Lefkoşe Şehri, Tarihi, Yerler, Nüfusu, Hakkında Bilgi

Lefkoşe. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin başşehri.

Beşparmak(Girne) dağlarıyla Karlıdağ (Trodos) arasında bulunan Mesarya (Mesaoria) ovasının ortasında ve Kanlıdere (Pedias) ırmağının iki tarafında denizden 150 m. yükseklikte kurulmuştur. Şehrin etrafı temelleri XIII. yüzyılda Lusignan hanedanı zamanında atılan, fakat 1567 yılında yıkılarak yeniden inşa edilen sur­larla çevrilidir.

Kuruluş tarihi kesin olarak belirlene­meyen şehir önceleri Ledra, Bizans döne­minde Levkosia adıyla anılmış, 1192’de Kıbrıs’ı Templier şövalyelerinden satın alan eski Kudüs kralı Guy de Lusignan ta­rafından başşehir yapılarak adı Nicosia’ya çevrilmiştir. Guy de Lusignan’ın kurduğu Kıbrıs Krallığı’nın Batı Roma İmparator­luğu tarafından tanınmasının ardından şehrin dinî ve siyasî açıdan bir Latin baş­şehrine dönüştürülmesi için yoğun bir imar ve iskân faaliyeti başlatıldı. Önce Ka­tolikliğin adada hâkim mezhep haline ge­tirilmesi amacıyla burada bir başpisko­posluk kuruldu; daha sonra başşehirde başpiskoposluğa lâyık görkemli Saint Sophia Katedrali (şimdiki Selimiye Camii] yaptırıldı. Aynı zamanda Suriye ve civarın­dan getirilen, içlerinde tüccar ve sanat­kârların da bulunduğu göçmenlerle şe­hir nüfus yönünden takviye edildi. Bu fa­aliyetler sonucu Lefkoşe, XIII. yüzyılın başlarından itibaren önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline geldi. 1211 yılında W. von Oldenburg burayı suru olmayan, kalesi muhkem şekilde yeni yapılmış, halkı refah içinde, evlerinin süslemeleri Antakya’nınkileri aratmayan kalabalık bir şehir olarak tasvir eder. 1350″de şehre gelen rahip Ludolf ise buradan dünyanın en zengin asilzadelerinin yaşadığı büyük bir şehir diye bahseder. Bu sıralarda zen­ginliği ve artan stratejik önemi, Lefko­şe’nin Doğu Akdeniz’in hâkim devletleri­nin ilgisini çekmesine sebep olmuş, bir yıl kadar (1372) Cenevizlilerin elinde kal­dığı gibi daha sonra da Memlûk Sultanı Baybars tarafından haraca bağlanmıştır (1426). Buna rağmen şehrin zenginliği devamlı surette artmış ve eğer Felix Fa-ber’in (1483) tasviri abartılı değilse kısa sürede dünyanın dört bir yanından hıris-tiyan ve “kâfir” birçok tüccarın büyük çar­şılarında Doğu’nun her türlü değerli taş, baharat ve kokularını sattığı bir Levant ticaret merkezine dönüşmüştür. Fakat bu durum uzun sürmemiştir; 1489’da adayı ele geçirerek Kıbrıs Krallığı’nı ortadan kaldıran Venedikliler tarafından bir tica­ret kolonisinden ziyade askerî üs olarak görülmesi, XVI. yüzyılın başlarında nüfu­sunun azalmasına ve her yönden gerile­mesine yol açmıştır. 

Osmanlılar, 1570 yılı Temmuzunda Kıb­rıs’ı almak için harekete geçtiklerinde fazla bir direnişle karşılaşmadıkları gibi kendilerini köle yerine koyan ve vergi oranlarını yükselten Venedikliler’den kur­tulmak isteyen yerli halktan taraftar, hatta fiilî destek bile buldular. Buna rağ­men muhtemelen 25 Temmuz’da Lefko­şe önlerine gelen Osmanlı ordusu uzun süren şiddetli bir kuşatmadan sonra ancak 9 Eylül’de şehri ele geçirebildi. Fetih­ten sonra burası yeni oluşturulan Kıbrıs eyaletinin idare merkezi yapıldı. Osman­lılar, Venedikliler zamanında ihmale uğ­rayan ve önemini kaybeden Lefkoşe’nin gelişimini sağlamak için iskân ve ihya si­yasetinin gerektirdiği idarî ve ekonomik tedbirleri hemen yürürlüğe koydular ve öncelikle Anadolu’nun çeşitli yerlerinden ve Suriye’den nüfus naklettiler Bu arada Ortodoks ki­lisesi tekrar açıldı ve Ortodoks reayanın dinî-siyasî lideri (milletbaşı) olarak bir baş­piskopos tayin edildi.

Osmanlıların Kıbrıs’ta uyguladığı zo­runlu iskân politikasının özellikle Lefko­şe’de başarıya ulaştığı görülmektedir. Çünkü fetihten on- on beş yıl sonra şehre gelen Batılı seyyahların anlattıkları bura­nın cami, türbe, çarşı ve mahalleleriyle herhangi bir Anadolu şehrinden farksız bir görünüm aldığını ortaya koymaktadır. Fetihten bir yıl sonra yapılan tahrirde şeh­rin merkezindeki yedi mahallede 1100-1200 nüfusun, kırsal kesimdeki 116 köy ve elli yedi mez-raada ise yaklaşık 9000 kişinin (1786 hâ­ne) yaşadığı tesbit edilirken 1596-1597′-de şehrin toplam nüfusunun 4-5000 ka­darı Türk olmak üzere 30.000’lere ulaştığı görülmektedir. Şer’iyye sicilleri üzerinde­ki çalışmalardan Türkler’le diğer unsurlar arasındaki farkın XVII. yüzyılda ortadan kalktığı, hatta XVIII. yüzyılın başlarında çoğunluğun Türkler’den oluştuğu öğre­nilmekte ve 1850 tarihli bir vergi defte­rinden bu durumun XIX. yüzyılın ortaları­na kadar sürdüğü anlaşılmaktadır. [2097 haneden 1057’si Türk. 1040’ı gayri müslim]

İngilizler’in 4 Nisan 1881’deyaptıklan sayımda İse 5683 (% 49) Ortodoks Rum, 5397 Türk (% 47), 181 Katolik, yet­miş sekiz Mârûnî, seksen sekiz Ermeni Gregoryen. doksan dört İngiliz Protestan ve yirmi iki yahudi olmak üzere toplam 11.513 nüfus tesbit edilmiştir. Böylece başlayan Türk nüfusundaki düşüş şehrin toplam nüfusunun artmasına rağmen günümüze kadar devam etmiştir. 1946 sayımında 34.485 olan şehir nüfusunun 10.330’u Türk’tü. 1960’ta Kıbrıs Cumhu­riyeti kurulduğunda şehirde 19.823 Türk ve 40.769 Rum yaşıyordu. 1985 sayımın­da Lefkoşe’nin Türk kesiminin nüfusu 37.400 idi. 2003 tahminlerine göre Türk kesiminin nüfusu 45.800, Rum kesiminin ise 197.600’dür.

XVI. yüzyılda dünya ticareti ağırlığının Atlantik’e kayması, Venedikliler”in sıkı as­kerî yönetimi, sık sık yaşanan kuraklık ve çekirge saldırıları, büyük depremler (1480, 1542), veba salgınları ve Osmanlılar’ın Su­riye ile Mısır’ı alarak ticaretin Halep üze­rine kaymasına yol açmaları gibi sebep­lerle, Lefkoşe fethedildiğinde ekonomik canlılığını ve zenginliğini tamamen kay­betmiş durumda idi. 1572 tarihli tahrir sonuçları da bu hususu doğrulamakta ve şehirden elde edilen gelirler toplamının sadece 150.000 akçe olduğunu göster­mektedir. Fetihle birlikte Osmanlı Devleti bu kötü durumu değiştirmek için yoğun bir çalışma içine girdi. Bu çalışmanın olumlu sonuçlar verdiği ve şehrin XVII. yüzyılın ortalarına doğru ekonomik ba­kımdan canlandığı Dedoyn, Sandys ve Lithgow gibi Batılı seyyahların anlattık­larının yanında mahkeme kayıtlarından ve narh listelerinden anlaşılmaktadır. Bu belgeler üzerindeki araştırmalar şehrin çevresinde yoğun bir ziraatın, şehirde de ticaret ve imalâtın varlığına işaret etmek­te ve arpa, buğday, mısır, nohut, pamuk ve ipek. yoğurt, peynir, pekmez, yağ, sucuk, pastırma, üzüm, incir, zeytin, leblebi ve soğan gibi pek çok ürünün bol miktar­da pazarlandığını göstermektedir. Şehir çevresinde tarım gibi hayvancılığın da çok geliştiği, debbağhânelerden alman gelirlerdeki artıştan ve et fiyatlarının ucuzluğundan anlaşılmaktadır. Çeşitli atölyelerde ayakkabı, kumaş boyalan, yağ, mum ve sabun üretilmekteydi. Ge­rek üretim gerekse iç ve dış ticaret açı­sından en kazançlı ürünler pamuk, ipek ve şaraptı. Yün ve yünlü kumaşların tica­reti sadece iç piyasaya dönüktü ve çok kârlıydı. Bütün bu faaliyetler Lefkoşe’yi bir finans merkezi haline getirmiş, çeşitli yerlerden gelen tüccarlar birbirleriyle borç alıp verme gibi ilişkilerde bulunmuşlardı. Sicil kayıtları, yoğun bir para alışverişinin hem yerli müslüman ve Rumlar arasında hem de yabancılar arasında yaşandığını göstermektedir. Kayıtlar, Türkler’in daha ziyade borç veren durumunda olduğunu ve Rumlar’ın yanında yabancılarla da or­taklık oluşturarak ithalât ve ihracat yap­tıklarını ortaya koymaktadır. Buna karşı­lık bürokraside Hıristiyanların daha faal olduğu kesindir. Millet sistemi çerçevesin­de hırıstiyanlardan vergi toplama işi kili­seye verildiğinden Rumlar arasında mül­tezim ve emin olanlara sık rastlanmakta­dır. Ayrıca Lefkoşe’de mimar ve tercü­manlar her zaman Rumlar arasından çık­mıştır.

Lefkoşe’de Osmanlı yönetimi boyunca sosyal hayatın özellikle sur içinde çok renkli ve uyumlu olduğu görülmektedir. Rum ve Türk çoğunluğun dışında Erme­ni, yahudi ve Mârûnîler’in de yaşadığı şe­hirde cemaatler arası ilişkilerde hoşgörü­nün ve iş birliğinin hüküm sürdüğü mah­keme kayıtlarının incelenmesinden anla­şılmaktadır. 1580-1640 yıllarına ait dava­lardan sadece % 19’unun (532) cemaat­ler arasında, 1698-1726 yılları arasında da % 25’inin müslüman ve gayri müslimler arasında cereyan etmesi bunu doğrula­maktadır. Şehirde özellikle Türk idaresi döneminde azınlık mahalleleri oluşmamış, XVIII. yüzyılın başlarında birkaç mahal­lede belirli bir etnik grubun çoğunluğu­na rağmen müslüman ve gayri müslim­ler otuz bir karışık mahallede ve bitişik evlerde yan yana barış içinde yaşamışlar­dır. 1580-1640 yıllan arasında Lefkoşe’­de kaydedilen 378 emlâk alım satımının seksen altısı cemaatler arasında gerçek­leşmiştir.

Şehirde kadınlar sosyal hayata ve tica­rete doğrudan katılmakta, ticarette bazan ortak, kefi! veya kredi açan durumun­da olabilmekteydiler. Araştırmalara göre 100 kadından yirmisi ev sahibiydi. Müs­lüman veya hıristiyan kadınlar haksızlığa uğradığında doğrudan kadıya başvurabi­liyordu.

Fetihten sonra Lefkoşe’de kurulan ve sayılan hızla artan vakıflar sosyal ve eko­nomik hayatın vazgeçilmez unsurlarıydı. Şehrin su ihtiyacının büyük bir kısmı ve cami, medrese, çeşme ve köprülerin bakımlarıyla çalıştırılan personelin maaşları bu kurumlar tarafından karşılanmaktay­dı. Kıbrıs’ın İngiliz yönetimine devredil­diği 1878 yılında yirmi sekiz Türk okulu­nun bulunduğu Lefkoşe’nin eğitim haya­tında da vakıfların rolü büyük olmuştur.

Lefkoşe, XX. yüzyılda genişleyerek da­ire şeklindeki surlarının dışına taşmaya başladı. 1963 çatışmalarından sonra Bir­leşmiş Milletler Barış Gücü tarafından şe­hir Türk ve Rum kesimi olmak üzere ikiye ayrıldı. Bu bölünme 1974 yılındaki Türk Barış Harekâtı neticesinde kesinlik kazan­dı. Sur içindeki eski şehrin daha büyük

Lefkoşe’de Cime Kapısı bir bölümü Türk tarafında kaldı. Türk ke­simiyle Rum kesimini birbirinden ayıran ve kabaca doğu-batı doğrultusunu izle­yen Yeşil Hat Ermu caddesinin güneyini takip eder.

Lefkoşe’nin belli başlı tarihî eserleri arasında, 1567’de yeniden yaptırılan sur­lar dışında Saint Sophia Katedrali (Seli­miye Camii), Saint Catherine Katedrali (Haydar Paşa Camii), Saint Augustin Kili­sesi (Ömeriye Camii), Arap Ahmed Paşa Camii. Azîziye Tekkesi, Lefkoşe Mevlevî-hânesi, Büyük Han, Kumarcılar Hanı, Bü­yük Hamam ve bedesten sayılabilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski