Lübnan Tarihi, Tarihçesi -1918'den Günümüze Kadar- Hakkında Bilgi

Lübnan 1918 Ekim başında İngiliz ve Fransız kuv­vetlerince işgal edildi. Son Osmanlı mu­tasarrıfı Mümtaz Bey idareyi rnüslüman eşraftan Ömer Dâûk’a bırakmıştı. Kısa süre sonra Suriye’de bulunan Faysal’ın temsilcisi Şükrü Paşa el-Eyyûbî bir askerî birlikle Beyrut’a geldi ve Şerîf Hüseyin’e bağlı Arap hükümetini ilân etti. Ancak 8 Ekim 1918’de Fransız Generali de Piepape, Lübnan yönetimine el koyarak bir haftalık Arap hükümetine son verdi. Ni­san 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Lübnan Suriye ile birlikte Fransa manda yönetimine devredildi. Fransa Ey­lül 1921 ‘de Büyük Lübnan Devleti’nin ku­rulduğunu ilân etti. Osmanlı dönemin­deki Lübnan mutasarrıflığının genişletil­mesiyle oluşturulan yeni devletin sınırlan kuzeyde Kebîr ırmağı, doğuda Antilübnan dağlarının zirvesi, Ba’lebek ile beraber Bikâ’ın tamamına yakını, güneyde ise Sayda ve Sûr şehirlerini içine alacak şekil­de belirlenmişti. Bu şekilde ağırlıklı ola­rak müslüman nüfusu İçine almış olan ye­ni devletin yüzölçümü 10.452 km2 olup başşehri Beyrut’tur. Lübnan’da Fransız manda yönetimi Temmuz 1922’de Mil­letler Cemiyeti tarafından onaylandı.

23 Mayıs 1926’da anayasa kabul edilip Lübnan Cumhuriyeti ilân edildi. Grek Or­todoks hukukçusu Charles Dabbas ilk cumhurbaşkanı seçildi. İlân edilen cum­huriyet esasen Fransa’nın vesayetindeydi. Yeni anayasaya göre Lübnan hükümeti iç işlerinde yetkili kılınmakta, dış ilişkiler tamamen Fransa’ya bırakılmakta ve yük­sek komisere kanunları veto etme hak­kının ötesinde meclisi feshetme ve ana­yasayı askıya alma yetkisi verilmekteydi. Fransızca Arapça ile birlikte resmî dil ka­bul edilmekteydi. Bu tür uygulamalar ve Mârûnî hıristiyanlara dayalı politikalar se­bebiyle Fransa’ya karşı tepkiler giderek arttı. Bikâ’ ve Sûr bölgesinin Sünnî ve Şiî müslümanları, Suriyeli müslümanlarla oluşturacakları çoğunluktan koparılarak Lübnan’da azınlık yapılmalarına karşı re­aksiyon gösterirken Dürziler, Lübnan po­litikalarında etkisiz kalmanın tepkisini veriyordu ve bu durum 1925-1927 yılları arasında isyanlara yol açtı.

1927’de anayasada yapılan değişiklik­lerin ardından hem cumhurbaşkanı hem başbakan hıristiyanlardan seçildi. Meclis başkanlığına ise müslümanlardan Muhammed Cisr getirildi. Muhammed Cisr’in cumhurbaşkanlığına aday olmasına tepki gösteren Fransa Mayıs 1932’de anayasayı askıya aldı ve Lübnan Meclisi’ni feshetti. Cumhurbaşkanlığı seçimini de süresiz er­teleyerek Charles Dabbas’tan bu görevi tekrar üstlenmesini istedi. Bu kararların yoğun tepkilere sebep olmasıyla Dabbas Ocak 1933’te istifa etti ve yerine Habîb Paşa getirilirken feshedilen meclisin ye­rine de bir konsey tayin edildi. 1936’da cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve Fran­sa’nın desteklediği Emile Edde bir oy farkla cumhurbaşkanı seçildi. Seçimi kay­beden Bişâre Hûrî 1936’da anayasanın tam olarak yürürlüğe konması, Fransız manda rejiminin sona ermesi ve Lüb­nan’ın tam bağımsızlığa kavuşması ta­leplerini dile getiren bir hareket başlattı. 1936’da Suriye’nin geleceğini belirlemek için Suriye-Fransa görüşmelerinin baş­laması Lübnan’da çoğunluğunu müslü-manların oluşturduğu, Grek Ortodoks ve Protestanların da önemli destek verdiği Suriye yanlılarını harekete geçirdi. Bu gö­rüşe muhalif olan hıristiyanlar da Lübnan milliyetçiliği temeiine dayalı bir karşı hare­ket başlatarak bağımsız Lübnan için ça­lıştılar. Bu grup. Kasım 1936’da genç bir eczacı olan Mârûnî Pierre Cemayei’in li­derliğinde Kataib veya Lübnan Falanjist­leri adı altında paramiliter bir organizas­yona dönüştü. Benzeri paramiliter bir grup da Neccâde adıyla müslümanlar ta­rafından kuruldu. Eylül 1936’da Fransa-Suriye Antlaşmasının imzalanması Lüb­nan’ın bağımsızlık arayışlarını hızlandır­dı. Benzer bir anlaşma Lübnan Cumhur­başkanı Edde ile Fransa’nın Lübnan yük­sek komiseri de Martel arasında yapıldı ve Kasım 1936’da Lübnan Meclisi tara­fından ittifakla onaylandı. Buna göre Lüb­nan 1939 sonundan önce tam bağımsız bir ülke olarak Milletler Cemiyeti’ne üye olacak, Fransa ile barışta ve savaşta müt­tefik kalacak, toprakları ve karasuları Fransa tarafından askerî amaçlı kullanı­labilecek, Lübnan ordusu Fransa tarafın­dan eğitilecek, her türlü teknik ve bilgi ihtiyacı Fransa’dan giderilecek ve Fransız diplomatları dışında Lübnan’ın haklarını koruyacaktı. Lübnanlı müslümanlar an­laşmaya karşı sert tavır koydular. Müslü­manların yoğun olduğu bölgelerde pro­testo gösterileri yapıldı ve bazı yerlerde hıristiyan karşıtı tavırlar alındı, çatışmalar çıktı. Ancak protestolar yönetimin tavrı­nı değiştirmedi.

Ocak 1937’de Lübnan’da anayasa hü­kümleri uygulamaya konuldu. Ancak Fran­sa Parlamentosu anlaşmayı bir türlü onay­lamadı ve Eylül 1939’da başlayan II. Dün­ya Savaşı sebebiyle de meclis feshedile­rek anayasa askıya alındı. Bu gelişmeler Fransız yanlısı Cumhurbaşkanı Edde’nin yıpranmasına ve otoritesinin giderek za­yıflamasına yol açtı. Savaş yıllarının buna­lımlı geçmesi de Lübnan’daki siyasî krizi şiddetlendirdi. Bunun üzerine Edde Ni­san 1941’de istifa etti. Cumhurbaşkanlı­ğına Alfred Nakkaş, başbakanlığa da Ahmed Dâûk getirildi. Ancak bu düzenleme kısa sürdü ve haziranda İngilizler’le Fran­sızlar Lübnan’ı işgal ettiler. Yeni yüksek komiserin unvanı “delege-general” ola­rak değiştirildi. General Catroux Kasım 1941 “de Lübnan’a bağımsızlık verileceğini resmen ilân etti. Aralıkta ise Nakkaş ve Dâûk cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık görevlerine döndüler. Ancak ülkedeki eko­nomik sıkıntılar ve yiyecek kıtlığı birkaç ay sonra Dâûk hükümetinin istifası, yeri­ne Sünnî müslümanlardan Sâmî Sulh’un tayiniyle sonuçlandı. Ülkenin önemli eski politikacılarından Emile Edde’nin lideri olduğu grup Fransa politikalarını destek­lerken İngiliz yaklaşımı, Bişâre Hûrî’nin önderi olduğu anayasacılar grubu üe müs-lümanların ve genel olarak Arap milliyet­çilerinin desteğini almıştı. Fransa içeriden ve dışarıdan baskılara boyun eğerek Mart 1943’te Lübnan anayasasını tekrar yürür­lüğe koydu. Cumhurbaşkanlığı ve başba­kanlık görevlerine Edde yanlısı olan Eyyûb Sâbit’i tayin etti. Sâbit’in otuz ikisi hıris­tiyan, yirmi ikisi müslüman ve Dürzîler’-den oluşacak elli dört üyeli bir meclis plan­ladığı anlaşılınca bu, hıristiyan lan n tahak­kümünü sağlayıcı bir formül olarak gö­rüldü ve büyük tepki aldı. Tepkilerin art­ması üzerine Sabit görevden alındı. Grek Ortodoks hukukçu Petro Trad cumhur­başkanlığa getirildi. Uzun mücadele ve müzakerelerden sonra 6-5 nisbetinin yanı sıra cumhurbaşkanının Mârûnî, meclis başkanının Şiî ve başbakanın Sünnî ol­ması kabul edildi. Buna göre otuzu hıris­tiyan, yirmi beşi müslüman ve Dürzîler’-den olmak üzere meclis elli beş üyeden oluşacaktı.

1943’te yapılan seçimler sonucunda Bi­şâre Hûrî’nin liderliğini yaptığı anayasa­cılar grubu ve müttefikleri çoğunluğu ele geçirdiler. 21 Eylül 1943’te toplanan mec­lis kırk dört oyla Hûri’yi cumhurbaşkanlı­ğına seçti. Hûrî de Sulh ailesinden Riyâz’ı Mârûnî, Sünnî, Şiî, Grek Ortodoks, Grek Katolik ve Dürzîler’in temsil edildiği bir kabine oluşturmak üzere başbakanlığa tayin etti. Yeni kabine göreve başladıktan hemen sonra Fransa manda yönetimini sona erdirme müzakerelerine başladı. 8 Kasım 1943’te Lübnan Meclisi manda yö­netiminin getirdiği kısıtlamaları kaldıran bir kanun kabul etti. Yeni kanun hızla cumhurbaşkanının onayından geçirilerek yayımlandı. Lübnan’a döndüğünde geliş­meleri öğrenen Delege- General Helleu 11 Kasım’da Cumhurbaşkanı Hûrî, Başba­kan Sulh ve bazı kabine üyelerini tutuk­latmakla kalmadı, anayasayı da askıya aldı, meclisi feshetti ve yönetimi Emile Ed-de’ye teslim etti. Bu uygulamalar Lüb­nan’ın büyük çoğunluğunu Fransız kar­şıtlığında birleştirdi. Gösteriler, ayaklan­malar birbirini izliyordu. Olayların kont­rolden çıkmak üzere olduğu bu aşamada İngiltere ve Amerika’nın da bağımsızlık yanlısı tavır sergilemeleri üzerine Fransa delege-generali görevden aldı ve Catroux tekrar Lübnan’a gönderildi. 22 Kasım 1943 ‘te cumhurbaşkanı ve başbakan ser­best bırakılarak görevlerine döndüler. Bu tarih Lübnan’ın Fransa’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinde bir dönüm noktası oldu ve bağımsızlık günü olarak kutlandı. Bundan sonra Fransa’nın man­da yönetimi vasıtasıyla elde ettiği haklar tedricen iptal edildi. Mayıs 1945’te Avru­pa’da II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine İngiltere’den gelen baskıların da rolüyle Fransızlar Lübnan’daki askerlerini 1946 sonuna kadar tahliye etti. Bu arada bağımsız Lübnan 1945 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na ve Arap Birliği’ne üye oldu.

Lübnan’ı bağımsızlığa götüren yöneti­min başında bulunan Huri 1947seçimle­rinin ardından cumhurbaşkanlığına tek­rar seçildi. Ancak iç politikada Hûrî’nin etkinliği giderek azaldı, Lübnan ekono­misi ciddi krizlere mâruz kaldı. 1950’li yıl­lara güçlü bir muhalefetle giren Hûrfnin, en önemli yardımcılarından Başbakan Riyâz Sulh’un bir suikast sonucu öldürül­mesinden sonra otoritesi zayıfladı ve 18 Eylül 1952’de istifa etti.

Yeni cumhurbaşkanı Kâmil Şemun’un altı yıllık iktidar döneminde Suriye ve Mı­sır gibi bölgenin en önemli ülkeleri askerî idareye geçerken Lübnan nisbî bir barış ortamında hızlı bir ekonomik büyüme ya­şadı. Batı yanlısı liberal ekonomik politi­kaların uygulandığı bu yıllarda Beyrut Or­tadoğu’nun en gelişmiş bankacılık, tica­ret ve turizm şehri oldu. Temmuz 1956′-da Nâsır’ın Süveş Kanal Şirketi’ni millî­leştirmesi ve Cumhurbaşkanı Şemun’un Mısır’a savaş ilân eden İngiltere ve Fran­sa ile diplomatik ilişkileri sürdürme ka­rarı, Lübnan’da Batı yanlısı Şemun tarafı ile Nâsır’dan etkilenen milliyetçi cephe arasında gerginliklerin artmasına, hatta bazı bölgelerde çatışmalara yol açtı. Trab­lus, Şûf ve Beyrut başta olmak üzere bü­yük şehirlerde çatışmalar arttı. Bölgedeki gelişmeler de Lübnan’daki bölünmüşlü­ğü derinleştirecek çizgide seyrediyordu. Şubat 1958’de Mısır ve Suriye’nin Birle­şik Arap Cumhuriyeti’ni kurmaları, temmuzda Irakta Hâşimî Krallığı’nı sona er­diren ihtilâl Lübnan’ı iyice tedirgin etti. Lübnan’ın çağrısı üzerine Amerikan Al­tıncı Filosu’nun Beyrut’a asker çıkartması gelişmelerin seyri açısından dönüm nok­tası oldu. Mısır ve Suriye ile birleşme ta­raftarları amaçlarına ulaşamayacakları­nı kabullendiler, ancak Şemun’un istifa­sında direttiler. Amerika Birleşik Devlet­leri, Robert Murphy’yi Lübnan’a gönde­rerek krizi kontrol altına almaya çalıştı. 31 Temmuz’da Şemun’un yerine General Fuâd Şihâb’ı 22 Eylül’de görevi devralmak üzere cumhurbaşkanlığına seçti. Bu de­fa da Şemun taraftarlarının sert muhale­feti ülkedeki gerginliği tırmandırdı. Ça­tışmalar hızla Müslüman hıristiyan çatış­masına dönüşmeye başladı.

Amerika Birleşik Devletleri’nin etkin katılımı ile krizin önlenmesinin ardından Şihâb kısa sürede otoriteyi tesis etti. Ön­ceki yıllarda özellikle ihmal edilen Sünnî. Şiî ve Dürzî bölgelerine yatırımları ve dev­letteki görevli sayılarını arttırarak onların devlete karşı gücenmişliklerini hafifletti. Bu atmosferde yapılan Haziran-Temmuz 1960 seçimleri Lübnan’ı yeniden ekono­mik büyüme dönemine taşıdı. 1964 se­çimleri sonunda cumhurbaşkanlığına Charles Hilu geldi. Yeni dönemde siyasî otoritede meydana gelen zaaf yolsuzluk­lara, ekonomik ve siyasî istikrarsızlıklara yol açtı ve ülke 1965-1966’da tarihinin en önemli finans krizlerinden birini yaşadı.

Haziran 1967 Arap İsrail savaşı Lübnan açısından önemli gelişmelere yol açtı. Sa­vaşın kısa sürmesi ve Arap ülkelerinin ağır yenilgisi bölgede Nasır faktörünü ortadan kaldırdı. Ancak Batı Yakası ve Gazze’nin İsrail tarafından işgal edilmesiyle İsrail’e karşı mücadele eden örgütlerle birlikte yüz binlerce Filistinli mültecinin Lübnan’a geçmesi İsrail ile Lübnan’ı doğrudan karşı karşıya getirecekti. Nitekim Mayıs 1968′-de Lübnan-İsrail askerleri arasında ilk sı­nır çatışmaları yaşandı. 1969 başından iti­baren Suriye de Lübnan’daki gelişmele­re doğrudan müdahale etmeye başladı. Gösteriler, grevler ve ardından çatışma­lar yoğunlaştı. Ocak 1970’te Lübnan ge­nelkurmay başkanı ile Filistin lideri Ara­fat arasında yapılan Kahire Antlaşması ve aynı yıl Ürdün’de, Filistinliler’in karıştığı Kral Hüseyin’e karşı yapılan başarısız dar­be girişimi sonunda Filistinliler’in Lüb­nan’daki faaliyetleri arttı.

1970’li yıllarda enflasyonla birlikte işsizliğin artması, Temmuz 1971’de Ür­dün’den çıkarılan Filistinliler’in Lübnan’a yerleşmesi, İsrail’in Lübnan içerisindeki Filistin kamplarına saldırılar düzenleme­si, cemaatler arası gerginliklerin tırman­ması ve sol görüşlü hareketlerin silâhlı ey­lemlere katılması gibi gelişmeler Lübnan’ı hızla kriz ortamına sürükledi. 1974’te Lübnanlı Falanjistler ile Filistinliler ara­sındaki çatışmalar artış gösterdi. Müslümanlarla hınstiyanlar arasında Ekim 1976’ya kadar devam edecek bir iç savaş çıktı. Lübnanlı hıristiyanların çağrısı üze­rine Mayıs 1976’da binlerce Suriye askeri savaşı durdurmak bahanesiyle Lübnan’a girdi. Çatışmaların milletlerarası bir bo­yut kazanmasından endişe eden Arap ül­keleri, Lübnan’a barış gücü gönderilme­sine ve Suriyeli askerlerin barış gücünde görev alacaklar hariç kademeli olarak çe­kilmelerine karar verdi. Haziran ayında 1000 asker gönderildi. Yaklaşık elli ateş­kes kararının etkisiz kalması sebebiyle Arap ülkeleri. Ekim 1976’da Riyad ve Kahire’de yaptıkları toplantıların ardından 30.000 barış gücü askeri gönderme ka­rarı alarak kalıcı ateşkes sağladılar. An­cak mahallî çatışmalar yer yer devam ediyordu. Dürzî lider Kemal Canbolat’ın Mart 1977’de Öldürülmesi, Filistin-İsrail çatışmalarının Güney Lübnan’ın İsrail ta­rafından işgaliyle sonuçlanması (Mart-Haziran 1978), Suriye askerleriyle hiristiyan milisler arasındaki çatışmalar Lüb­nan’da gerginliğin devam ettiğini göste­riyordu.

1980’li yıllarda Suriye birlikleriyle hıristiyan milisler arasındaki çatışmalar, Trablusşam’da Sünnî-Şiî çatışması, Güney Lübnan’da ve Beyrut’un banliyösünde Şiî Emel hareketiyle Filistinliler arasında ça­tışmalar devam etti. 1982 yılında Lüb­nan’da daha köklü gelişmelere şahit olun­du. İsrail, hava bombardımanlarının ar­dından Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal etti. Bu sırada Falanjistler’in ve Mârûnîler’in İsrail’in Suriye ve Filistinliler aleyhi­ne yaptığı operasyonlara destek vermesi mevcut cemaatler arası krizi daha da de­rinleştirdi. Müslüman milletvekillerinin boykot ettiği seçim sonucunda İsrail’in desteklediği Beşîr Cemâyel cumhurbaş­kanı seçildi, ancak üç hafta sonra öldü­rüldü. Bunun üzerine İsrail’in de deste­ğiyle Sabra ve Şatilla Filistin kamplarına giren Falanjistler binlerce kişiyi öldürdü­ler (16-17 Eylül 1982). Bir hafta sonra da ılımlı görüşleriyle tanınan kardeş Emîn Cemâyel müslümanlardan da önemli des­tek alarak cumhurbaşkanı seçildi.

Eylül 1982’den itibaren Amerikan, Fransız ve İtalyan askerlerinden oluşanbir barış gücünün Lübnan’da bulunması kararlaştırıldı. İsrail, Suriye’nin de Bikâ’-dan çekilmesini şart koşarak Lübnan’da kalışını uzatmaya çalışıyordu. Müzakere­ler devam ederken Nisan 1983’te Bey­rut’taki Amerika Birleşik Devletleri bü­yükelçiliğinde yüzlerce Amerikan askeri­nin bulunduğu sırada büyük bir patlama olması ve çok sayıda askerin ölmesi üze­rine Amerika Birleşik Devletleri taraflar üzerindeki baskısını arttırdı. 17 Mayıs Antlaşması ile İsrail’in Lübnan’dan tedrîcî olarak çekilmesi kararlaştırıldı. Amerikan, Fransız ve İtalyan birliklerinden oluşan barış gücü Şubat-Mart 1984’te Lübnan’­dan ayrıldı. Lübnan’daki kayıplarının art­ması ve milletlerarası baskılar gibi sebep­lerle İsrail Haziran 1985’ten itibaren Lüb­nan’daki askerlerini geri çekti. Ardından Suriye, Bikâ’ vadisinden 10.000’in üzerinde askerini çekerek Lübnan’daki asker sa­yısını 25.000’lere indirdi. Bu gelişmeler Lübnan’da gerginliği azaltmadı. Haziran 1987’de Başbakan Reşîd Kerâmî’nin öl­dürülmesi Lübnan’ın güven ortamından ne kadar uzak olduğunu gösteriyordu.

Eylül 1988’de süresi dolan cumhurbaş­kanı Emîn Cemâyel’in halefi seçilemedi. Cemâyel ayrılmadan önce Mârûnî Gene­ral M. Avn’ı geçici hükümetin başbakan­lığına tayin etti. Bu tayini kabul etmeyen­lerden Beyrut’un batısında müslümanlar ve doğusunda hıristiyanlarca iki ayrı hü­kümet kuruldu ve ülke bölünmenin eşi­ğine geldi. Diğer taraftan Suriye destekli Şiî Emel grubu İle İran destekli Şiî Hizbul-lah mensupları çatışmalarının yanı sıra Beyrut’ta da müslümanlarla hıristiyanlar arasında çatışmalar meydana geliyordu. Kazablanka’da toplanan Arap liderleri Ce­zayir, Fas ve Suudi Arabistan’dan oluşan bir komite kurarak Lübnan’da barışın sağlanması çalışmalarına Amerika Birle­şik Devletleri ve Avrupa ülkeleri de destek verince Eylül 1989’da ateşkes sağlandı. Eylül sonunda Tâif’te toplanan Lübnan Meclisi uzlaşma konusunda önemli karar­lar aldı. 22 Ekim 1989 Tâif Antlaşması Lübnan tarihi için bir dönüm noktası ol­du. Halen uygulanmakta olan bu antlaş­maya göre cumhurbaşkanlığının yetkileri kısıtlanmış ve ülke yönetiminde esas so­rumluluk müslümanlarla hıristiyanlar arasında eşit dağılımla oluşan hüküme­te verilmiştir. Milletvekili dağılımın­da hıristiyanlar lehine olan 6’ya 8 oranı kaldırılarak müslümanlar ve hıris­tiyanlar arasında eşit olarak paylaşıl­mak üzere millet vekili sayısı doksan dokuzdan 108’eçıkarıldı. Milislerin silâhsizlandırılması, Lübnan hükümetinin ülkenin tamamında hâkimiyetinin sağ­lanması, hükümete bağlı Lübnan güven­lik güçlerinin kuvvetlendirilmesi, Suriye’­nin askerî güçlerini geri çekmesi alınan kararlar arasındaydı. Kasımda hem bu kararlar onaylandı hem de Rene Muav-vad cumhurbaşkanı seçildi, ancak Muav-vad’ın iki hafta sonra bir bombalı saldın sonucu hayatını kaybetmesiyle yerine İlyas Hirâvî seçilerek cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sona erdirildi.

Yeni dönem Lübnan siyasetinde Suri­ye’nin etkin rolü kabul edilerek normal­leşme sağlanmaya çalışıldı. 1992 sonba­harında milletvekili sayısı 128’e çıkarılıp seçimler yapıldı. Milislerin silâh bırak­maları konusunda önemli başarılar elde edildi. 1989 Tâif Antlaşması. 1975-1990 arasında aralıklarla devam eden Lübnan iç savaşını sona erdirerek ülkede genel barışı ve siyasî istikrarı sağlamış görün­mektedir. Şubat 2003’te Suriye askerî birliklerinin bir kısmını geri çekmekle bir­likte Lübnan’da halen 20.000 civarında asker bulundurmaktadır. Bu sebeple Su­riye ile her alanda ilişkiler geliştirilmekte ve Lübnan’ın güvenliği açısından Suriye’­nin Lübnan’daki askerî varlığı her iki ülke yetkililerince savunulmaktadır. Diğer ta­raftan İran, Hizbullah aracılığıyla Lüb­nan üzerinde etkisini sürdürmektedir. 3.600.000 nüfusa sahip bu küçük ülkede 200.000’in üzerinde Filistinli’nin çeşitli kamplarda varlıklarını sürdürmesi Lübnan-İsrail ilişkilerini hassas bir dengede tutmaktadır.

  • Lübnan Tarihi, Tarihçesi -Osmanlı Dönemi- Hakkında Bilgi
  • Lübnan Kültür, Medeniyet, Tarihi Eserleri, Yerler, Hakkında Bilgi
  • Lübnan Tarihi, Tarihçesi -Başlangıçtan Osmanlı Fethine Dek- Hakkında Bilgi
  • Lübnan Fiziki, Beşeri Coğrafya, Etnik Yapısı, Hakkında Bilgi
  • Lübnan Başkenti, Nüfusu, Yüzölçümü, Hakkında Bilgi

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski