İran şairlerinin eserlerinde çeşitli vesilelerle Leylâ ve Mecnûn adları zikredilmiş ve şiirlere konu olmuşsa da konuyu müstakil bir eser olarak ilk ortaya koyan şair Nizamî Gencevi’dir.
Şirvanşahlar’dan Ahsitân b. Menûçihr, Nizâmi’den konuyu manzum olarak kaleme almasını isteyince Nizamî, dört aydan az bir süre içinde ( h. 584/m. 1188) 4718 beyitlik bir mesnevi yazmış, Nizami’nin üçüncü mesnevisi olan eserde, Arap kökenli olan hikâyeye hükümdarın hoşuna gitmesi için bir İranlı havası vermeye çalışmıştır. Nizâmî, Arap kaynaklarındaki malzemeyi kullanmakla beraber çöl ve bedevi hayatıyla ilgili olayların çoğunu şehirlerde geçmiş gibi göstermiştir. Nitekim eser, Leylâ ve Mecnûn çölde hayvan otlatırken değil okulda okudukları sırada başlar. Mecnûn’u savunan Nevfel bir Arap emîri olmayıp bir İran prensidir. Ayrıca Nizâmı eserine Zeyn ve Zeynel adında iki şahıs eklemiştir. Zeyn rüyasında Leylâ ve Mecnûn’un ancak âhirette birleşebileceklerini görür. Konuda en önemli değişiklik ise hikâyenin sonuyla ilgili bölümlerde yapılmıştır. Leylâ istemediği halde İbn Selâm adlı bir kişiyle evlendirilir, ancak kendisine dokunmasına izin vermez. İbn Selâm da ona olan aşkından dolayı ölür. Leylâ Mecnûn’u arayıp bulur. Fakat Mecnûn’un aşkı ilâhî aşka dönüştüğü için Leylâ’ya gereken ilgiyi göstermez, bu sebeple Leylâ üzüntüsünden ölür. Ardından Mecnûn da onun mezarı üzerinde ölür ve onun yanına gömülür. Aşklarının ilâhî aşka dönüşü, dünyanın fâniliği ve ölüm gibi konular esere tasavvufi bir nitelik kazandırmış, yer yer zikredilen gazeller de eserin etkinliğini arttırmıştır.
Nizâmî’den itibaren büyük ilgi gören Leylâ ve Mecnûn mesnevisi birçok şair tarafından ele alınmışsa da hiçbiri onun seviyesine ulaşamamıştır.