İran şairlerinin eserlerinde çeşitli vesilelerle Leylâ ve Mecnûn adları zikredilmiş ve şiirlere konu olmuştur. Bu isimlere ilk defa Menûçihrî (ö. 432/1041) ve Baba Kûhî-i Şîrâzînin (ö. 442/ 1050) divanlarında rastlanmaktadır. Bu şairler muhtemelen, Leylâ ve Mecnûn adlarını halk arasındaki sözlü rivayetlerden veya anonim bir Leylâ ve Mecnûn hikâyesinden almışlardır. Leylâ ve Mecnûn adlarına Enverî ve Hâkânî-i Şirvânî’nin divanlarında da rastlanır. Halk arasında yaygın olmasına rağmen konu Nizâmî-i Gencevî’ye kadar (ö. 608/1211-12) şairler tarafından müstakil olarak ele alınmamıştır. Şirvanşahlar’dan Ahsitân b. Menûçihr, Nizâmi’den konuyu manzum olarak kaleme almasını isteyince Nizamî, dört aydan az bir süre içinde yaklaşık beş bin beyitlik bir mesnevi yazmış, Arap kökenli olan hikâyeye hükümdarın hoşuna gitmesi için bir İranlı havası vermeye çalışmıştır. Nizâmî, Arap kaynaklarındaki malzemeyi kullanmakla beraber çöl ve bedevi hayatıyla ilgili olayların çoğunu şehirlerde geçmiş gibi göstermiştir. Nitekim eser, Leylâ ve Mecnûn çölde hayvan otlatırken değil okulda okudukları sırada başlar. Mecnûn’u savunan Nevfel bir Arap emîri olmayıp bir İran prensidir. Ayrıca Nizâmı eserine Zeyn ve Zeynel adında iki şahıs eklemiştir. Zeyn rüyasında Leylâ ve Mecnûn’un ancak âhirette birleşebileceklerini görür. Konuda en önemli değişiklik ise hikâyenin sonuyla ilgili bölümlerde yapılmıştır. Leylâ istemediği halde İbn Selâm adlı bir kişiyle evlendirilir, ancak kendisine dokunmasına izin vermez. İbn Selâm da ona olan aşkından dolayı ölür. Leylâ Mecnûn’u arayıp bulur. Fakat Mecnûn’un aşkı ilâhî aşka dönüştüğü için Leylâ’ya gereken ilgiyi göstermez, bu sebeple Leylâ üzüntüsünden ölür. Ardından Mecnûn da onun mezarı üzerinde ölür ve onun yanına gömülür. Aşklarının ilâhî aşka dönüşü, dünyanın fâniliği ve ölüm gibi konular esere tasavvuf! bir nitelik kazandırmış, yer yer zikredilen gazeller de eserin etkinliğini arttırmıştır.
Nizâmî’den itibaren büyük ilgi gören Leylâ ve Mecnûn mesnevisi birçok şair tarafından ele alınmışsa da hiçbiri onun seviyesine ulaşamamıştır. Nizâmî’den sonra bu alanda yazılan en başarılı eser, Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin 698’de (1299) kaleme aldığı hamsesi içindeki Mecnûn u Leylî’sidir. Şeyh Nizâmeddin Evliya ile Delhi sultanına ithaf edilen mesnevi Nizâmî’nin eserinden daha kısadır [2660 beyit] ve genellikle bir Hint şehzadesinin macerası niteliğini taşır. Eserde tasavvufî konulara hiç yer verilmemiştir.
Dihlevî’nin eserini Abdurrahman-ı Câmî’nin 889’da (1484) yazdığı Leylâ vü Mecnûn takip etmiştir. Arapça aslına daha yakın olan bu mesnevi Câmi’nin Heît Evreng adı altında topladığı yedi mesnevisinin altıncısını oluşturur. Burada Leylâ ve Mecnûn okulda değil bir yaylada tanışırlar. Mecnûn’un ölümü de farklı şekilde anlatılmıştır. Bir bedevî Mecnûn’u ararken onu çölde kucağında bir ceylân yavrusu olduğu halde ölmüş olarak bulur ve durumu Leylâ’ya bildirir. Leylâ da Mecnûn’un mezarına gelir ve onun üzerinde ölür. Câmî, eserde bağımsız biçimde yer verdiği tasavvufla ilgili parçalar dışında konuyu tamamıyla bir aşk macerası olarak kaleme almıştır.
Bir diğer Leylâ ve Mecnûn mesnevisi Câmî’nin yeğeni Hâtifî’ye (ö. 927/1521) aittir. Hatifi de eserinde bazı değişiklikler yapmıştır. Diğer mesnevilerde Mecnûn’un Leylâ’ya kavuşması için gayret gösteren Nevfel, Hâtifî’nin eserinde Leylâ’ya âşık olur ve Mecnûn’u öldürmek üzere hazırlattığı zehirle kendisi ölür. Mecnûn da çölde ölür. Kumlar üzerinde bulunan cesedi hacdan dönen hacılar tarafından defnedilir. Hâtifî, Mecnûn’u deli olarak değil ermiş bir kişi olarak tanıtır.
İran edebiyatında Leylâ ve Mecnûn mesnevisi yazan diğer başlıca şairler şunlardır: Kâtibi (ö. 839/1435-36 ), Mektebî-i Şîrâzî [yazılışı: 886/1481] Misâlî-i Kâşânî [yazılışı: 897/1492 civarı] Nizâmeddin Ahmed Süheylî (ö. 918/1512), Sevdâî [yazılışı: 920/1514] Hilâlî-yi Esterâbâdî, Derviş Alî-i Gîlânî, Kâsımî-i Gunâbâdî, Kasım Han Bedahşânî, Sa’deddin Rehâî-i Hâfî, Ya”küb-i Sarfî-j Keşmîrî, Mîr Cümle-i İsfahânî, Nâmî-yi İsfahânî, Sabâyi Kâşânî. Bunların dışında müellifleri bilinen, ancak günümüze kadar gelmeyen bazı eserler de vardır.
TDV İslâm Ansiklopedisi