Osmanlılar’ın bugünkü Libya’yı içine alan ve Mağrib denilen Kuzey Afrika’ya ilgi duymaları XV. yüzyılın sonlarından itibaren başlar. Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye’sinde Trablus, Misillâte, Misrâte, Berka, Tubruk, Sellüm limanlarının özellikleri ve tarihçeleri yer alır. 1510’da Trablus’un İspanyollar’ca işgalinden evvel o sularda amcası Kemal Reis ile birlikte bulunmuş olan Pîrî Reis’in, “Trablus halkı devletlü hünkâra bir kâğıt gönderip bir sancak beyi isterler” şeklindeki kaydından isteğin öncelikle yerlilerden geldiği anlaşılır. Orta Afrika’nın başlıca köle ve altın tozu ticaretinin Akdeniz’e çıkış limanı olan Trablus İspanyol işgaliyle önemini tamamen kaybetmiş ve kervanlar başka İslâm limanlarına yönelmişlerdi. Özellikle Trablus’a 12 mil mesafedeki Tâcûrâ gelişme göstermişti.
1519’da Tâcûrâ’dan bir heyet İstanbul’a gelip kurtarılmalarını yeniden istedi. Kanunî Sultan Süleyman’ın emriyle Harem ağalarından Hadım Murad Ağa bir filo ve bir miktar askerle Tâcürâ’ya yerleşti. İs-panyollar’ın Malta şövalyelerine devrettikleri Trablus’un ülke içiyle ilişkisi azaldı. Osmanlılardın Batı Akdeniz’de ağırlıklarını iyice hissettirdikleri bir dönemde Trablus şehri Turgut Reis’in gayretleriyle 15 Ağustos 1551’de ele geçirildi. Şehir eski ticaretine ve zenginliğine kavuştu ve tekrar bölgenin merkezi oldu.
Bugün Libya adı altında toplanan Trablus, Bingazi, Fizan bölgeleri o dönemde nisbeten birbirlerinden ayrı olup son ikisi Trablus’a göre çok daha sınırlı bir nüfusa ve stratejik/ ticarî Öneme sahipti. Bingazi, Mısır’ın Osmanlı Devleti’ne bağlanmasının ardından kendiliğinden kontrol altına girmişti. Fizan ise görünüşte bağımsız olmakla birlikte Trablus’taki yönetimi dikkate alıyordu. Kervan ticaretini tehdide kalkıştığında hemen cezalandırılıyor, bunun dışında kendi haline bırakılıyordu. Bu geniş bölgede sadece birkaç yüz bin kişi yaşıyordu.
Osmanlı Devleti için Trablusgarp Ocağı’nm da içinde yer aldığı Garp ocakları birer üretim ve gelir kaynağı olmaktan ziyade imparatorluğun ve İslam dünyasının savunmasında ileri karakol sayılıyordu. Deniz akıncılığı ve korsanlık esas faaliyet alanını oluşturuyordu. Bunda hıris-tiyanların karşı saldırısını önlemek temel amacı teşkil ediyordu. Ocaklar için tasarlanan işleyiş düzeninin de bu ileri karakol niteliğine uygun olması gerekiyordu. Yerlilerin örgütlenme ve savaşçılık düzeylerinin çok ilkel olması kadar denizcilik alanında da sınırlı bilgiye sahip bulunmaları sebebiyle gerekli kadrolar iki üç yıllık aralarla Anadolu’dan devşiriliyordu. Tamamen Türk kökenli olan yeniçeri ve leventler savaşlarda İstanbul’dan gelen emirlere göre devletin destekçisi olmakla yükümlüydüler. Yerli halk İslâmî uygulamalarda serbestliğe kavuşmaktan ve kazançlarını yabancılara kaptırmamaktan dolayı memnundu. Bundan dolayı yeni düzen başlangıçta sorunsuz yerleşti. Ayrıca ilke olarak evlenmemeleri gereken yeniçerilerin yani ocaklıların yerli kadınlarla evlenmesinden doğan erkek çocuklarının “kuloğlu” adı verilen bir Türk-Arap karışımı nesil meydana çıkarması da kaynaşmaya önemli katkıda bulundu. Böylece oluşan toplumsal yapı dört tabakaya ayrıldı. Ocaklı denilen ilk tabaka büyük oranda Türkler’den ve az sayıda ihtida eden Avrupalı korsanlardan meydana geliyordu, bunlar bütün yönetim gücünü ellerinde bulunduruyorlardı. Etkenliğini XVII. yüzyılda hissettirmeye başlayan kuloğul-ları denilen ikinci tabaka ise şehrin surları dışındaki -daha çok göçebelerle ilgili-güvenlikten ve vergileri toplamaktan sorumluydular. Üçüncü tabakayı oluşturan yerli müslüman halk reâyâ (haraç, öşür, zekât vermeye ve daha başka aynî-nakdî yükümlülüklere tâbi olanlar) ve mahzen (şer’an muayyen vergilerden başka vergi ödemeyen, ancak hükümetin emrinde bazı görevleri yerine getirmek için hazır bekleyenler) diye ikiye ayrılıyordu. Reâyâ daha çok şehirlerde ve şehir çevrelerinde vahalarda yerleşmiş olanlardı. Mahzenler ise göçebe aşiretlerdi. Son tabaka olarak gayri müslimler özellikle İspanya’dan gelmiş yahudilerden müteşekkildi. İbn Galbûn’un tarihinde bölgeye Türk hâkimiyetiyle refah ve huzur ortamı geldiği, Turgut Reis’in beylerbeyiliği yıllarında (1553-1565) Trablus şehrinin nüfusunun çok arttığı ve halkın zenginleştiği, yeni yönetimin İbn Nüveyr aşiretine bazı imtiyazlar tanıyarak çöl -sahil dengesini sağladığı anlatılır.
Libya, XVI. yüzyılın sonunda Akdeniz ile Atlas Okyanusu arasında beliren yeni ekonomik dengenin etkisiyle giderek çalkantılar içine düştü. İstanbul’dan gönderilen ve her üç yılda bir değiştirilen beylerbeyi-lerin yeni çözümler bulması kolay değildi. Sorunlara yerel çözümler arama gereği, beylerbeyilerle ocaklıların temsilcisi “dayı”lar arasında bir dengenin oluşmasına yol açtı. Geçici olduklarını bilen beylerbe-yiler kenarda durmayı ve temelli icraatlara girişmemeyi tercih ettiler. Deniz akın-cılığını da korsanlığı da İstanbul’dan gelen emirlere zaman zaman uymanın dışında dayılar istedikleri gibi yönlendirmeye giriştiler.
Tâcûrâ’da, Misrâte’de, Cebeliahdar ve Fizan’da çıkan iç karışıklıkların bastırılması gerektiğinde İstanbul’daki merkezî hükümetin her zaman yardımcı olamaması, durumu zaman zaman zorlaştınyordu. Trablus, XVII. yüzyıl boyunca diğer iki Garp Ocağı ile birlikte deniz akıncılığının yanı sıra korsanlığı sürdürdü. Ancak dünya ekonomi merkezinin Akdeniz’den Atlas Okyanusu’na kaymış olması etkisini giderek arttırdı. Bu sebeple bazan büyük sıkıntılar yaşandı, bazan da Girit savaşı döneminde olduğu gibi (1645-1669) korsanlıktan Önemli kazançlar sağlandı. Daha yoğun ticarete geçme aşamasındaki İngiliz, Fransız, İspanyol hükümetleri, kendi gemilerini saldırıdan korumak için doğrudan dayılarla anlaşmalar yapmaya başlayınca Osmanlı merkezî hükümetinden tamamen kopmak söz konusu olmamakla beraber ocağın başına buyruk hareketleri biraz daha arttı.
1711’de dayılığa gelen Karamanlı Ahmed Bey, Osmanlı Devleti’nin şekilde kalmış olan beylerbeyi gönderme uygulamasını sona erdirdi ve dayılığın babadan oğula kalması geleneğini başlattı. Karamanlı hanedanını kurarak bir tür sultan naibi niteliğini kazandı. Osmanlı Devleti’ne bağlılığı tam olarak kopmamıştı, İstanbul’dan emir geldiği zaman donanmayla katkısını devam ettiriyor, yeniçeri ve leventlerini İzmir üzerinden sağlama geleneğini de sürdürüyordu. Ancak iç ve dış politikalarında oldukça bağımsız davranabiliyordu. Trablus’un başlıca gelirini oluşturan, yabancı gemilerin serbest saldırıya uğramadan seyrüsefer yapmalarını güvenceye alan ve karşılığında bunların para ödemesini sağlayan antlaşmalar yapmakta serbest hareket edebiliyordu. Esasen bu yetkiler mahallî idarelere bırakılmıştı.
XVII. yüzyılda Osmanlı merkezî idaresinin eyaletler üzerindeki kontrolünün giderek zayıflaması, Garp ocaklarının deniz akıncılığını kenara itip birbirleriyle uğraşma eğilimlerinin artmasına yol açtı. Ekonomik bunalıma ek olarak 1793’ten itibaren Karamanlı ailesi içinde başlayan iktidar çekişmeleri de Trablus’un gücünü azalttı. XIX. yüzyılın başında geçmiş yüzyılın tam aksi bir durum ortaya çıktı. İsveç, Amerika, Sardinya, Napoli, İngiltere ve Fransa ile çıkan çatışmalar sonunda yıllık haraç alma imkânı tamamen ortadan kalktığı gibi verilen zararların tazmini zorunluğu da ortaya çıktı. Silâh gücü yüksek modern gemiler karşısında Trablus gemilerinin dayanması mümkün olmuyordu. Tazminatları ödeyebilmek için Yûsuf Paşa sarraflarla anlaşmak ve borç almak zorunda kaldı. Bir yandan da askerin parası ödenemediğinden onların ayaklanmasını Önlemek gerekiyordu. İngiliz, Fransız, Sardinya konsolosları eyaletin iç işlerini yönetir hale gelmişlerdi. Ayrıca Yûsuf Paşa’nın Batılılar’ın aralarındaki çekişmelerinde rol oynamaya kalkışması, Amerika ile savaşı (1802), Mısır’a saldırdığı sırada (1798) Fransa’nın tarafını tutması, Napolyon’un yenilgisi üzerine onun da istenmeyenler arasına konulması sonucunu doğurdu.
1827’de ülkedeki ekonomik bunalım son haddine varmıştı. Vergilerin affedilmesi gibi gerçekleştirilmesi güç bir vaadde bulunan Yûsuf Paşa daha sonra borçlarını karşılayabilmek için ağır vergiler koymak zorunda kaldı. Gözünü Afrika’daki Osmanlı topraklarına dikmiş olan İngiltere ile Fransa ayaklanan aşiretleri yanlarına çekmek İçin para ve silâh yardımına giriştiler. 1827’de Fransa’nın Cezayir’e karşı başlattığı saldırının yayılacağı anlaşılıyordu. Bu arada Karamanlı ailesi kendi içinde iktidar çekişmesinden vazgeçmiyordu. Daha 1792’de anarşinin arttığı, ticaretin bozulduğu dönemde Trablus şehrinin ileri gelenleri İstanbul’a başvurup Karamanlı ailesinden valiliğin alınmasını ve padişah tarafından bir valinin gönderilmesini istemişlerdi. Bütün Garp ocakları gemilerinin de katkısıyla oluşan Osmanlı donanması. Yunan isyanı sebebiyle Avrupa müşterek donanması tarafından 1827’de Navarİn’de yakılmış olduğundan Babıâli Cezayir’e bir yardımda bulunamadığı gibi Trablus’a da bir şey yapamıyordu. Karamanlı ailesini barıştırıp meseleyi çözmeye çalıştılar. Ancak Ka-ramanlılar’dan Ali Paşa ile Mehmed Paşa’nın çekişmesi bir türlü sona ermedi. Çevre aşiretleri de -Cebel tarafında Şeyh Guma, Fizan’dan Sirte’ye kadar Abdülcelîl reisliğinde- ikiye ayrılmış, rakipleri destekliyordu. Bu eylemlerinde bozulmuş olan sahil-çöl dengesini ikincinin lehine yeniden kurma arzusu da vardı. Aşiretlerin her zamanki gibi daha bağımsız olmayı arzulamalarına karşılık şehirliler. 1832’de İstanbul’dan gelen ara bulucuya devlete bağlanmayı istediklerini bildiren bir dilekçeyi verdiler.
Babıâli’nin gönderdiği yirmi iki kadırga ile 6000 asker Mayıs 1835’te Trablus Li-manı’na girdi ve bölgenin merkeze bağlandığı ilân edildi. Şehirliler memnun oldularsa da aşiretler eylemlerini sürdürdüler. Abdülcelîl 1841’de yakalanıp idam edilinceye kadar çarpışmaya devam etti. Şeyh Guma’nın isyanının bastırılması zorlaşınca kendisine bazı imtiyazlar tanınarak anlaşmaya varıldı, arkasından da Guma tutuklanıp Trabzon’a sürüldü. Ancak 1834’te İngiliz konsolosunun yardımıyla tekrar Cebel’e döndüğünden ayaklanma yeniden başladı. 1856’da yakalanıp idam edilince yirmi bir yıl süren bir mücadeleden sonra bölge tamamen merkeze bağlanmış oldu.
Bölgenin merkeze bağlanmasını İngiliz ve Fransızlar, Karamanlı yöneticilerin Avrupalılardan aldıkları borçları Osmanlı Devleti’nin üstlenmesi şartıyla kabul ettiler. Babıâli, gelir getirmeyen ve üretimi olmayan Libya için gerekli ekonomik temeli oluşturmaya, kervan yollarının işlerliğini sağlamaya çalıştı. Fransa’nın Gat ve Gadâmis vahalarına göz koyduğu biliniyordu. Babıâli’nin tam bir çözülmeyi Önlemek için kararlı davranmasından başka Çaresi yoktu. Zira Osmanlı idaresini istemeyen bir kesim bulunsa da çoğunluk buna karşı değildi. Nitekim Orta Afrika’da siyahiler ülkesinin kilidi mesabesinde bulunan Gat kasabasının halkı 1849, 1854, 1858 ve 1862’de Fizan’daki Osmanlı kaymakamına başvurup sancak ve ordu gönderilmesini istemişlerdi. Önceleri ihtiyatlı davranan Babıâli, 187S’te Gatlılar’a ek olarak Tevarik (Tuareg) aşiretlerinden Azgerler’in hepsinin ve Hükkârlar’ın (Hoggarlar) büyük kısmının müracaatı üzerine Gafa Türk bayrağını çekti. Bunu Temasin, Tîbû ve Kavar halkının Osmanlı İdaresini istemesi izledi.
Ekonomiyi geliştirme girişimleri ise çok daha büyük zorluklarla karşılaştı. Osmanlılar, Bilâdüssûdan ticaretinin kervanlarla Trablus’a varmasını güvence altına alıp ticari gelişmeyi destekledi. Böylece en azından yüzyılın sonuna, Mısır ve Sudan İngiliz kontrolüne girinceye kadar Libya rahat bir dönem yaşadı. Ancak kendine yeterli bir ekonomik yapının oluşturulması mümkün olmadı. Eyalet merkeze vergi yollamadı, daima merkezden gelen ödeneklerle yaşayabildi.
Tanzimat’la başlatılan reformlar, Libya’da gerek nüfusunun azlığı Trablus’ta I908’de sadece 32.000 kişi vardı, bütün Libya’da nüfus 500-600.000 dolayındaydı gerekse ekonomik gücünün sınırlılığına bağlı olarak yavaş ilerledi. 1840’larda eyalet sancak, kaza ve nahiyelere ayrıldı. Eyalet meclisi, sancak ve kaza idare meclisleri kurularak, hatta bazı bölgelerde yerlilerden kaymakam ve müdür tayin edilerek halkın yönetime katılmasında ilk adımlar atıldı. 1864’te Trablusgarp vilâyet, 1877’de Bingazi ayrı bir sancak oldu. 1877 Osmanlı Meclisi’ne Mustafa el-Hemdânî, Süleyman Kapudan ve Hacı Ahmed Galib Bey Trablus adına katıldı. Tesisler ve imar açısından eskiden cami ve çarşıyla sınırlı olan girişimlerin yerini çağın İhtiyaçlarına uygun, idarî ve sosyal hizmetlere yönelik olanlar aldı. Süvari ve topçu kışlaları ilk adımı oluşturdu. 1860’larda ilk matbaa kuruldu ve ilk gazete vilâyetin Türkçe-Arapça gazetesi olarak Trablus-garb adıyla yayımlandı. 1877’de bir askerî, bir sivil rüşdiye ile on beş erkek, bir kız ilkokulu vardı. 1899’da Fünun ve Sanayi Mektebi kuruldu. 191 l’de İtalyan işgalinden önce şehre borularla su getirilmiş, kuyular açılmış, Trablus ve Bingazi limanlarının inşası için ilk adımlar atılmış, dut ağacı dikme kampanyası ile ipekçilik geliştirilmeye çalışılmış, karantina uygulaması başlamış, telgraf bağı kurulmuş. telsiz telgrafla İstanbul bağlantısı sağlanmış, bir ziraat okulu ile 160 ilkokul açılmıştı. Belediye örgütlenmesi gerçekleştirilmiş, belediye meclisi yerli halkın isteklerini yansıtacağı bir yer haline dönüşmüştü. 1908 Osmanlı Meclisi’ne Mustafa Efendi (Hums), Ömer Mansur Paşa ve Yûsuf Şetvan Bey (Bingazi), Ferhad Bey, Sâdık Bey ve Mahmud Naci Bey (Balkış) (Trablusgarp),Câmi Bey (Baykurt) (Fizan), Süleyman el-Bârûnî (Cebeligarbî) milletvekili olarak katılmışlardı.
1878’de Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya yenilmesi ve arkasından Tunus’un Fransa (1881), Mısır’ın İngiltere (1882) tarafından işgali, Afrika’nın tamamıyla paylaşılması pazarlıkları çerçevesinde Libya’nın talipleri arasında tartışmaların açık açık yapıiması yeni bir dönemi başlattı. Afrika’daki bu son toprakları koruyabilmek için Osmanlı idaresinin çok daha ciddi planlar hazırlaması gerekiyordu. Osmanlı yönetimi, yerli halkın savaşa hazırlanması ve bir kara savaşında ihtiyaç duyulacak silâhları depo etme planını benimsedi. Böylece sahil boyunca Trablus’tan Sellûm’a kadarki bölgede silâh depoları teşkil edildi. Çoğunlukla kuloğullarından ve göçebe aşiretlerden Hamidiye alayları oluşturularak halkın askerliğe alıştırılma-sına girişildi. Ancak Abdülhamid’in ihtiyatlı davranışı bu uygulamada da kendini gösterdi. Silâhların halka verilmesine müsaade edilmedi, depolarda merkezden gelen birliklerin kontrolünde tutuldu. Buna karşılık bölgenin ileri gelenlerini elde etmek için sistemli bir politika izlendi. Unvanlar, nişanlar dağıtıldı. Batılıiar’ın genel bir İslâm ayaklanması korkusuyla panislâmcılık olarak nitelediği bu politika aslında eylemci değil sadece dayanışmacı idi. Bölgenin ileri gelenlerinden ve Medeniyye tarikatından Şeyh Zâfir danışman olarak İstanbul’a çağrıldı, bütün ileri gelenlerin oğullan İstanbul’da açılan aşiret mektebine aldırılarak bağlılıkları güçlendirilmeye çalışıldı. Diğer önemli bir girişim de 1837’de kuruluşundan yarım yüzyıl sonra zaviyelerinin sayısı 100’ü bulmuş olan Senûsiyye tarikatının Osmanlı tarafına çekilmesidir. Sultan Abdülaziz’in ferman verip zaviyelerine haklar tanıdığı Senûsîlik, Berka’dan Çad ve Bilâdüssûdan’a giden kervan yollarını kontrolüne alarak sadece dinî bir hareket olmadığını, bir fizikî güç de olabileceğini kanıtlamıştı.
Sömürge paylaşmasına pek geç giren İtalya, 1896’da Adve’de (Adwa, Adoua) Eti-yopyalılar’a yenilince gözünü doğrudan Libya’ya dikti. Buranın İngilizler’in ya da Fransızlar’ın eline geçmesini istemiyordu. Onlar da Avrupa’da ittifak grupları arasındaki dengede güçlerini arttırmak için İtalya’nın Libya üzerindeki hakkını kabule yanaştılar. Resmî İtalyan açıklamalarında asla işgal arzusu ileri sürülmedi, sadece Libya’nın İtalyan İmtiyaz bölgesi sayılacağı ve burada ticarî girişimlerde İtalya’nın onayının gerekli olduğu belirtildi. “Barışçı ekonomik sızma” adı verilen bu politika diğer Avrupalılar’ınkine nazaran daha az tehlikeli göründüğünden Abdülhamid, Avrupalıların tek bir cephede birleşmesini önlemek için İtalya’ya doğrudan karşı çıkmadı, aksine dostça bir politika izledi; yalnız engellemelerini el altından sürdürmeye çalıştı. Ancak böyle bir hakka sahip olma fikri giderek İtalya’da Libya’yı doğrudan ele geçirme fırsatı olarak görülmeye başlandı.
Üretimi çok sınırlı olan, geliri giderini karşılayamayan vilâyetin ithalâtı.[456] daima ihracatından (devekuşu tüyü, halfa otu, fildişi, kırmızı biber, deri) daha fazlaydı ve Avrupa’ya ekonomik bağımlılığı artıyordu. 1883’te Trablus Limanı’na 163 buharlı Avrupa gemisine karşılık sadece otuz beş Osmanlı bandıralı gemi gelmişti. Anavatanla bağlantıyı dahi muntazam Avrupa gemileri sağlıyordu. Osmanlı Devleti’nin ekonomik zorlukları karşısında İtalya yavaş yavaş bu boşluğu doldurmaya yöneldi. Postahaneler açtı, Libya limanlan arasında İtalyan posta seferleri düzenledi. Banco Di Roma’nın bir şubesini burada kurdu ve bunları gerçekleştirme yolunda işi savaş tehditlerine kadar vardırdı. Uzun süre direnen Osmanlı Devleti sonunda her birine teker teker izin vermek zorunda kaldı. Özellikle Banco di Roma yanına çekmek istediği yerli kesimi tatmin için para dağıtma, özel yatırımlara yardım etme açısından büyük faaliyet gösterdi. Vali ve kumandan Receb Paşa bu para oyunlarına karşı Ziraat Bankası’nı açtırmayı denedi, ancak kaynak zayıflığı İtalyan bankası ile yarışmaya imkân vermedi. Yerli halkla yöneticiler arasında beliren bu kopuş, kuloğullarının asırlardır sahip oldukları imtiyazların 1902’de iptal edilmesiyle yeni bir aşamaya girdi.
1890’ların ikinci yarısında eyaletin toplumsal yapısını çok etkileyecek bir oluşum ortaya çıktı. Toplu halde Trablus’a sürülen, bazıları da Fizan’a gönderilen özellikle tıbbiyeli ve harbiyeli Jön Türkler daha sonra vilâyetin çeşitli hizmetlerinde görevlendirildi. Bunlar, doktor, öğretmen, belediye memuru olarak toplumun çeşitli kesimleriyle kaynaştılar. Osmanlı Devleti bölgeyi terkettikten sonra işgalcilere direnen Libyalılar arasında bu kadro önemli rol oynadı.
1908’de Meşrutiyet’in ilânı Trablus’ta hiç görülmemiş nümayişlerin yapılmasına yol açtı. Sürgün Jön Türkler sokaklarda günlerce gösteriler yaptı. Genellikle onlardan hep uzak durmuş olan yerli haik bu gösterilere de katılmadı. Hatta belediye reisi Hassuna Paşa’nın önderlik ettiği bir kesim tepki bile gösterdi. Bunları bastırmak üzere İttihat ve Terakki Mustafa Kemal’i görevlendirmek zorunda kaldı. Yerli aydınların bu heyecana katkısı ilk defa Trablus’ta bir basın patlaması şeklinde oldu. Avrupa saldırganlığına karşı bir İslâmî dayanışmayı savunan altı gazete çıkarıldı. Baş gösteren gerginlik ve gelişen olaylar sonucu İtalya Libya’yı doğrudan kontrolü altına almak için harekete geçti.
- Libya Mimarisi, Eserleri, Hakkında Bilgi
- Libya -Dil ve Edebiyat- Hakkında Bilgi
- Libya -İlmi Hayat, Eğitim, Öğretim- Hakkında Bilgi
- Libya -Dini Hayat, Mezhepler, Tarikatlar- Hakkında Bilgi
- Libya Tarihi (1943-2012) Hakkında Bilgi
- Libya Tarihi -İtalyan İşgali Dönemi (1911-1943)- Hakkında Bilgi
- Libya Tarihi -İslam Fethinden, Osmanlı Devrine Dek- Hakkında Bilgi
- Libya Tarihi -Başlangıçtan İslam Fethine Dek- Hakkında Bilgi
- Libya Ekonomisi, Fiziki, Beşeri Coğrafya, Hakkında Bilgi
- Libya Başkenti, Nüfusu, Yüzölçümü, Önemli Şehirleri, Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi