Lukata Nedir, Neye Denir -Mahiyeti, Şartları- Hakkında Bilgi

Lukata. Buluntu mal.

Sözlükte masdar olarak “bir malı yer­den kaldırıp almak”, isim olarak “buluntu mal” anlamına gelen lukata İslâm huku­kunda “mâliki bilinmeyen, fakat mubah mal grubunda da yer almayan buluntu mal” veya “üzerindeki hakkını terketme niyeti olmaksızın mâlikinin iradesi dışın­da kaybolmuş ve bir başkası tarafından bulunmuş sahibi bilinmeyen mal” mâna­sında kullanılır. Malı bulana mültekıt, bu­lup alma işine de iltikât denilir. Buluntu çocuk anlamındaki Iakît ile kaybolan hay­van karşilığındaki dâlle terimleri eşya için kullanılmaz.

Kur’an’da temel hakların korunması, insanların mallarına haksız tecavüzün ve israfın önlenmesi yönünde genel ilkeler yer alsa da yitirilen bir malın bulunması­nın tâbi olduğu ahkâma dair özel bir açık­lama yer almaz. Hadislerde, gerek sahibi bilinmeyen başı boş hayvanlar gerekse buluntu mallarla ilgili olarak malı bulan şahsa sorumluluk yükleyerek hak sahibi­nin hakkını korumaya öncelik veren, ma­lın sahibini bulmayı ve malı belli bir süre koruma altına almayı, bu mümkün ol­madığı takdirde malın israfını önlemeyi hedefleyen bazı pratik tedbirler zikredilir. Fıkıh ki­taplarında, hem hadislerdeki hükümler hem de bu konuda bölgelerin örf ve âdeti göz önüne alınarak mâlikinin iradesi dışın­da kaybolmuş bir malın bulunması halin­de bulanın hak ve sorumluluklarının ne olacağı ve bu malın nasıl bir işleme tâbi tutulacağı konusu “lukata” başlığı altında ele alınmış ve günlük hayatta sıkça karşı­laşılan bu durumda çözüm üretmeye yö­nelik ayrıntılı bir dizi açıklamaya yer ve­rilmiştir.

Mahiyeti ve Şartları. Fakihlerin lukataya ilişkin olarak yaptıkları “mâliki bilin­meyen yitirilmiş mal ziyaa açık masum mal bulanın hak sahibini bilmediği, muhrez de olmayan muhterem mal gibi ta­nımlar lukatanın bulan, buluntu mal ve bulma işlemi şeklinde üç unsurdan mey­dana geldiğine işaret etmekle birlikte da­ha çok üçüncü unsur üzerinde yoğunlaşa­rak malın yitirilmiş olması, sahibinin bi­linmemesi, temellükü mubah olan mallardan olmaması ve zayi olma tehlikesi taşıyor olması gibi ayırıcı özelliklerini be­lirtmeye ağırlık verir. Malı bulan kimse­nin iktisaba ehil bulunması yeterli oldu­ğundan müslüman veya zimmî, hür veya köle, reşîd veya sefih olması, hatta fakihlerin çoğunluğuna göre eksik ehliyetli ol­ması önemli değildir. Ancak Hanefî ve Şâfıî fakihlerinin bir kısmı lukatamn do­ğurduğu şer’î yükümlülükler sebebiyle eksik ehliyetlileri, ayrıca bazı Şâfıîler bulu­nan malın emanet hükmünde olmasının gereği olarak köle ve zimmîleri bu konu­da ehliyetsiz sayarlar.

Bulunan malın hukuken koruma altın­da (muhterem, masum) olması şartı, lukatanın hukuken değerli (mütekavvim) ve ancak sahibinin izniyle tasarruf edilebi­len mallar grubunda olduğu, mal olma­yan veya hukukî değer taşımayan nesne­lerle sahipsiz olan ve ihrazla mülk edini­len mubah malların, harbîye ait malın lu-kata hükmünde olmayacağı anlamına ge­lir. Klasik dönem fakihlerinden deniz di­binde incinin açıkta bulunması ile istirid­ye içinde bulunmasını ayırıp birinciyi lukata sayanlar, bunun önceden bir başkası tarafından ihraz ediiip temellük edildiği noktasından hareket eder. Aynı şekilde yolda elbise, ev ve el aletleri gibi gündelik kullanıma konu mallar bulundu­ğunda halin delâletinin bu malın terk mi edildiği yoksa yitirildiği mi konusunda ye­terli fikir vereceği ve buna göre mubah mal veya lukata hükmünü alacağı belirti­lir. Malın kaybolma tehlikesiyle karşı kar­şıya bulunması şartı, bu tehlike ister ma­lın kendiliğinden bozulup çürüyecek ol­ması, ister kötü niyetli biri tarafından ko­layca el konulabilir olması şeklinde olsun, esasen buluntu malın alınıp sahibi adına muhafaza edilmesinin de temel gerek­çesini teşkil eder. Kaybolmuş develerin lukata hükmüne girip girmeyeceği tar­tışması da bu noktadaki değerlendirme farklılığından kaynaklanır.

Bulma ve buluntu malı yerden alma (iltikât) işlemi ise bir yönüyle malın cins ve özelliğine ve zayi olma ihtimaline, bir yönüyle de bulanın niyetine göre farklı dinî hükümler alır. Klasik fıkıh kaynaklarında lukatamn hayvan ve eşya şeklinde iki ana gruba ayrılarak ele alınmasının en önemli sebebi alıkonmadıklarında zayi olma risklerindeki farklı­lıktır. Genel bir ilke olarak alınmadığında zayi olması kuvvetle muhtemel bir malın sahibi adına muhafaza edilmek üzere alınması mendup, müstehap veya vacip derecesinde gerekli bulunurken böyle bir tehlike yoksa mubah veya müstehap sa­yılır. Meselâ Hanefî ve Mâliki fakihleri, terkedildiğinde telef olmasından korku­lan bir maiın alınmasının ve sahibi adına korunmasının vacip olduğu görüşündedir. Zahirîler bu ayırımı da yapmaksızın vacip görürler. Malın telef olması ihtimali yoksa onu almak Hanefîler’e göre mubah, Mâlikî ve Şâfiîler’e göre müstehaptır. Hanbelîler’e göre ise böyle bir mal kişiyi ha­ram yemekle karşı karşıya getireceğin­den almamak daha faziletlidir. Bu fakihler, “Kim lukatayı alıkorsa, onu ilân etme­diği sürece yanlış yoldadır. “Müslümanın lukatası bir ateş alevidi” anlamındaki hadisleri esas alırken karşı görüşte olan çoğunluk, bu hadisler­de buluntu malı sahiplenmek maksadıyla alanların kastedildiği görüşündedir. Hat­ta Mâlikî fakihi Karâfî, buluntu malın alı­nıp muhafaza edilmesinin bütün dinlerde mevcut olan zaruri maslahatlardan malı koruma prensibine dayandığını söyle­mektedir.

Lukatayı alan kimsenin o esnada taşı­dığı niyet de önemlidir. Bulunan mal sa­hibine verilmek üzere alınmışsa yaptığı iş övgüye lâyıktır ve mal alanın yanında emanet hükmündedir. Bu da o kimsenin yed-i emîn olduğu, kastı ve kusuru bulun­madığı sürece lukatanın telef ve noksa­nından sorumlu olmayacağı anlamına ge­lir. Bulan kimse malı kendi mülkiyetine geçirmek için aldığında ise haram bir fiil işlemiş olur ve gâsıp sayılır. Alınan mal hakkında gasp hükümleri geçerli olup malın telefinden ve noksanlaşmasından kural olarak o kimse sorumlu tutulur. Lu­katayı alanın niyeti hukukî sorumluluğu­nu bu şekilde yakından etkilediği ve niyet de dışarıdan bilinmesi mümkün olmayan sübjektif bir durum olduğu için fakihler, bulan kimsenin ancak iyi niyetini göste­rir bazı davranışlarda bulunması halinde emin sayılacağını belirtmişlerdir. İyi niyet karinesi ve hukukî sonucun bağlanabile­ceği objektif kriterler mahiyetindeki bu yükümlülüklerin başında malı bulanın olaya iki âdil kimseyi şahit tutması gelir. Kâdî Şüreyh, İbn Hazm, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye gibi tek şahidi yeterli gören fakihler de vardır. Şahit tutma, bir bakıma bulanın kendi iyi niyetini ve emanet sıfatını tevsik etmesi ve malı hukukî güvence altına alması de­mek olup bu işlem Ebû Hanîfe’ye ve İbn Hazm’a göre vacip, diğer müctehid imamlara göre müstehaptır. İkinci bir yükümlü­lük de malın sahibinin başvurmasını sağ­layacak ölçüde tanıtımını içeren bir ilânın yapılmasıdır. İlân, Şâfıîler’de kuvvetli gö­rüş de dahil bütün mezheplere göre va­cip olmakla birlikte değersiz ya da düşük değerli mallarda gerekli görülmez. Malın değerli-değersiz ayırımında genellikle hırsızlıkta had uygulanma nisabı ölçü alı­nır. Fakihler, ilgili hadislerin lafzından da hareketle ilânın süresinin bir yıl olmasını gerekli görmekle birlikte Hanefîler’den Şemsüleimme es-Serahsî, ilân süresinin mutlaka bir yıl olmasının şart olmayıp malın değerine ve duruma göre bir yıl sürebileceğini, gerektiğinde daha az sü­renin de yeterli olabileceğini belirterek ilân süresinin mal sahibinin artık onu aramayacağına kanaat getirilinceye kadar ol­masını önerir. Kıymetli mallarda ilânın üç yıla kadar çıkarılabileceğini gösteren rivayetler de vardır. Kla­sik literatürde ilânyeri, usulü, nelerin ilânda belirtileceği gibi konularda getiri­len ayrıntılı hükümler, dönemin iletişim ve duyuru imkânları âzami ölçüde kulla­nılarak malın sahibinin bulunması çaba­sının örnekleri olarak anlaşılmalıdır. Malı bulan, sahibi çıkmadığında onu mülkiyete geçirmek niyetinde ise ilân masraflarını kendisi karşılar. Değilse masraflar bulu­nan maldan veya hâkim kararıyla beytül-mâlden karşılanır.

  • Lukata Mal, Takı, Para Hükmü, İslamda Buluntu, Hakkında Bilgi

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski