Leylâ ve Mecnûn hikâyesi İran ve Türk edebiyatlarında olduğu gibi Urdu edebiyatında da önemli yer tutar. Urdu yazarları tarafından Arapça kaynaklardan ziyade Farsça’dan aktarılan ve çeşitli şekillerde yön verilen hikâye Hint alt kıtasının âdet, gelenek ve kültürünün etkisi altında kalmıştır. Bu etki, Arap ülkesinde doğmuş Kays’a (Mecnûn) Hindî nisbesi verilerek Hindistanlı olarak gösterilecek dereceye varmıştır. Şeyh Ahmed Gucerâtî, sadece 540 beyti Hafız Mahmûd Şîrânî tarafından bulunan bir Leylâ ve Mecnûn mesnevisini, Türk asıllı Gûlkünde (Golkonda) hükümdarı ve aynı zamanda Urdu şairi olan Muhammed Kulı Kutub Şah’a (1580-1596) sunmuştur. Ahmed Gucerâtî’nin oğlu Muhammed b. Ahmed Azîz, 1634’te kaleme aldığı Yûsuf ile Züleyhâ hikâyesinden başka 1636’da Hâtifî’nin Farsça mesnevisini temel aldığı, ancak babasının şiirsel anlatımını da koruduğu Leyiâ u Mecnûn mesnevisini yazmıştır. Bu mesnevide kültürel çevre Hindistan’dır. Leylâ’nın tanımlanmasında da bu kültürel ayrıntılar yer alır.
Urdu edebiyatında yazılmış bir başka mesnevi Abdullah Vaiz b. İshak’ın 552 be-yitlikLeylâ u Mecnûn’udur (1 96/1782). Mesnevideki diğer menkıbeler ise hikâyenin tasavvufi yorumunu öne çıkarmıştır. Bunların dışında Leylâ ve Mecnûn konusunu işleyen mesneviler Mirza Muhammed Takı Heves Leknevî. Mîr Muhammed Hasan Tecellî ve A’zamüddevle Server Dihlevî tarafından kaleme alınmıştır. Mirza Muhammed Takı Heves’in 1798-1814 yılları arasında yazdığı mesnevi yaklaşık 2000 beyitten meydana gelmektedir. Mesnevide anlatılan konu bir aşk hikâyesi olmakla birlikte ayrıntılar ruhsal olmaktan çok fizikseldir. A’zamüddevle’nin Seb’a-i Seyydre’sinde (1821-1822) yer alan yedi mesneviden biri Leylâ ve Mec-nûn’a aittir. Urduca’nın önemli şairlerinden Mîr Taki Mîr’in kız kardeşinin oğlu olan Tecellî, eserini yazarken Câmî’nin Leylâ vü Mecnûn’unu esas almıştır. Giyân Çend Ceyn’in (Giyan Chand Jain) zikrettiği diğer mesneviler arasında Azîzüddin Nâmî (12i 3/1798), Şah Muhammed Azîm Dihlevî (1214/1799), Mîr Ahmed Necîbüddin (1831) ve A’zam Dihlevî’nin mesnevileri yer alır.
Nezîr Ekberâbâdî (Velî Muhammed), Leylâ ve Mecnûn konusunu mesnevi şeklinde değil “muaşşer” (her kıtası on mısra) olarak işleyen önemli bir şairdir. Şiirleri saray geleneğini yansıtması yanında halkla da irtibat kuran bir anlatım taşır. Nezîr drama yazıları yazmaya çalışmamışsa da dramatik hünerleri Leylâ ve Mecnûn dahil birkaç şiirde görülür.
Mutasavvıf yazarlar, Mecnûn’u varlığının acılarını tadan ve sonsuz varlıkla birleşmek için didinip duran ruhun temsili olarak ele alır. Velî Dekenî, “Der Na’t-ı Hazret Hayrü’l-beşer” adlı kasidesinde ve XIX. yüzyılın en meşhur şairi Gâlib Leylâ ve Mecnûn hikâyesini çeşitli açılardan değerlendirerek sık sık referans verirler.
XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Leylâ ve Mecnûn teması tiyatro oyunları ve sinema filmlerinde de işlenmeye başlar. Bu hikâyeyi işleyenler arasında Nuservânji Mehrvânji Aram. Mirza Muhammed Kâzım Afsun Murâdâbâdî, Mahmûd Ahmed Revnak, Hafız Muhammed Abdullah Fetihpûrî, Gulâm Hüseyin Zarif, Seyyid Kâzım Rizvî Allahâbâdî ve Muhammed Azîz Ahmed Han Leknevî gibi şahsiyetler anılabilir.