Ekim 1516’da Osmanlı yönetimine giren bölgenin idaresiyle İlgili yapılan yeni düzenleme sonunda Lübnan’ın yönetimi, Memlükler adına görev yapan Tenûhîler’den (Buhturlar) alınıp dönemin diğer bir güçlü Dürzî ailesi olan Ma’noğulları’na verildi. Bu tarihte Ma’noğulları ailesinin reisinin kim olduğu tartışmalı bir konudur. Yakın dönemlere kadar, Lübnan”! temsilen I. Fahreddin’in Şam’da bulunan Sultan Süleyman’a itaatini bildirdiği ve Lübnan yönetiminin kendisine verildiği belirtilirken son zamanlarda yapılan araştırmalar bu bilginin
Burtâsî Camii – Trablussam Lübnan doğru olmadığını, Korkmaz b. Yûnis’in Osmanlı devrinin ilk yöneticisi olduğunu ortaya koymuştur. Emirlik sistemi dönemi” (1516-1842) adı verilen bu devirde Osmanlılar için öncelikli iki konudan biri vergilerin toplanması, diğeri iç güvenliğin sağlanması ve her yıl Şam şehrinde toplanan hac kervanının güvenlik içerisinde Hicaz’a gidip gelmesiydi. Bu sebeple Lübnan bölgesinde Osmanlı hâkimiyetini kabul eden ve güvenliği sağlayacak güce sahip Ma’noğlu ailesinin göreve getirilmesi uygun görülmüş olmalıdır.
1518’de Bikâ’ vadisinde meydana gelen İbnü’l-Haneş liderliğindeki isyanla alâkalı oldukları düşünülen Ma’n emirlerinden bazıları ele geçirilmiş ve Şam Beylerbeyi Canbirdi Gazâlî isyanının bastırılmasının ardından Lübnan’da devlet otoritesinin güçlendirilmesi için 1523 ve 1524’te Dürziler üzerine iki sefer düzenlenmişti. Bu tarihten itibaren 1580’lere kadar Lübnanlı mahallî güçler arasındaki rekabet ve bazan da devlet otoritesine karşı tavırlar sebebiyle Şam beylerbeyiliğinin sınırlı müdahalelerine rağmen Ma’noğulları bölgedeki güçlerini giderek arttırdılar. 1S8S’te Ma’noğulları’na karşı gerçekleştirilen bir askerî harekât sonucu Emîr Korkmaz öldü ve 1S90’ların başında Ma’noğlu hâkimiyeti Korkmaz’ın oğlu Fahreddin tarafından tekrar tesis edildi.
Fahreddin’in idaresi döneminde (1585-1635) Ma’noğullan’nın nüfuzu giderek arttı, 1600’lü yıllara gelindiğinde Kuzey ve Güney Lübnan’ın tamamına yayıldı. Osmanlı Devleti’nin Avusturya ve İran savaşlarıyla meşgul olduğu bu devirde Fahreddin silâhlı birlikler kurarak Lübnan’da neredeyse bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Daha önce Halep beylerbeyiliği görevinde bulunan ve Fahreddin’in bağımsız tavırlarını İyi bilen Nasuh Paşa 1611′-de sadârete gelince Lübnan’daki gelişmeler daha yakından takip edilmeye başlandı. Vergilerin aksatılması üzerine Şam Beylerbeyi Hafız Ahmed Paşa 1612-1613′-te Lübnan üzerine sefer düzenledi. Fahreddin. yerine oğlu Ali’yi bırakarak İtalya’ya kaçtıysa da 1618’de affedilerek tekrar Lübnan’a döndü. Eski politikalarını sürdürüp Lübnan’da hâkimiyetini pekiştirdi. Aynı dönemde Lübnan’ın Avrupa ile ticarî ve dinî ilişkileri belirgin bir şekilde gelişti, yeni kiliseler inşa edildi ve misyoner faaliyetleri arttı. Gelişmeler üzerine IV. Murad, Şam Beylerbeyi Küçük Ahmed Paşa’yı Fahreddin’in üzerine gönderdi. Yakalanan Fahreddin iki oğlu ile birlikte İstanbul’a gönderildi ve burada Hüseyin hariç diğerleri idam edildi (1635).
Fahreddin’in iktidarının sona erdirilmesi Lübnan’daki Ma’noğlu hâkimiyetine büyük bir darbe vurdu. Nüfuzları azalmakla birlikte ailenin başına geçen Fahreddin’in yeğeni Mülhem, Şûf bölgesinde etkinliğini devam ettirdi. Halefi olan oğlu Ahmed’in 1697’de geride çocuk bırakmadan ölmesiyle Lübnan’daki Ma’no-ğulları dönemi sona erdi. Bölgedeki Dürzî ileri gelenleri Lübnan Emirliği’ne Beşîr Şihâbî’yi seçtiler. Ancak o sırada Osmanlı sarayında görevli Fahreddin’in oğlu Hüseyin’in girişimleriyle Beşîr’in emirliği tanınmayarak yerine ailenin diğer ferdi Haydar Şihâbî tayin edildi. Çocuk yaşta olan Emîr Haydar yetişkin seviyesine gelinceye kadar 1697-1707 yılları arasında Beşîr nâib olarak görev yapacaktı. Böylece Lübnan’da Şihâbîler devri diye adlandırılan yeni bir dönem başlamış oldu.
Sünnî olan Şihâbîler’in yönetimindeki halkın çoğunluğu akrabalık bağı olan Dür-zîler ile Mârûnî hıristiyanlardan oluşmaktaydı. Bu devirde bazı hıristiyanlar emî-rin yakınında görev almakla birlikte asıl güç Dürzîler’in elindeydi. Esasen bölgenin tarım arazisini de onlar işletmekteydi. Ancak XVIII. yüzyılın başında iki büyük Dürzî kabilesinden Kaysîler’e mensup olan Şihâbîler’in emirliğine karşı Yemenîler’e mensup Alemüddinler ayaklandı. 1708-1711 yılları arasında devam eden bu mücadelede Sayda valisinin desteğini alan Alemüddinler başlangıçta kısmî başarılar elde etmekle birlikte sonunda ağır bir yenilgiye uğradılar ve Lübnan’ı terkederek Havran’a yerleştiler. Bölgede kalan en önemli Yemenî ailesi Garb’da yerleşmiş bulunan Arslan ailesiydi. Şihâbîler’in dışında Kaysîler’den Ebü’l-Lam ailesi ve Ye-menîler’den Arslan ailesi emîr unvanını kullanmaktaydılar. Bu sebeple Lübnan idaresini elinde bulunduran Şihâbî emirlere “emîrü’l-kebîr” denmeye başlandı.
Şihâbîler, 1711 ‘de önemli bir Dürzî muhalefetini bitirerek bölgedeki otoritelerini güçlendirdiler. Fakat bu durum uzun vadede Lübnan Dürzîleri’nin aleyhine oldu. Öncelikle önemli bir Dürzî nüfusun bölgeden ayrılması üzerine Mârûnîler’in genel nüfus içindeki oranı hayli arttı. Ayrıca XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Mârû-nîler giderek siyasî ve ekonomik güçlerini arttırmaya başladılar. Bunda Lübnan’da kalan Dürzîler arasındaki iktidar mücadelelerinin de rolü olmuştur. 1732’de babası Haydar’ın halefi olarak emirliğe geçen Mülhem 17S4’te kardeşi Mansûr lehine görevden çekilince diğer kardeşi Ahmed buna razı olmadı. XVII. yüzyılda Lübnan’a yerleşerek gittikçe gücünü arttıran Dürzî ailelerden Canbolatlar’ın ve Mârûnî büyük ailelerden Hâzinler’in desteğini alan Mansûr, Yezbekî grubunu oluşturan Dürzî şeyh ailelerinin ve Mârûnî Hubeyşîler’in desteğini alan Ahmed ile mücadele etmek durumunda kaldı.
Bu arada kendisi Sünnî müslüman olan Mülhemin çocukları Hıristiyanlığı kabul ettiler (1756). Aynı dönemde önemli Dürzî ailelerinden Ebü’l-Lam mensupları da hıristiyan oldular. Mülhem’in 1761 ‘de ölümünün ardından mücadele Canbolat-Yezbekî grupları mücadelesine dönüştü, bu da Dürzîler’in Lübnan üzerindeki otoritesini zayıflatmaya başladı. 1770’te Mansûr’un emirlikten ayrılmasıyla yerine Mülhem’in hıristiyan olan oğlu Yûsuf geçti (1770-1788), böylece Lübnan’da bu defa da hıristiyan Şihâbîler dönemi başladı. Mârûnîler’in giderek güç kazanmalarının bu değişimde önemli payı olduğu söylenebilir. Avrupa ile geliştirdikleri ticarî, dinî ve kültürel ilişkiler Mârûnîler’in Lübnan içindeki gücünü hissedilir derecede arttırmış ve cazibe merkezi oluşturmuştur. Dürzî emirlerinin hoşgörü ve desteğiyle faaliyetlerini yoğunlaştıran misyonerlerin de etkisiyle adı geçen iki büyük Dürzî ailesinin dışında birçok Dürzî de Mâ-rûnîler’e katıldı. Genel olarak bölgedeki misyonerlerin tamamının Mârûnîler’i güçlendirmeye çalıştığı da belirtilmelidir. Mârûnîler Dürzi köylerine yerleşmeye başladılar ve Suriye’nin iç kesiminden bazı hıristiyan aileler de Lübnan’a göç ettiler.
Lübnan’daki gelişmeler 1775’te Cezzâr Ahmed Paşa’nın Sayda valiliğine tayin edilmesiyle yeni bir döneme girdi. İdarî merkez olarak Akkâ’yi kullanan Ahmed Paşa, Lübnan Emirliği’ni kontrolü altına almak amacıyla Emîr Yûsuf’a karşı kardeşlerini destekleyerek onu zayıflatmanın ötesinde Canbolat-Yezbek mücadelesinde Canbolatlar’ı destekledi ve ardından her iki grubu emîre karşı kullanmaya çalıştı. Bu iç rekabetin çatışmaya dönüşmesiyle 1788’de duruma müdahale eden Cezzâr Ahmed Paşa, Yûsuf’un yerine aynı aileden hıristiyan Beşîr Şİhâbî’yi tayin etti. Yûsuf 1789’da emirliği tekrar ele geçirmeye teşebbüs ettiyse de muvaffak olamadı. Canbolatlar’ın ve Cezzâr Ahmed Paşa’nın desteğini alarak emîr olan II. Beşîr 1790’da Yûsuf un ölümüyle büyük bir rakipten kurtulmuş oldu.
II. Beşîr, yarım asırdan fazla sürecek olan emirliğinin (1788-1840) ilk yıllarında Ahmed Paşa’nın müdahaleci ve otokratik tavırları sebebiyle sıkıntılı dönemler yaşadı. Ahmed Paşa 1793,1794 ve 1798 yıllarında Beşîr’in yerine Yûsuf’un oğullarından Hüseyin, Sa’deddin ve Selîm’i müştereken Lübnan emirliğine tayin etti. 1799′-da Fransızlar Akkâ’yı muhasara altına aldıklarında Lübnan bu kargaşa dönemini yaşamaktaydı. Mârûnîler, Fransızlar’ın Lübnan’ı almalarını beklerken Dürzîler genel olarak Osmanlı tarafında yer aldılar. Fransızlar’ın kısa sürede bölgeden çıkarılmasının ardından Ahmed Paşa’nın gazabından çekinen II. Beşîr İngilizler’in de yardımı ile Mısır’a gitti. II. Beşîr daha sonra Lübnan’a döndü ve Ahmed Paşa ile iyi geçinmeye gayret etti.
1804’te Ahmed Paşa’nın vefatı Beşîr’in Lübnan’daki otoritesini tekrar tesis etmesine yaradı. Osmanlı Devleti, esas itibariyle Hicaz’da ortaya çıkan ve Suriye bölgesini tehdit eden Vehhâbî tehlikesiyle uğraşırken 1804 sonunda Akkâ valiliğine tayin edilen Süleyman Paşa ile iyi ilişkiler kuran Beşîr Lübnan’daki hâkimiyetini pekiştirdi. 1810 yılında yaklaşık 15.000 kişilik bir askerî güçle Şam’ın Vehhâbîler’e karşı savunulmasına yardımcı oldu. Vehhâbî probleminin doğurduğu sıkıntılar yüzünden yerlerini terkeden Halep civarından çok sayıda Dürzî ile Suriye’nin iç kesimlerinden hıristiyanların 1811’de Lübnan’a yerleşmesine müsaade eden Beşîr bölgedeki popülaritesini de arttırdı. Ancak 1818’de Süleyman Paşa’nın vefatının ardından yerine tayin edilen İbrahim Paşa’nın Beşîr’in bölgedeki gücünden rahatsızlığını ortaya koyan politikalar izlemesi ve Lübnan’ın ödemesi gereken vergi miktarını arttırması kısa sürede gerginliklerin yaşanmasıyla sonuçlandı. Beşîr’in muhaliflerinden Hasan ve Sel-mân’ın desteklenmesiyle birlikte Metn ve Kisrevan’da vergi memurlarına karşı İsyan çıkması Emîr Beşîr’i zor durumda bıraktı. Olayları kontrol edemeyince 1820’de emirlikten feragat ederek Havran’a çekildi. Müşterek emirlik göreviyle yerine geçen Hasan ve Selmân Lübnan’da otoriteyi tesis edemediler. Bunun üzerine Akka Valisi Abdullah Paşa ve Lübnan ileri gelenlerinin ortak kanaatiyle 1821’de Beşîr tekrar emirliği üstlendi.
Akkâ Valisi Abdullah Paşa ile Şam Valisi Derviş Paşa mücadelesinde Abdullah Pa-şa’yı destekleyen Beşîr, Abdullah Paşa’nın görevden alınmasıyla zor durumda kaldı ve Mısır’a gitti. Bu arada Abdullah Paşa, Osmanlı hükümetinin kararına karşı çıkarak Akkâ’da direnmeye başladı. Meh-med Ali Paşa’nın araya girmesiyle affedilen Abdullah Paşa Akkâ valiliğinde kalınca 1822’de Beşîr tekrar Lübnan’a döndü. Bütün bu gelişmeler Lübnan içerisinde güçlü aileler arasındaki rekabeti arttırdı. 1822-1825 yıllarında meydana gelen hıristiyan Şihâbîler ve Dürzî Canbolatlar arasındaki mücadele, Canbolatlar’ın kaybetmesi ve liderleri Beşîr Canbolat’ın Akkâ’da idam edilmesiyle yeni bir boyut kazandı. Bu olaylar, Maruniler ile Dürziler arasında uzun süre devam edecek olan rekabetin önemli bir aşamasını teşkil etmiştir.
1832-1840 yılları arasında Mısır idaresinde kalan Lübnan etkileri uzun süre devam edecek olaylara sahne oldu. Bu dönemde Emîr Beşîr, Kavalalı İbrahim Pa-şa’nın isteklerini yerine getirmekten öte bir fonksiyon icra edemedi. İbrahim Paşa İse bölgede uzun süre içerisinde oluşmuş dengeleri ve uygulamaları göz ardı eden politikalara başvurdu. Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa devletlerinin desteğini kazanmak amacıyla geleneksel olarak gayri müslimlere uygulanmakta olan ayırımları kaldırdı, bölgede misyoner faaliyetlerini serbest bıraktı, ticarî değeri yüksek olan mallara -ipek, pamuk ve sabun- tekel sistemi uyguladı, yüksek askerî harcamalarını karşılamak üzere vergileri arttırdı ve zorunlu askerlik uygulamasını başlatarak ciddi isyanlara sebep oldu. Mısır yönetimine karşı duyulan rahatsızlıklar müslü-man, Dürzî ve hıristiyanlan birleştirdi ve Haziran 1840’ta geniş çaplı bir isyan meydana geldi. Emîr Beşîr Ekim 1840’ta Lübnan’ı terkederek Malta’ya sürgüne gitti, aynı yılın son aylarında da İbrahim Paşa Lübnan’ı tamamen boşaltmak zorunda kaldı.
Eylül 1840’ta III. Beşîr Şihâbî Lübnan’ın yeni emîri olarak tayin edildi. Zayıf karakterli olan III. Beşîr Dürzîler’in ciddi muhalefetiyle karşılaştı. Lübnan iç dengeleri bozulmuş ve hıristiyanlarla Dürziler arasındaki rekabet şiddetlenmişti. Lübnan’da hâkimiyet tesis edemeyeceği anlaşılan III. Beşîr Ocak 1842’de görevden atındı. Böylece Lübnan’daki Şihâbî ailesinin yönetimi sona erdi.
Bu arada Dürziler ile Maruniler arasındaki vergilendirme ve bunların toplanması (muka taat) meselelerinden ötürü oluşan gerginlik kanlı çatışmalara dönüştü. Henüz Tanzimat politikalarının uygulanamadığı Lübnan doğrudan merkeze bağlanmaya çalışıldı ve bu amaçla Ömer Paşa vaii olarak tayin edildi. Bölgedeki yabancı nüfuzunun iç gelişmeleri etkileyecek boyuta geldiği bu dönemde Ömer Paşa’nın Dürzîler’i ve hıristiyanlan yeni yönetim anlayışına kazanma gayretlerinin başarılı olmayacağı anlaşılınca Avusturya. Fransa, İngiltere, Prusya ve Rusya’nın da desteğini alan yeni bir sistem uygulanmaya başlandı. Buna göre Lübnan iki idarî bölgeye ayrılacak, kuzeydeki Mârûnî bölgesinde Mârûnî bir kaymakam, güneyde ise Dürzî bir kaymakam görev yapacaktı. Böylece emirlik sistemi dönemi sona ermiş ve “çifte kaymakamlık” adı verilen yeni bir dönem başlamış oldu (1843-1860). Ocak 1843’te yapılan tayinlerle Haydar Ebü’l-Lâm Mârûnî bölgesinin, Ah-med Arslan Dürzî bölgesinin kaymakamlığına getirildiler.
Emirlik sistemi döneminin geleneksel yerel idare yapısını ortadan kaldıran yeni sistemin karşılaştığı en önemli sıkıntılardan biri hıristiyan, Dürzi ve müslümanla-rın karışık olduğu mahallerde yaşandı ve “harekât” adı verilen kanlı bir İç savaşın yaşandığı bir devir başladı. Sisteme her çevreden itirazlar geliyordu. Gerginlikler, küçük çaplı kavgalar Mayıs 184S’te silâhlı çatışmaya dönüştü. Bunun üzerine Osmanlı Hariciye Nâzın Şekib Efendi Lübnan’a geldi. Mahallîgruplar ve Avrupa devletlerinin temsilcileriyle gerçekleştirilen müzakereler sonunda çifte kaymakamlık sisteminin etkinliğini arttıracak kararlar alındı. 1850’de gözden geçirilen kararlar Lübnan’da bürokratik hükümet yapısının meydana gelmesinde dönüm noktası olmuştur. Bunların en önemlisi her kaymakamlığa müslüman, Dürzî, Mârûnî, Grek Ortodoksları ve Grek Katolikleri temsil eden birer üyenin yanı sıra altı hâkimin yer alacağı birer meclisin kurulmasıdır. Hâkimlerden oluşan üyeler hukukî meselelerin halledilmesinde, cemaat temsilcileri de malî ve İdarî meselelerde kaymakamlara yardımcı olacaklardı. Böylece çeşitli dinî gruplar -Şiîler hariç olmak üzere- ilk defa idarede resmen yer almaktaydı. Anlaşmazlık konularının başında gelen vergi meselelerinin bu kurumlar tarafından düzenlenmesi mukâtaacı ve mukâtaa sisteminin ilgasına giden yolu açmıştır.
Bu düzenlemeler bölgedeki gerginliği sona erdiremedi. Fransa’nın daimî desteğini alan Maruniler, bir bütün olarak Lübnan’a Mârûnî bir emîrin tayin edilmesini isterken buna karşı İngilizler Fransız nüfuzunu frenleyebilmek için Dürzîler’i desteklemeye devam etmiştir. Bu gerginlikler, özellikle nüfusun karışık olduğu yerleşim merkezlerinde kavgaların sürüp gitmesine yol açıyordu. 1858-1860 arasında gerginliklere yeni bir boyut eklendi. Kisrevan’da Mârûnî çiftçiler Mârûnî toprak sahiplerine karşı ayaklandılar. Sonunda bölgenin köklü ailelerinden Hâzinlerin mallarına el koyan isyancılar aileyi de bölgeden çıkardılar. Çatışmalar 1860 bahar aylarında yoğunlaştı. Mârûnîlerve Dürzîler şiddetli bir çatışmaya hazırlanıyorlardı. Mayıs ayında Sayda yakınlarında öldürülen iki Dürzî bölgenin bilinen en kanlı Dürzî-Mârûnî çatışmasına yol açtı. Dürziler çatışma başladıktan sonra mezhep ayırımı yapmadan bütün hıristiyanlan hedef aldılar. Bu sebeple Dürzîler’le iyi ilişkiler içerisinde olan Mârûnîler’in rakipleri Grek Ortodokslar da nasibini aldı. Bölgedeki Osmanlı güçlerinin engellemekte başarısız olduğu çatışmalar haziran boyunca devam etti ve ekserisi hıristiyanlardan olmak üzere binlerce kişi hayatını kaybetti. Hıristiyan kayıplarının çoğunluğu Dürzîler’in yoğun olduğu Güney Lübnan’da idi. Temmuz 1860’ta Şam’da müslüman-ların hıristiyanlara saldırmaları ve orada da çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi Osmanlı Devleti’nin çok ciddi bölgesel bir krizle karşı karşıya olduğunun açık işaretiydi.
Avrupa’nın fiilî müdahalesini önlemek üzere Osmanlı Hariciye Nâzın Keçecizâde Fuad Paşa fevkalâde yetkilerle donatılmış olarak 3000 askerle birlikte Lübnan’a geldi. Lübnan ve Şam’da olaylarla ilgili sorumlu gördüğü Şam Valisi Müşir Ahmed Paşa dahil çok sayıda kişiyi idam ettirdi. Fuad Paşa’nınserttedbirleri, Fran-sızlar’ın hıristiyanlan koruma gerekçesiyle Beyrut’a asker çıkarmalarını önleyemedi. Bu ise diğer Avrupa devletlerinin bölge ile daha yakından ilgilenmesine sebep oldu. Ekim 1860’ta Fuad Paşa’nın başkanlığında İngiltere, Fransa, Rusya. Avusturya ve Rusya temsilcilerinin katılımı ile Beyrut’ta başlayan müzakereler aylarca devam etti. Sonunda Lübnan’ın bir idarî birim olarak belirlenmesi ve meselelere bulunacak çözümün de bunu destekleyecek yapıda olması İlke olarak kabul edildi. Yeni oluşturulmakta olan Lübnan mutasarrıflığı sınırlarına Beyrut’un dahil edilip edilmemesi konusu da görüşüldü ve dahil edilmemesi kararlaştırıldı. Müzakere heyetinin Mayıs 1861′-de üzerinde uzlaşma sağladığı taslak metin adı geçen ülkelerin İstanbul’daki büyükelçileri ve Sadrazam Âlî Paşa’nın yer aldığı üst kurula sunuldu. Bu arada Beyrut’ta bulunan Fransız askerleri geri çekildi. Lübnan yönetimi için son şekli verilen metin (reglement organique) 9 Haziran 1861’de imzalanmış ve ardından bir fermanla yürürlüğe konmuştur.
Yeni düzenleme ile Lübnan’a müstakil mutasarrıflık statüsü veriliyor ve mutasarrıfın Lübnan dışından Osmanlı vatandaşı bir hıristiyan olması şartı getiriliyordu. Mutasarrıf Bâbiâli tarafından tayin edilecek ve doğrudan Bâbiâli’ye karşı sorumlu olacaktı. Ancak anlaşmayı imzalayan ülkelerin de bu tayine itiraz etmemesi gerekiyordu. Mutasarrıfa yardımcı olmak üzere -başlangıçta eşit sayıda tem-siliyet düşünülmüş olmakla beraber- dört Mârûnî, üç Dürzi, iki Grek Ortodoks, bir Grek Katolik, bir Sünnî, bir de Şiî üyeden oluşan on iki kişilik bir meclis görev yapacaktı. Lübnan, kaymakamları mutasarrıf tarafından tayin edilecek yedi kazaya ayrılmış, ayrıca nahiye ve köy sistemi de getirilmişti. Mutasarrıflığın iç güvenliğini sağlamak üzere jandarma teşkilâtı kuruldu. Halk din, mezhep ve sınıf ayınmını-na tâbi tutulmayacak, mutasarrıflık içinde hak ve sorumlulukları eşit olacaktı. Lübnan’da toplanacak vergiler öncelikle mutasarrıflığın ihtiyaçları için harcanacak, artan miktar İstanbul’a gönderilecekti. Gelirlerin yetersiz kalması durumunda ise açık merkezî hazine tarafından tamamlanacaktı. Adlî vak’alar istînaf ve temyiz mahkemelerinde görülecekti. Sistemin işleyişini gözlemlemek üzere ilk mutasarrıfın görev süresi üç yıl olarak belirlenmişti. Mutasarrıf Dâvud Paşa’nın üç yıllık tecrübesinin ışığında uzun müzakereler yapıldı ve 6 Eylül 1864’te yeni bir milletlerarası protokol imzalandı. Gözden geçirilmiş bu metin, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı sebebiyle Temmuz 1915′-te protokolü iptal etmesine kadar müstakil mutasarrıflık yönetiminin ana belgesini oluşturdu.
1861 -1915 yılları arasında sekiz mutasarrıfın görev yaptığı Lübnan, tarihinin en sakin dönemlerinden birini yaşamıştır. Yeni dönemde siyasî beklentilerine karşılık bulamaması sebebiyle birkaç defa isyan eden Mârûnî lideri Yûsuf Kerem’in Ocak 1867’deki ağır yenilgisinin ardından Avrupa’ya sürgüne gönderilmesiyle mutasarrıflığın otoritesi Lübnan genelinde tesis edilmişti. Mârûnîler’in Fransızlarla yakın ilişkisinin getirdiği bazı şikâyetler ve Yûsuf Kerem taraftarlarının mutasarrıflık karşıtı tavırları bir tarafa bırakılırsa bu dönemde ciddi bir kargaşa yaşanmamıştır. Dürziler için yeni uygulama, yoğunlukla yaşadıkları yerlerin mutasarrıflık sınırları dışında bırakılmış olmasından ötürü olumsuz sonuçlar vermiş ve siyasî ağırlıklarını giderek kaybetmişlerdir.
I. Dünya Savaşı sebebiyle Lübnan hakkındaki milletlerarası protokol Osmanlı Devleti tarafından 11 Temmuz 1915’te tek taraflı olarak ilga edilmiş ve Dahiliye Nezâreti müslüman mutasarrıflar tayin etmeye başlamıştır. Savaş yıllarında Ali Münif Bey (Eylül 1915-Mayıs 1916), İsmail Hakkı Bey (Mayıs 1916-Ağustos 1918) ve Mümtaz Bey (Ağustos-Eylül 1918) Lübnan’da mutasarrıflık görevlerinde bulunmuşlardır. İsmail Hakkı Bey, Osmanlı döneminin son yıllarında Lübnan hakkında hazırlattığı Lübnan: mebâhiş ‘ilmiyye ve icümâ’iyye adlı eserle (Beyrut 1334/1918} kalıcı bir iz bırakmıştır.
- Lübnan Tarihi, Tarihçesi -1918’den Günümüze Kadar- Hakkında Bilgi
- Lübnan Kültür, Medeniyet, Tarihi Eserleri, Yerler, Hakkında Bilgi
- Lübnan Tarihi, Tarihçesi -Başlangıçtan Osmanlı Fethine Dek- Hakkında Bilgi
- Lübnan Fiziki, Beşeri Coğrafya, Etnik Yapısı, Hakkında Bilgi
- Lübnan Başkenti, Nüfusu, Yüzölçümü, Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi