Lat Putu Nedir, Ne Demek, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Lât. İslâm öncesi Arap toplumundaki putlardan biri.

İslâm’dan önce Arap çok tanrıcılığında, üstün bir varlıkla (Allah) insanlar arasında aracılık işlevi yüklenmiş olan ikinci dere­cedeki tanrılardan biri de Lât adı verilen puttur. Lât kelimesinin iki farklı etimolo­jisi söz konusu edilmektedir. Arap müel­lifleri Lât adını “kırıp ezmek, karıştırmak, yoğurmak” anlamındaki lett kökünden türetmektedir. Arapça’da özellikle arpa, nadiren de buğday ununu su veya yağla karıştırmaya “lette’s-sevîk”, bu işi yapana da “lât” denilmektedir. Rivayetlere göre, bu şekilde hazırladığı yemeği Tâif teki bir kayanın yanında orayı ziyarete gelenlere iKram etmeyi âdet haline getiren bir kişi Lât diye adlandırılmış, ölünce de kabri zi­yaret yeri haline gelmiş ve kendisine tapınılmıştır. Bu kişinin Sakifli olduğu ve Amr b. Luhay tarafından putlaştırıldığı veya Amr b. Luhayy’in kendisi olduğu da nakledilmektedir. İbnü’l-Kelbî ise Tâif te­ki kayanın yanında buğday dövmeyi âdet edinmiş bir yahudiden bahsetmektedir.

Menât ve Uzzâ gibi Lât da Kudüs ma­bedine Manasse tarafından konulan ve Yoşiya tarafından yıktırı­lan kıskançlık putu Astarte’nin şekillerinden (avatar) biridir; aynı unvan Ugarit metinlerinde Aşera için söz konusudur. Bu husus dikkate alındığında arpa veya buğday unundan yiyecek şey­ler yapma işi, Eski Ahid’deki “kıskançlık takdimesi” adı verilen ve sadece arpa unundan yapılan bir İbranî uygulamasını hatırlatmaktadır. Tanrıya tereyağı, un veya tahıldan mamul takdimelerin sunul­ması Sâmî geleneğinde bilinmektedir. Su­nağın bekçisi (sâdin) bu tür malzemeler­den yiyecekler yapıyor ve kutsal yemeğe iştirakin bir sembolü olmak üzere ziya­retçilere ikram ediyor yahut satıyordu. Dolayısıyla Tâif’teki kutsal kayanın yanın­da yerleşmiş, kendisine getirilen kadın­ların suçluluk veya suçsuzluğunu tesbit için bu uygulamayı yapan bir yahudi kohen ya da bir Arap kâhin düşünülebilir. Takdim edilen arpa unundan bir avuç ate­şe atılıyor, kalaniyla da din adamı yolcu­lara satmak veya vermek üzere pide ya­hut başka yiyecek yapıyordu.

İkinci etimolojiye göre lât kelimesi “tan­rıça” anlamına gelen “eL-ilâhe”nin bozul­muş şeklidir veya Allah lafzının sonundaki he harfi kaldırılarak yerine müenneslik eki olan tâ harfi getirilmek suretiyle oluş-turulmuştur. Fakat Lât İçin Rabbe ve­ya Tâğıye denildiği halde ilahe sıfatı hiç kullanılmamakta, özellikle şiirde ilâhlaştırılan güneş ilahe diye nitelenmektedir. Diğer taraftan Lât İle el-ilâhe arasında bir türetme ilişkisinin bulunmadığı, ayrıca sonundaki tâ harfinin müenneslik takısı olmayıp kelimenin asıl harflerinden ol­duğu gerekçesiyle bu etimolojilere karşı çıkılmaktadır. Lât kelimesinin Akkadca’-daki Tanrı ismi El’in müennesi olan Ilat’ın bir varyantı olduğu da düşünülebilir; an­cak ilahe gibi Ilat’ın da güneşle (şems) aynîleştirilmesine karşılık Lâfın güneşle il­gili bir özelliği yoktur. Lât kelimesi Herodot’ta Alilat, Akkadca metinlerde Allatum şeklinde geçmekte, ayrıca Safevî, Palmir ve Ârâmî metinlerinde yer almaktadır. Kelimenin Arapça’da “yönel­mek” anlamındaki leyy kökünden geldiği. insanlar ona yöneldikleri, onu tavaf ettik­leri için bu ismi aldığı da ileri sürülmekte, daha başka etimoloji­lerden de söz edilmektedir.

Etimolojisi ne olursa olsun İslâm öncesi Arap toplumunda Menât ve Uzzâ ile bir­likte Lât en çok saygı gören putlardandı. Lât, Semûd kavminin soyundan gelen Sakifliler’in putu idi ve Mekke’den tapınağı­ma bulunduğu Taife, el-Batrâ’dan (Petra) Hîre’ye, Halep’ten Tedmür’e (Palmira) ka­dar Yakındoğu coğrafyasının her yerinde kendisine saygı gösteriliyordu. Bulundu­ğu çevreye göre farklı şekiller alıyor, Tâif-te kare biçiminde beyaz bir taşla, Tedmür’de gerçek bir kraliçe heykeliyle, hat­ta kıllı vücutlu, buruşuk aslan burunlu, yırtıcı kuş kanatlı ve ayaklı, elinde yılan olan bir kadın şeklinde tasvir ediliyor. Helenistik etkiyle Astarte gibi bir deniz veya Athena gibi bir savaş ilahesi haline dönüşüyordu.

En ilkel şeklîyle Hicaz’da bulunan Lât sadece, altında hediyelerin muhafaza edildiği bir çukur bulunan dört köşe, na­kışlı, beyaz bir kaya parçası şeklinde tas­vir ediliyordu. Buraya Lâfın bekçiliğini yapan Sakif kabilesinden Attâb b. Mâlik oğullan, tıpkı Kabe gibi üzerinde örtü bu­lunan ve “beytü’r-rabbe” denilen bir bina yapmışlardı, ayrıca mabedin görevlileri ve bekçileri vardı, Kureyş’Ie birlikte bütün Araplar’ın tazim ettiği Lâfa ait Hicaz’ın değişik yerlerinde sunaklar mevcuttu; bunlardan biri de Nahle’de bulunuyordu. Sakifiiler’in her seferden dönüşte öncelik­le ziyaret ettikleri bu mabede gelenler sa­dece kurban takdimiyle yetinmiyor, tavaf da yapıyorlardı. Lâfın tapınağının bulun­duğu vadide Mekke’deki Harem’e tekabul eden kutsal bir bölge vardı ki burada da ağaç kesmek ve avlanmak yasaktı.

Lâfın Tâifteki önemi, sunağının bu­lunduğu bu şehrin ekonomik ve turistik cazibesinden kaynaklanıyordu. Kureyşliler ile Sakifliler arasındaki rekabet ve düş­manlık sebebiyle Tâif teki beyaz taş Mek­ke’deki siyah taşın (Hacerülesved) karşılığı kabul edilmiş ve Tâif bir tür hac mekânı olmuştur. Kabileler arası görüşmeler sonucunda Kureyşliler, Tâifliler’e karşı ol­malarına rağmen Lât kültünü benimse­mişlerdir. Uzzâteyn (iki Uzzâ) diye adlan­dırılan Lât ve Menât eskiliklerine rağmen en önemlileri olan Uzzâ’nın kızları olarak kabul edilmiştir.

Lâfın sunağı Hz. Peygamber’in emriyle yıkılmış, bu sırada başlarına bir felâket gelmesinden kaygılanan Sakifliler yıkım işini korku içinde izlemişler, kadınlar ör­tülerini yırtarak dövünmüşlerdir. Mugire b. Şu’be’nin görevlendirildiği yıkım işi ta­mamlanınca Resûl-i Ekrem’in emriyle oradaki altın ve değerli taşlardan oluşan hazine Ebû Süfyân’a verilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Lât ismi Uzzâ ve Me­nât ile birlikte anılmaktadır.[Necm 53/ 19-20; ayrıca bk.Garânîk] Hadislerde müşrik Araplar’ın Lât, Menât ve Uzzâ’ya yemin ettikleri, yanlışlıkla Lât ve Uzzâ’ya yemin eden kişinin hemen kelime-i tev­hidi söylemesi gerektiği belirtilmekte, Lât ve Uzzâ’ya tapınılıncaya kadar kıyametin kopmayacağı bildirilmektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski