgili bölüm­lerde “üstat işi, dövmeci işi gibi ifadelerle kuyum­culuğa atıfta bulunulur. Eski Ahid”de put yapan kuyumcuların da bahsi geçer.

Kettânî, Kur’an’da, Musa’nın ardından kavminin ziynet olarak takındıklarından bir buzağı heykeli yapıp onu tanrı edindi­ğini bildiren âyetin [A’râf 7/148] kuyum­culuğa delâlet ettiğini söyler. Diğer bir âyette, yağmur yağınca vadilerden aşağıya doğru akan suyun çer çöp ve tortuyu alıp götürmesi, süs eşyası veya alet edevat yapan usta­nın madeni ateşte eriterek üzerinde bi­riken cürufu gidermesine benzetilir.[Ra’d 13/17] Denizden çıkarılan hilyelerin (inci ve mercan) şükrü gerektiren inkâr edilmez nimetler olduğu vurgulanır.[Nahl 16/14; Fâtır 35/12; Rahmân 55/ 22] Denizden elde edilen ziynetler Mual­laka şairlerinin teşbihlerinde de yer alır. Bazı hadis­lerde görülen kuyumculuk aleyhine kulla­nılmış ifadeler ise altın ve gümüşün aya­rıyla oynayanlar, erkekler için haram olan ziynet eşyası ve altın kap kaçak yapanlar­la alâkalı görülmüştür. Ayrıca kuyumcuların insan­ların en yalancıları arasında sayılması fazla sipariş alıp işi zamanında yetiştirememeleri üzerine devamlı şekil­de teslim tarihini ertelemeleriyle yorum­lanmıştır. Buhârî “Büyü11” (alışveriş) bölü­münde kuyumcularla İlgili bir bab aç­mıştır. Kaydettiği rivayetler­den. Mekke Haremi’nde bitkilerin koparılması yasaklanırken kuyumcuların kul­landığı izhirin (Mekke ayrığı) hariç tutul­duğu öğrenilmektedir. Medine’de kuyum­culuk yapanlar daha çok Benî Kaynukâ’lılar’dı. Bir rivayette, bu kabileden bir ku­yumcunun develerle izhir getirip Medi­ne’deki meslektaşlarına satmak üzere Hz. Ali ile anlaştığı belirtilmektedir. Bu rivayet. Nevevî ile İbn Hacer tarafından gayrimüslimlerle ticarî ilişkilerin cevazına delil sayılmıştır. Câhiiiye döne­minde bir savaşta burnunu kaybeden Arfece b. Es’ad. çirkin görüntüsünden kur­tulmak için yerine gümüşten bir burun yaptırmış, fena kokuya yol açması üzeri­ne ihtida ettikten sonra onu Hz. Peygam-ber’in isteğiyle altından olanıyla değiştir­mişti. Bu olay ve sahabeyle tabiîn arasında düşen diş­lerini altın telle bağlatanların bulunması o dö­nemde kuyumculuk sanatının oldukça ile­ri bir seviyeye ulaştığını göstermektedir. Ayrıca hadis kaynaklarında, Resûl-i Ekrem ve sahâbîlerin aynı zamanda mühür ola­rak kullanılan yüzükler takındıkları hak­kında çeşitli bilgiler bulunmaktadır.

İlk devir İslâm kuyumculuğundan gü­nümüze fazla bir örnek ulaşmamıştır. Bu­lunan en eski eserler. V. (XI.) yüzyılın ilk yansına tarihlenen İslâm coğrafyasının doğu veya batısına ait birkaç parça ziynet eşyasından ibarettir. İslâm tarihinin ilk üç dört asrındaki takılar, dolayısıyla o dönem­lerin kuyumculuğu hakkında sahip olunan bilgiler, daha çok bazı saray kalıntıla­rında ortaya çıkarılan heykel ve kabart­malarla edebî metinlere dayanmaktadır. Ele geçen tasvirler, ilk dönem kuyumcu­luğunda önemli ölçüde Roma-Bizans ve Sâsânî etkisi olduğunu göstermektedir. V. yüzyılda yaşayan Reşîd b. Zübeyr el-Kâdî tarafından yazılan ez-Zeha’ir ve’f-tuhaf’ta Emevî ve Abbasî devlet adamla­rına gelen hediyeler arasında çok değerli taşlardan, “yetime” denilen olağan üstü büyük incilerden, altın ve gümüşten ya­pılmış eşyadan söz edilir. İlk dönem İslâm takılarında görülen orijinal bir özellik ya­zının süs unsuru olarak kullanılmasıdır. Mevcut örneklerden Rakka’da (Suriye) bulunan V. (XI.) yüzyıla ait altın levhalardan yapılmış ve granüle-telkâri bezemelerle süslenmiş bir bilezi­ğin kilidine doğru incelen halkalarında iyi dilekler içeren kûfî yazılar yer almaktadır. Bu bileziğin bir benzeri Abbasî Halifesi Kâdir-Billâh’ın adını taşıyan. 1000-1028 yılları arasındaki Gazneli Mahmud hâki­miyetinde Nîşâbûr’da basılmış dinarların kalıp olarak kullanıldığı desenlerle bezen­miştir yüzyıllar İs­lâm kuyumculuğuna ait İran’da yapıldığı sanılan, yaprak, küre veya dilimli boncuk şeklinde ayakları bulunan küpeler, bilezik, kolye ve yüzüklerle kemer setlerinde gra-nüle, hâk. savat, repose, telkari ve döküm tekniklerinden birinin veya birkaçının bir arada uygulandığı görülmektedir. Bu tekniklerin uygulanma­sına Endülüs’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada yeni motif ve tasarımlarla devam edilmiştir.

Osmanlılar’da kuyumculuk mesleği çok gelişmişti. Ehl-i hireften zergerler nakkaş, hakkak ve zernişanci (çelik namlular ve yeşim gibi sert taştan yapılmış kabza vb. üzerine altın kakma yapan) gibi kendi dal­larıyla ilgili gruplarla iş birliği halindeydi­ler. 932 (1526) tarihli bir ehl-i hiref me-vâcib teftiş defterinden o yıl sarayda elli sekiz zerger. yirmi iki zernişancı ve dokuz hakkakin çalıştığı anlaşılmaktadır. Bun­ların içinde Tebrizli ve Bosnalılar çoğun­lukta olmakla beraber Horasanlı, Arnavut, Rus. Gürcü, Üsküplü, Akkirmanlı. Çerkez, Herseklİ ve Rum ustalarla çıraklar da bu­lunmaktaydı. Aynı asrın ortalarına doğru maaş defterlerinde kuyumcuların Rum ve Acem olmak üzere iki sınıfa ayrıldığı görülmektedir. Saray­daki hediye defterlerinde diğer ehl-i hiref gibi kuyumcuların da padişaha sunduk­ları hediyelerin listeleri bulunmaktadır. Kuyumcular saray için sorguç, istefan (hotoz), zülüflük, enselik.saçbağı. ger­danlık, yüzük, zihgir (okçu yüzüğü), bilezik, küpe, halhal, pazıbent, kemer ve kemer tokası, zincir gibi takılar; Kur’an mahfa­zaları, kılıç, yatağan, hançer, gürz, tüfek kabzaları; teşbih kamçıları; değişik kutu­lar ve rahleler; bardak, matara, kâse, şer­betlik, maşrapa, fincan takımı gibi kaplar veya bunlara ait zarflar ve ayna takımları gibi birçok eşya imal etmişlerdir. Osmanlı sultanlarının yabancı devletlerle imzala­dıkları muahedelere ve yolladıkları mek­tuplara takılan kozaklar da saray kuyum­cuları tarafından yapılmaktaydı.[bk. Kozak]

Babası Sarây-ı Âmire kuyumcubaşısı olan Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre o dönemde İstanbul’da 3000 kadar ku­yumcu dükkânı ve 5000 kadar çalışanı bulunmaktaydı. Evliya Çelebi bunların örs. çekiç ve ateş kullandıkları İçin Hz. Dâvûd’u pîr kabul ettiklerini, ancak aslında risâlet asrındaki pirlerinin Nasr b. Abdul­lah olduğunu söyler. Yine Evliya Çeiebi’nin kaydettiğine göre genelde her biri bir sa­natla ilgilenen Osmanlı sultanlarından Ya­vuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süley­man kuyumculuk işini öğrenmişlerdir. Kanunî tahta çıkınca kuyumcular için çeş­mesi, hamamı olan, önü bahçeli, iki tara­fında kuyumcu tezgâhlarının bulunduğu odalara sahip bir iş yeri yaptırmış ve ora­ya çok sayıda kap kaçak bağışlamıştır. Ev­liya Çelebi’nin anlattıklarından Osmanlı sultanlarının kuyumcu esnafına Özel bir önem verdikleri anlaşılmaktadır. Kuyum­cu esnafının yirmi yılda bir Kâğıthane’deki padişaha ait mesire yerlerinde 5-6000 kadar çadırın kuruldu­ğu büyük bir cemiyetleri olurdu. Burada sultana ait kös ve davullarla yirmi gün kadar şenlik yapmaları (teferrüc) kânûn-ı Süleymânî idi. Toplanacak büyük cemiye­te davet için Osmanlı diyarında bulunan bütün kuyumculara bir yıl Öncesinden zergeran çavuşları yollanırdı. Bunların hepsinin gelmesi mümkün olmadığından içlerinden seçtikleri “necîb ve reşîd hali­feler sâhib-i post olmaya beşer onar bin kuruşla” gönderilirdi. Padişahın, vezirle­rin ve şeyhülislâmın katıldığı merasimler­de peştemal bağlanan yeni ustalar pirle­rinin ellerini öpüp icazet alırlardı. Evliya Çelebi bu merasimlerle ilgili geniş bilgi verir ve başka esnafın bu derece büyük şenliklerinin olmadığını söyler. Ayrıca “haddeciyân, bâzergân-t cevâhirciyân, incüciyân, zergerân-ı cevâhirciyân, kalciyân-ı kuyumciyân, cevher fürûşân, elmas-bür, kalemkerân, sırma-keşân, tel-i âhenkeşân, tîzâbciyân (kez-zapçılar), hakkâkân, potaciyân, buraciyân” gibi kuyumcu esnafıyla bunların pîrleri hakkında bilgi verir ve yılda bir defa ku­yumcu ve saatçi dükkânlarındaki dökün­tü ve tozları toplayıp gümüşhanecilere satan romatçıyân esnafından bahseder. Nakkaş Osman ve Levnî de surnâmelerde kuyumcu esnafının geçişlerini tasvir etmişlerdir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski