Lale Devri -Osmanlı- Nedir, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Lâle Devri. Osmanlı tarihinin 1718-1730 yılları arasına sonradan verilen ad.

XVIII. yüzyıl Osmanlı kroniklerinde Lâle Devri adı altında bir dönem tanımlaması mevcut değildir. 1718’de Avusturya ve müttefiki Venedik’le imzalanan Pasarofça Antlaşması’nın ardından başlayan uzun barış döneminde başta Haliç ve Boğaziçi olmak üzere iptilâ derecesine varan bir yaygınlıkta lâle yetiştirildiğinden ilk defa Yahya Kemal Beyatli bu devir için Lâle Devri tabirini kullanmıştır. Tarihçi Ahmed Refik Altınay tarafından 1913 yılında İk­dam gazetesinde tefrika edilen makale­nin ve iki yıl sonra basılan kitabın başlı­ğında kullanılan bu ad Osmanlı tarih lite­ratüründe yaygınlık kazanmış, Osmanlı tarihinin bir zevk, eğlence, barış, yenileş­me ve sivil reform döneminin başlangıcı olarak anlaşılmıştır.

Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın uzun sadâret yıllarını içine alan ve 1730′-da Patrona Halil İsyanı ile sona eren bu dönem Batı ile siyasî, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği zaman dilimini ifade eder. Paris’e, Viyana ve Moskova’ya gönderilen elçilerden sadece diplomatik ve ticarî antlaşmaları imzala­maları değil Avrupa diplomasisi ve askerî gücü hakkında bilgi edinmeleri de isten­miştir. Paris’e XV. Louis nezdine gönde­rilen Yırmisekiz Çelebi Mehmed Efendi başta eğitim olmak üzere Fransa’dan çok etkilenmiş ve bunu İstanbul’a taşımıştır. Bu arada ticarî ilişkiler de gelişmiş, iki ül­ke arasında yılda 500 ticaret gemisi gidip gelmiştir.

Yenileşme politikasının en önemli gös­tergesi, Çelebi Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Said Efendi ve İbrahim Müteferrika’nın gayretleriyle 1727’de Müteferrika’nın İstanbul Yavuzselim’deki evinde kurulan matbaadır. Bir istihkâm subayı olan ve Osmanlı hükümetinden İltica ta­lebinde bulunan De Rochefort, bazı askerî reform girişimlerinde bulunmuşsa da ye­niçerilerin tehdidinden korkulduğundan bunda başarılı olunamamıştır. Bir Fransız mühtedisi olup Gerçek Dâvud Ağa adıyla anılan kişi de Şehzadebaşı’nda çağdaş an­lamda ilk yangın söndürme kurumu olan Tulumbacı Ocağı’nı kurmuş. Boğaz güvenliği için Kız Kulesi’ne fener konulmuştur. Bu arada tersane ıslah edil­miş ve ilk defa üç ambarlı gemilerin ya­pımına başlanmıştır. Teknoloji alanında, Seyyid Vehbî ve Mehmed Hâzin’in eser­lerinde dönemin sünnet eğlencelerinde kullanılan ve içinde beş altı kişi bulundurabilen timsah şeklinde deniz altıdan da söz edilmektedir. Sa­nat ve edebiyattan hoşlanan Veziriazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa dönemin ünlü şair, musikişinas ve sanatkârlarını etrafına toplamış, dışarıya el yazması ki­tap çıkarılmasını yasaklamıştır. Asıl önemlisi, resmî bir tercüme heyeti kurularak Doğu’dan ve Batı’dan önemli eserlerin Türkçe’ye çevrilmesidir.

Düşünce alanında önemli değişikliklerin yaşandığı on iki yıllık bu devirde sistemli bir telif hareketi olmuştur. Vak’anüvis ta­rihleri dışında Seyyid Vehbî dönemin eğ­lenceye dönük sosyal hayatını Surnâme’-sinde, Pasarofça Antlaşması’nı ise Sulhiyye’sinde ele almıştır. Müellifi bilinme­yen Islahat Takriri’nde Osmanlı tarihin­de ilk defa ciddi bir şekilde yenileşme me­selesi tartışılmıştır. Bunların dışında dönemin “reîs-i şâirân”ı Osmanzâde Ahmed Tâib ile şuarâ tezkiresi müellifleri olan Safâî, Salim ve İsmail Belîg’in birçoktercüme ve telifi vardır. Bazı eserler ise Türkçe’den Fran­sızca’ya çevrilmiştir. Topkapı Sarayı’nda, Yenicami’de ve Damad İbrahim Paşa’nın Şehzadebaşı’ndaki külliyesi içinde kütüp­haneler tesis edilmiş, şair Nedîm’in hâfız-ı kütübü olduğu saray kütüphanesinde dersler yapılmış çiniciliği geliştir­mek için Tekfur Sarayı’nda bir çini imalât­hanesi kurulmuş, İznik ve Kütahya ima­lâthaneleri restore edilmiş, kiremit ima­line başlanmıştır. Bu arada bir dokuma atölyesi açılmış, esnaf denetlenmiş, iç ve dış ticaret geliştirilmiştir. Yİrmisekiz Çe­lebi Mehmed Efendi’nin ülkeye dönme­sinden sonra İstanbul’da başta mimari olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları kendini göstermiştir.

Belgrad ormanlarındaki tatlı suların İstanbul’a nakli için bentler şehrin çeşitli yerlerinde de çeşmeler yaptırılmıştır. İstanbul’da ye­ni yollar ve iskeleler inşa ettirilmiş. Kapalı Çarşı’nın yanan Sandal Bedesteni yenilen­miştir. Çarşılarda ekmek satışı ve kahve ithali denetlenmiş, tababet geliştirilmiş, imtihansız tabipler meslekten uzaklaştı­rılmıştır. Tıp alanında başta Derviş Ömer Şİfâî tarafından olmak üzere birçok eser kaleme alınmıştır. Nitekim İstanbul’daki İngiltere elçisinin eşi Lady Montagu, Tür­kiye Mektupları’nda. Türki­ye’de bazı hastalıklara, özellikle çiçek has­talığına karşı aşı yapıldığından söz etmek­tedir. Boğaziçi ve Haliç kıyıları köşkler ve kasırlarla donatılmıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa’dan getirttiği planlara göre İnşa edilen yapılarda Avru­pa mimarisinin tesirleri görülmeye baş­lamış, duvarlar Avrupalı ustalar tarafın­dan Batı tarzında süslenmiştir. Köşklerin en önemlisi İbrahim Paşa’nın gayretiyle iki ayda tamamlanan Kâğıthane’deki Sâdâbâd Kasrı idi. Devlet adamları tarafın­dan bu mekân kısa sürede şenlenmiş, Kâ­ğıthane deresinin iki tarafı beyaz köşk­lerle donatılmış, âdeta Paris civarındaki Versailles’a nazîre olmuştur. Diğer köşk­lerin en ünlüleri Salıpazarı’ndaki Emnâbâd. Cağaloğlu’ndaki Ferahâbâd, Aiibeyköy’deki Hüsrevâbâd, Bebek’teki Hümâyunâbâd. Defterdar”daki Neşatâbâd ve Üsküdar’daki Şerefâbâd kasırlarıdır. Ayrı­ca Üsküdar ve Kadıköy sahillerinde köşk­ler inşa edilmiştir. Çeşmelerin en önem­lisi Bâb-ı Hümâyun önündeki III. Ahmed Çeşmesi olup bu yapı daha sonra Azapka-pı. Tophane ve Üsküdar meydanında yapı­lanlara örnek olmuştur. Bu arada şehrin temizliğine özen gösterilmiş, surlar ona­rılmış, birçok köşesi latif bahçelerle süs­lenmiştir.

Damad İbrahim Paşa, III. Ahmed’e dai­ma sükûnet ve neşeli bir ortam hazırla­maya özen göstermiş, bu doğrultuda ya­pılan eğlence ve şenliklerin sembolü de lâle olmuştur. Sadece bahçelerin değil pencere pervazlarının da en gözde çiçeği olan lâlenin 839 türü yetiştirilmiş, yeni türlerin üretimi için yarışmalar düzenlen­miştir. Lâle soğanlarının fiyatı çok artınca hükümet spekülasyonları önlemek ama­cıyla Ekim 1722’de bir ferman çıkarmak ve lâle fiyatlarına narh koymak zorunda kalmıştır. Çiçekçilik bu dönemde gelişmiş, bir meslek haline gelmiş ve bu alanda “şükûfenâme” adı altında kitaplar yazıl­mıştır.

Özellikle yaz gecelerinin eğlenceleri çok gösterişli olmuş, başta Beşiktaş’taki sahilsarayda olmak üzere lâlelerin altında kandiller ve yürüyen kaplumbağaların üzerinde mumlar yakılarak çırağan şen­likleri yapılmıştır. Çok defa bu ziyafet ve eğlencelere elçiler de katılır, bunların ba­zısı yanlarında ressam da bulundururdu. Bu döneme şahit olan ressamların en ün­lüsü, otuz yıl İstanbul’da kalan Jean Baptiste van Mour olup günümüze özellikle kıyafet ve yaşayış tarzıyla ilgili resimler bırakmıştır. Yerli tasvirlerin en güzelleri ise minyatür sanatçısı Levnî’ye aittir. Geç­miş asırlara göre iyice dünyevîleşen eğ­lenceler geniş halk kitlelerince de benim­senmiş ve sık sık verilen ziyafetler sonun­da nişan tâlimleri, at ve yüzme yarışları, güreş vb. etkinlikler yapılmıştır. Lâle mevsimi sona erip kış soğukları başlayın­ca bir yandan Sultan Ahmed ile veziri her tarafı kapalı mekânları ısıtarak lâle ve karanfil yetiştirmeye çalışırken, Öte yan­dan helva ziyafet ve sohbetleri devreye girer, yapılan şölenlere şairler, edipler ve musikişinaslar da davet edilirdi. Hanedan mensuplarının sünnet ve evlilik düğünleri günlerce, hatta haftalarca süren eğlen­celere yol açardı,  Osmanlı tarihi kaynaklan bu zevk ve sa­fa döneminde sarayın da etkisiyle ahlâk, yaşayış ve âdetlerde değişmeler başladı­ğını ve lüks tüketimin arttığını belirtir. Devlet adamlarına orta sınıfın da katılma­sıyla başlayan aşırı harcamaların, özellikle kadınların aşırı süslenmelerinin önlenme­si için bir ferman dahi çıkarılmıştı. Edebi­yatın temsilcisi olan Nedîm. Lâle Devri’-nin özellikle eğlenceye bakan safhasını şiirlerinde yansıtırken dönemin tarihini Râşid Mehmed. Çelebizâde Asım ve Arpa-eminizâde Mustafa Sami yazmıştır.

Başta padişah ve sadrazam olmak üze­re devlet ricalinin gelenekleri zedeleyecek dereceye ve israfa varan eğlence düşkün­lükleri bazı çevreleri rahatsız etmekte ge­cikmedi. Sarayın ölçüsüz masrafları, ge­leneklerden kopma, sadrazam tarafından konulan aşırı vergiler başta ulemâ olmak üzere halkın büyük çoğunluğunun hoşu­na gitmiyordu. Askerî reformlardan en­dişe duyan yeniçeriler de gayri memnun halkı destekliyordu; zira boş vakitlerinde ticaretle uğraşan yeniçeriler gibi küçük zanaatkarlar da son konulan vergilerden memnun değillerdi. Bazı ulemânın bu hoşnutsuzluğu körüklemesine rağmen ayaklanma siyasî sebeplerden dolayı çık­tı. Rusya’nın bir süredir Hazar sahillerine kadar uzanan bölgeyi işgal etmesi, yöre müslümanlannın Osmanlı padişahından yardım talepleri ve İran’da gelişen olaylar Osmanlı Devleti’nin dikkatini ister istemez doğuya çevirmişti. Bazı batı İran şehirle­rine giren Osmanlılar ile Ruslar karşı kar­şıya geldilerse de Fransa’nın İstanbul’­daki elçisi Marquis de Bonnac’in devreye girmesiyle 1724’te bu devletle “ebedî sulh” diye anılan mukâsemenâme imza­landı ve İran’ın bazı şehirleri paylaşıldı. Ancak İran’ın doğusunda gelişen olaylar sonunda Şah II. Tahmasb’ın tahttan in­dirilmesi üzerine yeni İran hâkimi Eşref Şah bu anlaşmayı kabul etmedi. 1726’da yapılan Osmanlı-İran savaşını Osmanlılar kaybetti. Doğuda gelişen bu olaylar, merkezde III. Ahmed’e ve Sadrazam İb­rahim Paşa’ya muhalefeti giderek arttırdı. II. Tahmasb’ı himayesine alarak Osmanlı idaresindeki İran şehirlerini, bu arada Hemedan ve Tebriz’i alan Nâdir Ali Han’ın (Nâdir Şah) başarıları hükümet karşıtlarını harekete geçirdi. Sefer giderleri için yeni vergiler konması da bardağı taşıran son damla oldu. Merkezdeki hoşnutsuzluğa taşradaki asayişsizlik sonucu İstanbul’a yönelik göçler, artan işsizlik ve esnafın karşılaştığı zorluklar da eklenmişti. Önem­li devlet mevkilerine sadrazam ve şeyhü­lislâm yakınlarının getirilerek bazı kişile­rin önlerinin tıkanması içten içe iktidar kavgalarına yol açmaktaydı. Özellikle sad­razamın, akrabalarından oluşan bir ekip kurmuş olması ve bunların önemli görev­lere getirilmesi en çok tepki çeken konu­yu oluşturuyordu. Sonunda Tebriz’in el­den çıktığı, sadrazamın bunu gizlediği, Üsküdar’da toplanan, fakat bir türlü sefe­re çıkmayan ordu gibi bahanelerle Patro­na Halil önderliğinde bir ayaklanma pat­lak verdi. Patrona Halil İsyanı olarak bili­nen bu ayaklanma sırasında damadı İb­rahim Paşa’yı feda eden III. Ahmed, âsile­rin isteği üzerine tahtı da yeğeni I. Mahmud’a terketmek zorunda kaldı. Salta­natının ilkyıllarında âsilerin isteklerine boyun eğen yeni padişah onların lâle bahçelerini, köşkleri ve diğer eğlence yerle­rini tahrip etmesine engel olamadı. Böylece bu dönemin zevk ve eğlenceye bakan yönü sona erdiyse de ye­nileşme ve Batı’ya açılım faaliyetleri sür­dü.

  • Lale Devri Edebiyatı Özellikleri, Edebi Eserleri, Dönemi, Edebiyatçıları,

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski