Mabeyn-i Hümayun. Osmanlı sarayında devlet işlerinin görüldüğü mekân.
Sözlükte “iki şeyin arası” demek olan mâbeyn kelimesi haremle selâmlığı birbirine bağlayan sofa, daire veya oda için kullanılırdı. Konaklarda da bulunan ve zülveçheyn denilen bu daire, selâmlıktaki uşakların ve yabancı erkeklerin haremdeki kadınlarla yüzleşmesini önlerdi. Sarayda ise padişahın resmî bürolarının bulunduğu, elçi, sadrazam ve diğer ziyaretçileri kabul ettiği, eğlendiği ve dinlenip yemek yediği daireyi nitelerdi. XIX. yüzyılda inşa edilen saray ve kasırlarda mabeyin ve selâmlık ayırımı terkedilerek ikisi birleştirildi. Bu tabirin ne zamandan itibaren kullanıldığı hususu açık değildir. Mabeynin bir mekân olarak mevcudiyeti 1675 yılına kadar indirilebilirken mabeyinci teriminin kullanılışı nisbeten geç bir döneme, XVIII. yüzyılın ikinci yansına tarihlenebilmektedir.
Harem ve Enderun’la (iç hizmetler) birlikte sarayın üç ana bölümünden biri olan Bîrûn (dış hizmetler), XVIII. yüzyıl öncesinde Enderun’la beraber ülkenin asıl yönetim merkezini oluşturur ve padişahın dış dünya ile ilişkilerini sağlayan hizmetleri verirdi. Zamanla sadrazamlık gibi bazı hizmet birimleri yavaş yavaş sarayın dışına taşarak yeni güç merkezleri oluşturmaya ve saray teşkilâtının bir parçası olmaktan uzaklaşmaya başladı. Önceleri sarayda teşkilâtlanan bazı idarî birimler bu süreçte kalemiyeye intikal etti. Devlet işlerinin merkezinin bu şekilde tedricen saraydan uzaklaşmasıyla Enderun’un fonksiyon farklılaşması ve mabeynin oluşumu sürecinin yakın ilgisi vardır.
II. Mustafa döneminde (1695-1703) saray teşkilâtında esaslı bir ıslahat gerçekeştirildi. Padişah, Çorlulu Ali Paşa’yı silâhdarlığa getirmek istedi. Paşa, o ana Kadar Bâbüssaâde ağaları vasıtasıyla gerçekleştirilen telhislerin padişaha takdimi ve çıkan hatt-ı hümâyunların teslim alınması görevinin silâhdarlar aracılığıyla yapılması şartıyla görevi kabul edebileceğini bildirdi. Bunun üzerine bu görev silâh-darlara intikal ettiği gibi Dârüssaâde ağasının dışında kalan saraydaki bütün Bâbüssaâde ve Enderun hademesi de silâh-darın nezâretine verildi. Padişahın Özel hizmetiyle ilgili olan Has Oda görevlileri, padişahın idareyle olan ilişkilerini de düzenleyen bir konum kazanmaya ve tedricî olarak Has Oda’da bir saray kitabeti teşekkül etmeye başladı.
I. Abdülhamid dönemi (1774-1789) mabeynin teşekkülü bakımından önemli bir safhadır. Topkapı Sarayı’ndaki hünkâr sofası bu dönemde mabeyin adını aldı. Burası padişahın çalışma, oturma, dinlenme, yemek yeme, kabul, eğlence ve mûsiki gibi günlük hayatının ve mesaisinin geçtiği mekânların başlıcasıydı. Ayrıca saraydaki Yavuz Sultan Selim dairesini bazı ilâveler yaptırarak yeni mabeyin adıyla yeniden düzenleyen I. Abdülhamid şifahî iradelerini silâhdar. kahvecibaşı ve başçuha-dar aracılığı ile tebliğ ederdi. Bu dönemde mabeyincilerin devlet idaresindeki yeri ve konumlarıyla ilgili ilginç bir olay meydana geldi. Hadise, İstanbul’da muhalif bir grubun mabeyincilerin devlet işlerine müdahale ettikleri yönündeki yaklaşımıyla ilgiliydi. Ruslar’ın 1783’te Kırım’ı ilhakı ve İstanbul’da çıkan yangınlar gibi bazı olaylar halkta hükümete karşı bir hoşnutsuzluk yaratınca muhalif bir grup İstanbul’un değişik yerlerine hükümeti eleştiren bildiriler bırakır. Bunlardan biri doğrudan padişahı hedef alır ve meçhul grup onu maskaralıkla ve, “Mabeyincilerle devlet işi görülmez” şeklinde ağır ifadelerle suçlar. Padişah, mabeyincilerin “hademe ma-külesi” olduğunu ve onları devlet işine karıştırmadığını belirtir. Muhaliflerin haklılık payı olsun veya olmasın bu olay en azından görüntü olarak mabeynin devlet işlerinde yükselen ağırlığına işaret eder.
Ignatius Mouradgea d”Ohsson’un, Ha-rem’e bitişik olan Mabeyin Dairesi’nde görev yaptıkları için silâhdar, çuhadar, rikâb-dar, tülbent gulâmı, miftah gulâmı, peşkir gulamı. başmüezzin, sır kâtibi, başçu-hadar, sankçıbaşı, kahvecibaşı, tüfekçiba-şı, berberbaşı ve tırnakçıbaşıya mabeyinci dendiği yönünde verdiği bilgiler yukarıdaki verilerle uyum içindedir. Ancak Has Oda erkânının tamamı mabeyinci değildi. Çünkü mabeyinci olmaksızın Has Oda erkânlığına tayin mümkün olduğu gibi harem cüceleri de mabeyinci olarak tayin edilebiliyordu.
1792’de mabeyin görevlilerinin bulunduğu bölümde tadilât yapıldı; ayrıca sır-kâtibi için özel bir mekân inşa edildi. III. Selim, Mabeyin Dairesi’ni devlet işlerine ve arzuhallere baktığı, istirahat ettiği. pehlivan güreşi, tavşan, çengi, köçek, hayal ve rakkas seyrettiği, saz ve mûsiki fasılları icra ettirdiği, yemek yediği, ramazanda iftar açtığı, hil’at giydirdiği, namaz kıldığı, ders takrir ettirdiği ve tıraş olduğu bir mekân olarak kullanırdı. Burada geceleri de eğlenceler düzenlenirdi. Ancak perşembeyi cumaya bağlayan gece cumaya hürmeten mabeyin eğlenceleri yapılmazdı.
II. Mahmud, sadece Babıâli’yi ve hükümet yapısını değil saray teşkilâtını da esaslı bir düzenlemeye tâbi tuttu. Nitekim 18 Ekim 1831’de Silâhdar Giritli Ali Ağa’nm vefatı üzerine bu göreve tayin yapmadı ve gördüğü işleri hazine kethüdasına ihale ile silâhdarlığı lağvetti. 1833’te Mabeyin Müşirliği’ni ihdas etti ve Enderun’un oda nizamını tamamen değiştirdi. Öte yandan sırkitâbetinin Mabeyin Başkitâbeti’ne dönüştürüldüğü tarih de aşağı yukarı bu döneme rastlar. Padişah bu düzenlemeleri yapmakla kalmadı, bunlara dair eski tabirlerin kullanımını da yasakladı ve yasağa uymayanları cezalandırdı. Saraydaki idarî yapıyı yeniden düzenleyip güçlendirmesi. Babıâli ve yönetimin diğer birimleriyle ilişkiyi sağlamanın dışında onları kontrol etme amacıyla da ilgili olmalıdır.
II. Mahmud’un sarayda oluşturduğu yapı kendisini takip eden Abdülmecid, Abdülaziz ve V. Murad dönemlerinde genel anlamda büyük bir değişikliğe uğramadı. Ancak yönetim zihniyetine ve sarayla Babıâli arasındaki güçler dengesine bağlı olarak bazı düzenlemeler yapıldı. II. Mahmud’un son zamanlarından itibaren mabeyinciler için daha ziyade “yakın” anlamına gelen mukarrebîn, kurenâ veya karin unvanları kullanıldı. Başmâbeyinci demek olan serkurenâya vezâret rütbesi tevcih edilebildiği gibi başka bir görevle saray dışına da gönderilebilirdi. Emlâk-i hümâyun hâsılatından günlük olarak hazîne-i hâssaya gelip ceyb-i hümâyun vasıtasıyla padişaha takdim edilen paralan makbuz mukabili teslim alır ve ceyb-i hümâyun hazinesini idare ederdi. Bu hazine, hazîne-i hâssadan aldığı belli bir tahsisatla padişahın emrettiği alımları ve onun adına verilen atıyyeierle esvap odası ve kilâr-i âmire gibi saray gediklerinin giderlerini yönetirdi.
1847’de çıkan ilk devlet salnamesine göre mabeyin görevlileri Dârüssaâde ağası, kurenâ, padişah esvapçısı ve imamları, mabeyin kâtipleri, telhisî-i evvel ve sânî, Mâbeyn-i Hümâyun kapıçuhadarları, ıs-tabl-ı âmire müdürü, kapıcılar kethüdası, yaverler, hazîne-i hümâyun vekili, hazîne-i hümâyun kethüdası, mehd-i ulyâ-i saltanat başağası. musâhibler, Bâbüssaâ-de ağası, Has Oda kethüdası, hazîne-i hümâyun kâtibi ve hırka-i saadet serhademesi olmak üzere toplam kırk üç kişiydi.
II. Mahmud döneminde ihdas edilen Mabeyin Müşirliği zaman içerisinde kaldırılıp tekrar kurularak inişli çıkışlı bir seyir izledi. Bir tür saray nâzın görevini yürütür, ayrıca padişah için verilen arzuhalleri ilgili yerlere havale ederdi. Öte yandan Haziran 1843 tarihli bir defterde geçen Mâbeyn-i Hümâyun Müdürlüğü 28 Ekim 1863 tarihinde Hazîne-i Hâssa Nezâreti ile Mâbeyn-i Hümâyûn-ı Şâhâne Nezâreti adı altında birleştirildi. Yaklaşık bir yıl kadar bu şekilde idare edilen nezâret 11 Ağustos 1864’te müşirliğe dönüştürüldü. 22 Mart 1867’de Hazîne-i Hâssa Nezâreti tabirinden vazgeçilerek sadece Mâbeyn-i Hümâyun Müşirliği adı kullanıldı. Hazîne-i hâssa bir ara Maliye Nezâreti’ne ilhak edildiyse de 9 Eylül 1871’de tekrar mabeyinle birleştirilerek Hazîne-i Hâssa Nezâreti ve Mâbeyn-i Hümâyun Müşirliği adını aldı. 1875’te Hazîne-i Hâssa’ya ait İşler bir ara Mabeyin Başkitâbeti’ne devredildi, ancak bu da kısa sürdü.
Esasen burada Hazîne-i Hâssa Nezâreti ile mabeyin arasındaki ilişkinin ortaya konulması önem kazanmaktadır. Nezâret, 1280 (1863) tarihli olanın dışında hiçbir devlet salnamesinde mabeyin dahilinde gösterilmez. Mabeyin ile nezâret arasındaki ilişki tamamen malî boyutludur. Nitekim görevlilerin maaşlarından, teçhiz ve tekfin giderleri, muhtaçlara yapılan yardım, atıyye, gazete bedelleri, bayramlarda kesilen kurban ve dağıtılan şekerlere kadar mabeyin için yapılan her türlü masraf hazîne-i hâssa vasıtasıyla karşılanırdı.
II. Mahmud’dan sonra tahta geçen Ab-dülmecid, Abdülaziz ve V. Murad’ın, yükselen Babıâli bürokrasisi karşısında sarayı güçlü tutmak için aşın bir talepleri yoktu. II. Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla beraber mabeyin, iş hacmi ve bunun sonucu olarak da personel açısından büyük bir gelişme gösterdi. Mabeyin bu dönemde iki ana bölümden oluşmaktaydı: Hususi daire ve resmî daire. Hususi daire es-vapçıbaşı, seccadecibaşı, ibrikdarbaşı, tütüncübaşı, kahvecibaşı, kilercibaşı ve ki-tapçıbaşı gibi padişahın özel hizmetini gören görevlilerin bulunduğu bir mekân olup teşrifatta ve salnamede yeri yoktu. Bendegân olarak nitelenen hususi daire mensupları, padişahın şehzadeliğinden beri yanında bulunan ve güvenini kazanan insanlar arasından seçilirdi. Memuriyetlerine Mâbeyn-i Hümâyun gedikâtı denirdi. Resmî daire ise devlet işlerinin görüldüğü ve hemen hemen yukarıda zikredilen 1263 (1847) salnamesinde mevcut görevlilerin bulunduğu mekândı. Burada ayrıca. Abdülhamid’in güvenini kazanan ve danışmanları olan İzzet, Derviş, Şâkir, Kamphofner ve Aleksandr Ka-ratodori paşalarla Mütercim Nişan Efendi daireleri vardı. Bunlara, Özel durumlarda padişahın başkanlığında kurulan diğer komisyon-i âlîleri de ilâve etmek gerekir. Abdülhamid dönemindeki mabeyin yapısıyla 1847’deki mabeyin görevlileri karşılaştırıldığında, müessese bazında ortada büyük bir farklılığın olmadığı, ancak II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) mabeyindeki kurumların ve özellikle en önemli birim olan Mabeyin Başkitâbeti’nin mevcudunda büyük bir sayısal artış olduğu görülür. Mabeynin en kalabalık kısmını ise yaverler oluştururdu. Nitekim fahrî yaverlerle beraber bu dönemde mabeynin mevcudu 424 kişiye kadar çıkmıştı.
Padişahın sarayda kurduğu sistemin vazgeçilmez ayağını iyi işleyen bir haberleşme ağıyla Mabeyin Başkitâbeti oluşturuyordu. Kitabet padişahla ülke içindeki ve dışındaki birimlerin irtibatını sağlar ve sarayla resmî kurumlar arasındaki yazı işlerini idare ederdi. Mabeynin en önemli dairesiydi. Genellikle Mekteb-i Mülkiyye’-den derece ile mezun olanlar buraya alınırdı. Kâtiplerin bir kısmı geceleri nöbetçi olarak mabeyinde kalırdı. Kitabetin personel gelişimi sarayın devlet yönetiminde aldığı konumu açıkça gösterir. Kuruluşundan Sultan V. Murad’ın iktidarının sonuna kadar üç ile altı arasında değişen kâtip sayısı. II. Abdülhamid devrinin başından itibaren gözle görülür bir şekilde artarak 1896’da yirmi sekize yükseldi. Bu gelişme ve sayısal artış iş hacmindeki büyüme ile yakından ilgiliydi. Padişah, hükümeti devreden çıkarıp Babıâli’de yapılması gereken işleri saraya aktarınca mabeyindeki işler çoğalır ve iş yoğunluğunun üstesinden gelebilmek için mabeyin personeli arttırılırdı. II. Meşrutiyet döneminde saray olağan çizgisine çekilince kitabetin mevcudu da beşe indirildi.
II. Abdülhamid döneminde saray bürokrasisinde yerini alan bir kurum da mabeyin şifre kâtipliğidir. Padişah bu birim sayesinde hükümeti devre dışı bırakarak vali. ordu kumandanı, mutasarrıf, elçi ve konsolos gibi görevlilerle doğrudan irtibat kurardı. Ülke geneline yayılan bu haberleşme ağının en önemli unsurlarından biri de mabeyin telgrafhanesiydi. Mabeyin mütercimleri ise padişah için roman tercüme eder ve bunlar gece yatarken padişaha okunurdu.
Yıldız Sarayı’nda merasim dairesinin üst katında birinci ve ikinci mabeyinciler için birer oda mevcuttu. Diğer mabeyincilerin yerleri iKinci kattaydı. Mâbeyinciler geceleri nöbetleşe sarayda kalırlardı. Görevleri, mabeyne gelen devlet adamlarının mâruzâtını padişaha arzetmek ve Çıkan iradeyi ilgili yere iletmekti. Merasim dairesinde vezir odası denilen ve sadrazamla vükelâya mahsus bir oda olup En-cümen-i Vükelâ bazan burada toplanırdı. İş için gelen ve vükelâdan olmayan devlet adamları başmâbeyinci veya ikinci mabeyincinin odasında beklerdi. II. Abdülha-mid’in Yıldız Sarayfnda mabeyin olarak kullandığı iki yer daha vardı. Biri daha ziyade yabancı sefirleri kabul ettiği Çit Kasrı, diğeri de Küçük Mabeyin Dairesi’ydi.
Mabeyne giriş ve çıkışlar kontrole tâ-biydi. Gelenlerin isimleri, geliş ve gidiş saatleri, mabeyinde kimi ziyaret edecekleri kapıdaki görevliler tarafından günlük olarak çizelgelere işlenirdi. Ayrıca ziyaretçilere üzerinde isimleri, geldikleri gün, saat ve tarih yazılı olan bir giriş kartıverilirdi.
Mabeynin devlet işlerinin merkezi olması neticesinde buradaki görevlileri ön plana çıktığı için devlet adamları statü açısından kendilerinin altında yer alan kâtip ve mabeyincilere aşın hürmet gösterir, dalkavukluk eder ve bunları araya sokarak ve hediyeler vererek işlerini yürütürdü. II. Abdülhamid mabeynin kamuoyundaki imajına çok önem verir, buradaki görevlilerin adının olumsuz bir olaya karışmasına iyi bakmaz, hatta dava konusu olan mabeyin görevlilerinin borçlarını bazan bizzat kendisi öderdi.
1908 ihtilâlinden ve özellikle II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra mabeyinde büyük bir tensîkat yapıldı. Ayrıca mabeynin kudretli siması Dârüssaâde ağasının “devletlü” lakabı kaldırıldığı gibi kendisi de resmî teşrifattan çıkarıldı. Bu dönemde yaşanan kargaşa ortamında bazı kurallar hiçe sayılarak bir binbaşının başyaverliğe tayini gibi sarayı ve padişahı tahfif edici bazı uygulamalara da rastlanır. Tensikattan sonra mabeynin yapısı öncesiyle kıyaslanamayacak ölçüde sadeleştirildi. Mabeynin mevcudu ku-renâ, mabeyin müdürü, ceyb-i hümâyun kâtibi, mabeyin kâtipleri, yaverler, imamlar, istabl-ı âmire müdürü, sertabip, Muzika-i Hümâyun ve hademe-i hâssa-i şâ-hâne kumandanı, maiyet-i seniyye bölüğü kumandanı ve fahrîyâverler olmak üzere toplam yirmi beş kişiydi. Bu sayı II. Abdülhamid dönemindeki 424 kişiyle kıyaslandığında daha bir anlam kazanır. Öte yandan padişahın hususi hizmetini gören bendegânın sayısı da azaltılarak kiiercibaşılık ve tütüncübaşılık memuriyetleri kaldırıldı. Bu geniş çaplı operasyonlardan sonra sarayla resmî olarak sadece iki kurum, sadâret ve hazîne-i hâssa muhaberede bulunabilirdi. Mabeyinde geceleri birer kâtip, yaver, musâhib ile bekçiler ve odacılar nöbete kalır; padişah hareme geçtikten sonra bendegân evlerine giderdi.
Mabeyin Kitabeti ile başmâbeyincilik, II. Meşrutiyetin ilânından sonra hükümetin sarayı ve padişahı kontrol mekanizması olarak kullanıldı. Nitekim bu görevlileri artık padişah değil hükümet belirlemeye başladı. II. Meşrutiyetten sonra nüfuzu büyük ölçüde azalmasına rağmen mabeyin varlığını bu şekilde devletin sonuna kadar devam ettirdi.
TDV İslâm Ansiklopedisi