Livata Nedir, İslamda Eşcinsellik Günah mı, Cezası, Hakkında Bilgi

Livâta. Erkekler arasındaki eşcinsel ilişki.

Sözlükte “havuzu çamur vb. ile sıvamak suretiyle onarmak” anlamına gelen livâta kelimesi örfte erkekler arasındaki eşcin­sel ilişkiyi ifade eder. Arapça’da bu mâna­da aynı kökten türeyen livât, mülâvata ve televvut kelimeleri de kullanılmakta­dır. Kelime anlamını erkekler arası eşcin­sel ilişkinin yaygın olduğu Lût kavminden almaktadır. Cevâd Ali, livâta kelimesinin Araplar arasında Kur’an’da Lût kavmin­den bahsedilmesinden sonra kullanılmaya başlandığını söyler. Kesin bir ayı­rım yapılması güç olmakla birlikte livâta fiilinde aktif olan taraf lûtî, lâit, mülâvit; pasif taraf me’bûn ve übne kelimeleriyle ifade edilir. Türkçe’de livâta karşılığı ola­rak lûtîlik ve oğlancılık kelimelerinin ya­nı sıra eşcinsellik de kullanılmaktadır. Bununla birlikte aynı cinse mensup kişiler arasındaki cinsel ilişkileri ifade etmesi se­bebiyle eşcinsellik  lezbiyenlik sevicilik olarak adlandırılan kadınlar arası eşcinsel ilişki­leri de kapsamaktadır. Türkçe’de livâta fiilini işleyen kimselere lûtî ya da eşcinsel adı verilir. Batı dillerinde livâta karşılığı olarak Lût kavminin yaşadığı Sodom şehrinden türetilen sodomy / sodomie kelimesi de kullanılır.

Erkekler arası eşcinsel ilişki hemen her dönemde ve her toplumda cinsî bir sap­kınlık olarak görülmüş ve kınanmış, din­lerin de ortaklaşa mücadele ettiği çirkin bir davranış olmuştur. Tevrat’ta. Sodom halkının rabbe karşı günahkâr olduğu ve orada her türlü ahlâksızlığın, özellikle cin­sî sapıklığın yaygınlaştığı ifade edilir. Yahudilik’te çirkin bir davranış olarak kabul edilen erkekler ara­sı eşcinsel ilişkiler yasaklanmış ve bu tür ilişkide bulunanların cezalarının ölüm ol­duğu belirtilmiştir. Yeni Ahid’de de eşcinsel ilişkide bulunan­lar şiddetle kınanan kimseler arasında zikredilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de livâta kelimesi geç­memekle birlikte “aşırı derecede çirkin davranış, açık hayâsızlık ve sapkınlık” an­lamındaki fahişe (çoğulu fevâhiş) vefahşâ kelimeleri livâta fiilini de kapsayan ge­niş bir içerikle yirmi dört yerde geçer ve zina, livâta, sevicilik gibi iffetsizlikler şid­detle kınanır, yol açacağı dinî ve hukukî sorumluluklara işaret edilir. Cinsî ihti­yaçların tabii ve meşru çerçevede karşı­lanması, fıtrat ve iffetin korunması, in­sanlık onurunu zedeleyen her türlü cinsî azgınlık ve sapıklıktan uzak durulması Kur’an’in temel mesajlarından biridir. Kur’an’da, Lût kavminin livâtanın yaygın­lık kazandığı ilk toplum olduğuna atıfla onların, bu çirkin fiili işlemeleri ve pey­gamberleri Hz. Lût’un kendilerini bu iş­ten alıkoymaya yönelik uyarı ve öğütle­rine kulak vermeyişleri sebebiyle helak edildiği anlatılır.[A’râf 7/80-84; Hûd 11/ 78-83; Enbiyâ 21/74; Şuarâ 26/161-175; Neml 27/54; Ankebût 29/28-35] Hz. Peygamber’in hadislerinde de li­vâta kınanmış ve bu fiili işleyen kimseye Allah’ın rahmet nazarıyla bakmayacağı bildirilerek livâta yapanların lanetlendiği ifade edilmiştir. Resûl-i Ekrem ayrıca, “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey Lût kavminin davranışıdır” demiş ve erkeğin eşiyle anal ilişkide bulunması­nı da “küçük livâta” şeklinde nitelendire­rek yasaklamıştır. Bir başka hadiste de hemcins­leriyle ilişkide bulunan kadınlar ve erkek­ler zina yapan kişiler olarak ifade edilmiştir.

İslâm dini, cinselliği tabii bir vakıa ola­rak kabul edip cinsel ihtiyaçların mâkul ve meşru zeminde giderilmesine imkân vermiş, ancak cinselliğin insanlık onur ve değerini ihlâl edecek biçimde kontrolsüz kullanımını önleyici bazı sınırlamalar ge­tirmiştir. Evliliğin teşvik edilip aile haya­tını ve kurumunu korumaya yönelik ted­birlerin alınması, iffetin ve neslin korun­masının dinin temel gayeleri arasında gösterilmesi, cinsel sağlık ve ahlâk eğiti­mine önem verilmesi, müstehcenlik, fu­huş ve zina ile mücadele edilmesi böyle bir anlam taşır. Bunun için Kur’an ve Sünnet’te cinsî hayata ilişkin olarak birçok ayrıntılı düzenleme ve hüküm yer almış­tır. Bunlardan biri de livâtanın İslâm’da şiddetle kınanıp büyük günahlardan sa­yılması olmuştur. İslâm literatüründe ko­nu ferdî ve içtimaî ahlâk, cinsiyet ahlâkı ve eğitimi gibi açılardan ele alınıp fert ve toplumların böyle bir sapkınlıktan korunması, fertlerin bu tür davranış ve eğilim­lerini önleyici ve tedavi edici tedbirlerin alınması üzerinde durulmuş, fıkıh litera­türünde ise daha çok hukukî açıdan bu gruba giren fiillerin suç teşkil etmesinin şartlan ve bu fiili işleyenlere uygulanacak ceza yönüyle incelenmiştir.

Kur’an’da ve hadislerde yer alan ifade­lerden hareketle İslâm âlimleri, livâtanın dünyevî cezayı da gerektiren haram bir fiil olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır. Hatta livâtayı haramlik ba­kımından zinadan daha ağır bir fiil olarak kabul edenler de vardır. Livâta yapan kim­seye verilecek ceza konusunda ise İslâm hukuk ekolleri farklı görüşlere sahiptir. Bu konudaki fikir ayrılığı, livâtanın zina kapsamında bir suç mu yoksa ondan ayrı başka bir suç mu teşkil ettiği konusundaki farklı yaklaşımlardan, ayrıca bu fiili işleyen kimselere verilecek ceza ile ilgili hadislerin yorumundan kaynaklanmak­tadır.

İslâm hukukçularının çoğunluğu. Kur’an’da hem zinanın hem livâtamn açık ha­yasızlık ve çirkin davranış (fahişe) olarak nitelendirilmesini dikkate alarak livâtayi zinaya kıyas etmiş, bu fiilin zina olarak adlandırılabileceğini ve zina ile aynı hü­kümleri taşıdığını belirtmiştir. İmam Şa­fiî ile Hanefî hukukçularından Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’ye göre livâta yapan kişiye zina suçunda ol­duğu gibi had cezası uygulanır; fail muhsan ise recmedilir, muhsan değilse 100 celde ile cezalandırılır. Şâfİîler, livâta su­çunda failin bekâr olması durumunda kendisine ayrıca sürgün cezası verilmesi gerektiğini ifade ederler. İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel İse Hz. Peygamber’den nakledilen ve livâta yapan kişilerin öldü­rülmesi ya da recmedilmesi gerektiğini ifade eden hadisleri esas alarak muhsan olsun ya da olmasın livâta fiilinin failine recm cezası verileceği görüşündedir. Bu hukukçulara göre livâta suçunun ispatı için zina su­çunda olduğu gibi dört şahit getirilmeli­dir. Livâta yapan kişilerin öldürülmesi ge­rektiğini ifade eden hadisler, aralarında Nesâfnin de bulunduğu bazı hadis otori­teleri tarafından sened yönünden tenkit edilmiştir. Diğer taraf­tan Resûl-i Ekrem’in İivâta yapan kimseyi recm cezası ile cezalandırdığına veya livâ­tamn cezaî müeyyidesi hakkında hüküm verdiğine dair bir bilgi mevcut değildir.

İmâmiyye ve Zâhiriyye mezhebine men­sup hukukçularla Ebû Hanîfe livâtayı zina­dan ayrı bir fiil olarak değerlendirmekte­dir. Onlara göre livâta, zinaya kıyas edile­meyeceği ve zina olarak adlandırılamaya-cağı için ondan farklı bir suç oluşturmak­ta ve farklı hükümler taşımaktadır. Ebû Hanîfe, üreme organının dışındaki bir yolla kadın ya da erkekle cinsel ilişkide bu­lunmanın zina olarak kabul edilemeye­ceğini ve livâta yoluyla nesebin karışma ihtimalinin bulunmadığını ifade ederek bu suçu işleyen kimseye devletin yetkili organlarınca takdir edilecek bir cezanın (ta’zîr) verilmesi gerektiğini belirtir. Bu fakihler ayrıca livâta suçunun ispatı için iki şahidin yeterli olduğu görüşündedir. Diğer taraftan aralarında Ebû Müslim el-İsfahânfnin de bulunduğu bazı âlim­ler, Kur’an’da kadınların açık hayâsızlıkta bulunmasıyla ilgili olarak yapılan açık­lamanın ardından, “İçinizden iki kişi açık bir hayâsızlıkta bulunursa onlara ceza ve­rin” mealinde bir ifadenin yer almasını [Nisâ 4/16] erkekler hakkında bir açık­lama olarak yorumlamakta ve bu hük­mün livâta yapan kişilerle ilgili olduğunu, bu sebeple âyetin hükmü gereğince on­lara ta’zîr cezası uygulanacağını ileri sü­rerler. Tabiîn âlimlerinden Mücâhid’in de bu görüşte olduğu nakledilmektedir. İslâm hukukçularının çoğunlu­ğu, bir kimse aleyhine yapılan livâta itha­mının ispat edilmediği takdirde kazf su­çunu meydana getireceği görüşündedir. Ebû Hanîfe ve Zahirîler ise bu tür bir it­hamı hakaret ve sövme kapsamına dahil ederek ta’zîr cezasını gerektiren bir suç olarak kabul ederler.

Livâtanın gerek din ve ahlâk gerekse hukuk düzeni açısından günah, çirkin ve suç teşkil eden bir fiil olmasının yanı sıra tıp otoriteleri de anal ilişkinin zedelenme­ye ve yaralara yol açtığını, özellikle AlDS hastalığını meydana getiren virüsün eş­cinsel ilişkiler yoluyla açılan yaralardan kolayca girmek suretiyle hızlıca ürediğini ifade etmektedir. Eşcinsel ilişki, modern refah toplumlarında çeşitli sebeplerle belli bir yaygınlaşma eğilimi gösterip bi­reysel özgürlük kapsamında telakki edi­lerek sınırlı ölçüde hukuken korunsa ve tabii karşılansa bile, dinî ve ahlâkî öğre­tilerin yanı sıra günümüzde insanlığın or­tak sağ duyusu ve kamuoyu onu insanî değerlere ve insan haysiyetine aykırı çir­kin bir davranış olarak görmeye devam etmekte, onunla mücadelede en etkili çare olarak da karşı cinsler arası tabii ve meşru ilişki önerilmektedir. Eşcinsellik eğilim ve davranışı biyolojik ve psikolojik bozukluğun bir ürünü olması durumunda ise tedavi edilmesi gereken bir hastalık sayılmaktadır.

Kur’an’da Lût kavminin çirkin davranış­larının onları büyük bir felâkete sürükle­diği belirtilerek şiddetle kınanması, Hz. Peygamber’in hadislerinde livâta ve se­vicilik gibi çirkin fiilleri işleyen kimseler hakkında kullanılan ağır ifadeler, İslâmî öğretide eşcinselliğin fıtrata ve insanlık onuruna aykırı bir davranış olduğunun ısrarla vurgulanması ve zinaya denk bir suç olarak görülüp cezaî müeyyidelerle önlenmeye çalışılması İslâm toplumların­da bu konuda ortak bir bilinç oluşturmuş, bu tür fiillerin toplumda yaygınlaşmasını önlemiş veya en alt düzeyde kalmasını sağlamıştır. Bununla birlikte bu çirkin fiilin tarihsel süreçte müslüman toplum­larda da eksik olmadığı, özellikle refahın artıp insanların lüks içinde yaşadığı dö­nemlerde ve çevrelerde belli ölçüde yaygınlaşma eğilimi gösterdiği söylenebilir. İslâm tarihinde erkekler arasında eşcin­sel ilişkilerin ilk olarak Abbasîler dönemin­de yaygınlaştığı görülmektedir. Bu tür ilişkiler başta şiir olmak üzere çeşitli ede­bî türlerdeki eserlere de yansımış ve “li­vâta edebiyatı” olarak adlandırılabilecek bir tür meydana gelmiştir. Ahlakdışı söz ve davranışlarıyla tanınan Kûfeli şair Vâlibe b. Hubâb ve öğrencisi Ebû Nüvâs’ın (ö. 198/813) erkekler arası eşcinsel iliş­kilere dair şiirleri, Arap edebiyatında cin­sel temaları işleyen ve erkekler arasında­ki eşcinsel ilişkilere yer veren nesir türün­deki ilk eserlerden biri olan Câhiz’in (ö. 255/869) Müfâharetü’l-cevâri ve’l-ğılmân’ı bu türün ilk örnekleri arasında sayılabilir. İbn Hindu’nun Risâletü’l-visâta. beyne’z-zü-ndtveJâ ve Tîfâşî’nin Nüzhetü’l-elbâb fî mâla yûceci fîkitâb, adlı kitapları da bu konulara temas eder. Diğer taraftan livâtamn ha-ramlığına dair telif edilen müstakil eser­ler arasında Âcurrî’nin Zemmü’l-livât, Muhammed b. Ömer el-Gamrî” nin el-Hükmu’l-mazbût fî tahrîmi ü’li kavmi Lût ve İbnü’l-Mibred’in et-Tevaud bi’r-recm ve’s-siyât li-fâHli’l-livât isimli kitapları zikredilebilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski