Latîf. Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
Sözlükte “nazik ve merhametli davranmak, iyi muamele etmek” anlamındaki lutf kökünden sıfat olan latîf kelimesi “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demektir. Aynı kelime letafet kökünden türemiş kabul edilerek “ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz olan” mânasında da kullanılır. Latîf Allah’ın isimlerinden biri olarak “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden. yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan, zâtı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları dahi bilen” anlamlarına gelir.
Latîf ismi Kur’ân-ı Kerîm’in yedi yerinde geçmektedir. Her ne kadar bazı âlimler latîfte “lütuf ve ihsanda bulunma” mânasının ağır bastığını söylüyorsa da Kur’an’daki bütün kullanılışlarında “hiç kimse tarafından bilinip sezilemeyen en ince noktalara vâkıf olma” anlamının hâkim olduğu görülmektedir. Özellikle Allah’ın, insanların bütün gizli konuşmaları ile zihin ve gönüllerinde barındırdıkları düşünce ve duygulara vâkıf olduğunu ve yaratıcı vasfı taşıyan bir varlığın bilmemesinin söz konusu edilemeyeceğini ifade eden âyetlerde.[Mülk 67/13-14] Hz. Lokman’ın, oğluna öğüt verirken her davranışının -hardal tanesi kadar bile olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde de bulunsa- Allah tarafından bilinip ortaya çıkarılacağı yolunda uyarıda bulunduğunu beyan eden âyette [Lokman 31/16] ayrıca Hz. Peygamber’in eşlerine hitap eden âyette [Ahzâb 33/34] geçen latîf isminin bilmeye yönelik muhtevası açıkça ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında Hz. Yûsuf’un mazhar kılındığı ilâhî nimetlerden söz eden [Yûsuf 12/100] Cenâb-ı Hakk’ın indirdiği yağmurla yer yüzünü yeşertmesi ve kullarına dilediği nimetleri vermesinden bahseden [Hac 22/63; Şûrâ 42/19] âyetlerde geçen latîf isminde “ikram ve ihsan” mânasının ağırlık kazandığını söylemek mümkündür. En’âm sûresinde hiçbir gözün Allah’ı idrak edemeyeceği, fakat O’nun yaratılmışların bütün idrak vasıtalarını ihata ettiğini ifade eden âyette ise (6/103) hem zât-ı ilâhiyyenin belli şartlar çerçevesinde fonksiyoner olabilen insana ait göz idrakinden münezzeh olduğu hem de kendisinin her şeyi görüp bildiği mânası hâkimdir. Latîf, yer aldığı yedi âyetin beşinde habîr ismiyle birlikte ve ondan önce yer almıştır. Böylece iki isim ilâhî ilmin enginliğini ve derinliğini ifade etmede birbirini desteklemiş, ayrıca Allah’ın lütuf ve ihsanının yerli yerinde oluşunu vurgulamıştır. Latîf, hem Tirmizî hem de İbn Mâce’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış, ayrıca habîr ismiyle birlikte başka hadis rivayetlerinde de geçmiştir.
Esmâ-i hüsnâ üzerinde duran âlimler, yukarıda kelimenin Kur’an’daki kullanılışına dayalı olarak verilen mânalara temas ettikten başka lutf kökünün içerdiği “küçük ve çelimsiz olma” anlamının Allah’a nisbet edilemeyeceğini vurgulamıştır. Cenâb-ı Hakk’ın insanlara olan lutuflannın hem maddî hem manevî, hem dünya hayatına hem âhirete yönelik olduğu şüphesizdir. Ancak âhiretle ilgili lutufların müminlere has olacağı unutulmamalıdır. İlâhî lutufların çeşitleri hakkında Kuşeyrî’nin başlattığı bir anlatım tarzı Gazzâlî’-de genişleyerek devam etmiş, Fahreddin er-Râzî de Gazzâli’den alıntılar yapmıştır. Gazzâlî, fiilde şefkat ve nezaketle idrakte nüfuz ve incelik bir araya gelince lutfun mânasının tamamlanacağını söyler ve bunun sadece Allah’ta bulunduğunu belirtir. Yine Gazzâlî, latîf isminden ilham alarak kulun edinebileceği niteliğin şundan ibaret olduğunu kaydeder: Allah’ın kullarına müşfik davranmak; Allah’a ve âhiret mutluluğuna davet ederken şiddet ve taassuba kapılmadan, tartışmaya girmeden nezaket ve yumuşaklıkla hareket etmek. Bu çağrı konusunda takip edilecek en güzel yöntem çağrı sahibinin kabul görmüş güzel davranışlar sergilemesidir. Bu yöntem tumturaklı sözlerden çok daha etkili ve başarılıdır.
Latîf “en gizli ve ince hususları bilen” manasıyla alîm ve habîr isimleri, “kullarına iyilik ve merhamet eden” manasıyla ber. rahman, raûf ve kerîm isimleri, “zâtı duyularla algılanamayan” anlamıyla da bâtın ismiyle muhteva yakınlığı içinde bulunur. Latîf ismi bu mânaların birincisine göre sübûtî, ikincisine göre fiilî, üçüncüsüne göre de tenzihî isim ve sıfatlar grubuna girer.
TDV İslâm Ansiklopedisi