Macaristan'da İslamiyet, İslam Dini, Hakkında Bilgi

Macaristan topraklarında İslâm’la alâ­kalı en eski izler Avar dönemine rastlar. Macarlar’la ilgili ilk yazılı izler, Ceyhânfye atfen İbn Rüşte ve Gerdîzî’nin yanında Belhî’nin coğrafya kitabından esinlenen İstahrî ve İbn Havkal, Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî ve Ebû Ubeyd el-Bekrî gibi seyyah ve tarih yazarlarının eserlerinde, ayrıca Hudûdü’l-‘âlem’üe bulunur. Da­ha sonraki dönemlere ait kayıtlar Mes’û-dfnin ve Ebû Hâmid el-Gırnâtî’nin kitap­larında yer alır. IX ve X. yüzyıllarda Arap kuyumcularının Macaristan’a yerleşmiş olduğu birkaç metal kabartmadan anla­şılır. Pecs şehrinin erken hıristiyan kilise-lelerindeki IX veya XII. yüzyıldan kalma kûfî yazısını anımsatan motifler yine İs­lâm’ın etkisine tanıklık eder. Macaristan krallarının X. yüzyılda Mısır’da yapılan ne-cefli asası yine ekonomik-kültürel ilişki­lerin önemini gösterir.

Macar Krallığı topraklarında yaşayan müslümanların genel adları “iszmaelita” (Hz. İsmail neslinden olan), “böszörmeny” veya “szaracĞn” (Latince”saracenus”tan) idi. Doğudan, çoğunlukla Horasan’dan ge­len müslümanlar “kâliz” (Hârizm’in Alanlar’ın dilindeki Hâlîz biçiminden) olarak adlandırılırdı. XIII. yüzyılın sonuna kadar başka yerlerden de gelen müslümanlar bir yandan askerî hizmetler, öte yandan vergi tahsildarı, tuz inhisarı işletmecisi, sarraf ve sikkezen olmak üzere ekono­mik görevler ifa ettiler. Son meşguliyet­lerinin en ilgi çekici örneği Kral IV. Istvân’ın her iki yüzünde Arap yazısı taşıyan bir sikkesidir. Bu ilk dönem müslüman-ları zamanla hıristiyan dinini kabul edip kayboldular. Hâtıralarını birkaç yer adı günümüze ulaştırmıştır.

Osmanlı idaresi döneminde XVI. yüzyı­lın ikinci yarısında Ortaçağ Macaristan’ı topraklarına tahminen 50.000 kadar müslüman sevkedildi. Bunların çoğu Bal­kan kökenli askerdi ve çok az miktarda din değiştirmiş Macar bulunuyordu. Vergi toplama ve askerî harekât dışında kale­lere kapandıkları için yerlilerle olan mü­nasebetleri oldukça kısıtlıydı. XVII. yüzyıl­da sivil unsurun sayısı biraz arttı ve mü­nasebetler daha yakınlaştı. Osmanlı gerilemesi sırasında müslüman unsurların büyük çoğunluğu genelde en yakın mer­keze taşınmak suretiyle memleketi terketti, yalnız Eğri’de önemli bir grup, Sigetvar’da ve bir iki başka şehirde az mik­tarda kişi kaldı. Daha sonra bunların hep­si hıristiyan oldu.

Osmanlı kültürünün yayılışı ve etkisi açısından Macaristan diğer Avrupa bölge­lerine göre farklı özellikler gösterir. Ru­meli’ye göre burada hâkimiyet dönemi daha kısa sürdü ve bu sebeple tesirler daha az ve Önemsizdi. İstanbul’dan olan uzaklık da belirleyici bir unsur oldu, payi­tahtın taklit edilmesine buralarda daha az çaba sarfedildi. Aynı zamanda Osman­lı kültürünü yayabilen kişiler buralara az sayıda geldiler. Bazı istisnalar da vardır; medrese hocaları, tekke şeyhleri ve önem­li maliye mevkilerinde hizmette bulunan­lar arasında imparatorluğun yüksek kül­türüne vâkıf olan kişilere rastlanabilir. Yalnız bunların Macar halkına olan etkisi­ni tahmin etmeye yarayacak herhangi bir bilgi yoktur.

Kültür alanlarından dikkati en kolay Çeken kalıntılar mimari eserlerdir. Macaristan’daki Osmanlı mimarisi men­şe açısından iki büyük gruba ayrılabilir: Orijinal Osmanlı binaları ve daha önceki yapılardan bozulan Osmanlı binaları. Bu iki kategoriden hangisine daha fazla eserin düşmüş olduğunu tam olarak tesbit etmek imkânsızdır; ancak kalelerin çoğu yeniden yapılmış değildi, hatta camilerin bir kısmında da minber eski kilisenin du­varına oyuldu. Müslüman ibadet yerleri, türbe, hamam ve kaplıcalar genellikle ori­jinal Osmanlı yapılarıydı. Başta idari mer­kezlerde inşa edilen bu binaların sayesin­de çağdaş gravürlerde de görülebildiği gibi XVI ve XVIİ. yüzyıllarda birçok yerde şehir görüntüsü bir hayli değişmiş olmak­la beraber minarelerle bezenmiş bu man­zara kalıcı olamadı. Osmanlılar ayrıldıktan sonra öncelikle minareler yıkıldı, ardın­dan diğer özgün yapıların çoğu bazan dik­katsizlikten, XIX. yüzyılda ise şehir plan­laması sebebiyle harabe haline geldi veya kaldırıldı. Vurgulanması gereken nokta, Osmanlı mimarisinin Macar mimarisini sözü edilen dönemde etkilememiş olma­sıdır. Bugünlere kadar gelebilen Osmanlı dönemi eserleri muhafaza edilmektedir. Ilıcaların bazıları günümüzde de faaliyet göstermekte ve belirli anlamda yapıldık­ları devrin banyo kültürünü devam ettir­mektedir. Osmanlı sokak dokusundan Peçuy şehrinde tepelere tırmanan böige -tabii evler değiştirilerek- günümüze ka­dar korunmuş olan tek misaldir.

Edebiyat alanında bir iki Macar şair ve yazan Osmanlı kültüründen etkilendi. Bu bakımdan en dikkat çekici örnek XVI. yüzyılın en büyük Macar şairi Bâlint Balassi’dir. Türkçe’yi de bildiği var sayılan şair serhat âşıklarından bazı şarkılar duy­muş olmalıdır, çünkü Macarca yazılan iki şiirinin hangi Osmanlı melodisine veya güftesine dayanarak söylenmesi gerek­tiğini açık bir şekilde belirtmiştir. Ayrıca “Macarca’ya Çevrilen Birkaç Türk Beyti” başlığı altında dokuz parça topladı. Son zamanlarda Balassi’nin kullandığı şarkı ve beyitlerin Türkçe orijinallerinden dördü tesbit edilmiştir. Macarca’ya çevrilen belki de en mühim Osmanlı eseri Ahmed Bîcan’ın Envârü’l-âşıkin’idır. Çeviri, Er-del Prensi Gâbor Bethlen’in tercümanı ve kâtibi Jânos Hâzi tarafından 1624 yılında hazırlanarak iki yıl sonra Osmanlı toprak­lan dışında Kassa şehrinde bastırılmıştır. Osmanlı ordusunda kullanılan sazlar ve çalınan parçalar yabancı olmakla beraber zamanla bazı etkileşimler meydana geldi. Macarca’da “Türk düdüğü” denilen zur­na bu tesirin en önemli örneğidir.

El sanatlarından halıcılık ürünleri başta Transilvanya’ya olmak üzere XVII. yüzyıl­da Anadolu’dan geldi ve daha çok Luther mezhebine bağlı Protestan kiliselerine asıldı. Bu halıların bir kısmı uluslararası literatürde de Transilvanyalı olarak bilin­mektedir. Değerli Gördes, Uşak ve Lâdik halılarından zamanla Budapeşte Tatbikî Sanatlar Müzesi’nde dünya çapında zen­gin bir koleksiyon meydana gelmiştir. Bu cins halıların taklitlerinin yapılmasına çok daha geç, yani Avrupa’da İran halıları mo­da olduktan sonra başlanmıştır. Kilimler-deki motifler ise ülkenin güneyinde halk dokumalarında ve oralarda imal edilen “Torontâl halıları”nda daha önceki dö­nemlerden itibaren yansıtılmaktadır.

Tüfek, topuz ve kılıç cinsleri arasın­da şekil, süsleme motifleri bakımın­dan Osmanlı türdeşlerine şaşırtıcı öl­çüde benzeyenler vardır. Çanak çöm­lekçilikte yine kısıtlı olmakla beraber süsleme motiflerinin bazılarını Macar halk sanatçıları kullandılar. Osmanlı çi­nilerinden başta Erdel prenslerinin si­parişi üzerine XVII. yüzyılda belirli mik­tarda mal gelmiştir. Bunlardan I. György Râköczi tarafından Macaristan toprağın­da bulunan Sârospatak Kalesi için getir­tilen özel motifli çinilerin kalıntıları en güzel ve en iyi bilinen numunelerdir. Nakışlar ve el işlemeleriyle ilgili olarak da iki gruptan söz edilebilir. Osmanlı sarayı na­kışlarından özellikle Esterhâzy hazinesi diye bilinen koleksiyonda güzel örnekler vardır. Çeşitli vesilelerle bu önemli asil­zade ailesinin eline geçen çadır, raht ve başka eşyalar daha sonra Budapeşte Tat­bikî Sanatlar Müzesi’ne intikal etmiştir. El işlemelerinin daha basit türleri ya Kal-vin mezhebine bağlı Protestan kiliselerin­de süs örtüsü olarak kullanılmıştır ya da motifleri esas alınarak bazı bölgelerde taklit edilmiştir. Bazı asilzadelerin şato­larında el işlemesini yapan Türk kadınla­rı da belgelerde anılır.

Yemek kültüründeki etki Balkanlar’a nazaran oldukça küçüktür. Yiyeceklerden yufka türü hamur işi, pide, tarhana ve dolmalar popüler oldu. İçeceklerden ise başta kahve gelir. Şarapçılıkta kırmızı şarap veren üzüm cinsleri, kuru üzüm ve pekmez yaygınlaştı. Keyif verici bitkiler­den tütün, uyuşturuculardan maslak bit­kisi XVI. yüzyıldan beri ülkede tesbit edi­lebilir. Meyvelerden kayısı XVII. yüzyılın ilk yarısından itibaren, bir armut türü ise bi­raz daha sonra zikredilir. Birkaç bitki, ba­harat ve çiçek cinsi yine Osmanlı döne­minde getirilmiştir.

Avusturya-Macaristan monarşisi dö­neminde ülkedeki müslümanlardan ba­zıları XIX. yüzyılın ikinci yansında Buda­peşte’ye yerleştiler. Ayrıca Osmanlı teba­asından zanaatçı, tüccar ve öğrencilerden küçük bir koloni meydana geldi. Bosnalı grubun başında Hüseyin Hilmi Duriç, Türkler’in ise İstanbul’dan gönderilen Abdüllatif Efendi bulunuyordu. Ruhanî ön­derlik için bu iki kişi ve bir Macar yahudi dönmesi olan Abdülkerim Germanus ara­sında tartışmalar başladı, nihayet Duriç öne çıktı. 1916 kanunları gereğince İslâ­miyet ikinci derecede kabul edilen dinler arasına girdi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkedeki müslümanların durumu sarsıl­dı. Bosnalılar’dan 500 kişi kaldı. Bunlar zamanla eridiler ve son temsilcileri 1977″-de öldü. Ayrıca Türkiye’den yeni öğrenci­ler geldi, ancak bunların dinî ihtiyaçlarıyla resmen uğraşılmadı. Yine de 1930’larda Budapeşte’de bir cami inşaatı için ulusla­rarası girişimlerde bulunuldu, fakat plan gerçekleşmedi. Bayramlarda Gül Baba Türbesi yanında toplanıldı, kurban kesildi. 1960’larda Sovyetler Birliği’nin destekle­diği Arap ülkelerinden Macaristan’a öğ­renci gelmeye başladı. Bunlardan birkaçı evlenip burada kaldı. 1989’dan bu yana hem Türkiye hem başka İslâm ülkelerin­den geçici veya kesin yerleşenler vardır.

İki cemaati olan bu tür yabancı asıllı ve ikinci nesil Macar uyruklu müslümanların sayısı hakkında resmî rakam yoktur, her­halde birkaç binden fazla değildir. İhtida eden Macarlar’ın sayısı ise yok elenecek kadar azdır. Müslümanların Budapeşte’­de ufak bir kapalı musallası vardır; ayrıca Yugoslavya’daki savaşlar sırasında ülke­ye kaçan Sünnîler’e 1975’te Türkiye Cum­huriyeti tarafından donatılan Pecs Yakovalı Hasan Paşa Camii belirli günlerde açıktı.

  • Macaristan’da Osmanlı Eserleri, Yapıları, İzleri, Hakkında Bilgi
  • Macaristan’da İslam Araştırmaları, Hakkında Bilgi
  • Macaristan Tarihi (1700’den Günümüze) Hakkında Bilgi
  • Macaristan Tarihi (Osmanlı Döneminden, 1700’lü Yıllara Dek) Hakkında Bilgi
  • Macaristan Fiziki, Beşeri, Coğrafya, Dini, Etnik Yapısı, Hakkında Bilgi
  • Maca­ristan Başkenti, Nüfusu, Yüzölçümü, Önemli Şehirleri
  • Macaristan Tarihi (Başlangıçtan 1500 Yılına Dek) Hakkında Bilgi

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski