Maide Suresi Nedir, Kaç Ayet, Kaçıncı Sure, Ne Anlatır, Hakkında Bilgi

Mâide sûresi. Kur’ân-ı Kerîm’in beşinci sûresi.

Medine döneminin sonlarında nazil ol­muştur. En son indirilen sûre olduğunu ve tamamının Veda haccında arefe günü veya Hudeybiye seferi sırasında nazil olduğunu ifade eden rivayetler bu­lunmakla birlikte ihtiva ettiği konular ve bazı âyetler hakkında aktarılan nüzul se­bepleri sûrenin farklı zamanlarda indiril­diğini göstermektedir. 120 âyet olup fa­sılası harfleridir. Sûre ismini 112 ve 114. âyetlerde geçen “sof­ra” anlamındaki mâide kelimesinden alır. ei-Uküd. el-Münkıze ve el-Ahyâr olarak da adlandırılır. Mâide sûresinde bazı inanç ve ahlâk esaslarının yanı sıra Medenî sû­relerin genel karakteristiğine paralel ola­rak aile ve ceza hukukuna dair hüküm­ler, bazı hac uygulamaları, meşru usule uygun olmayan hayvan kesimleri, abdest, teyemmüm, şahitlik, hırsızlık, içki ve ku­marla ilgili hükümler gibi fıkhî konular yer almaktadır. Sûrede ayrıca İsrâiloğullan’nın tarihine dair bilgilere, yahudilerle hıristiyanların yanlış inanç ve tutumları­na yönelik eleştirilere geniş olarak yer verilmiştir.

Mâide sûresinin muhtevasını beş bö­lüm halinde incelemek mümkündür. İlk bölümde [âyet 1-5] müminlere akidlerine uymaları emredildikten sonra “Allah’ın şiarları” denilen dinî hükümlerin ve ilke­lerin ihlâl edilmesi yasaklanmakta, bu çerçevede ihram yasakları arasında yer alan avlanma yasağının ardından kan ve domuz etinden başlayarak İslâmî usule aykırı biçimde kesildiği veya öldürüldüğü için yenmesi haram kılınan hayvan etleri sıralanmaktadır. Arkasından, “Bir toplu­luğa duyduğunuz öfke sakın aşırı gitme­nize sebep olmasın. İyilik ve takva husu­sunda yardımlasın, günah ve düşmanlık yolunda yardımlaşmaym” mealindeki cümlelerle İslâm’ın evrensel ahlâk yasa­larından biri ortaya konmaktadır. Allah’ın rnüslümanlara din olarak İslâm’ı seçtiği. onların üzerine nimetini tamamladığı ve dinlerini kemale erdirdiği yönündeki açık­lama fâyet İslâmiyet’in insanlığa gön­derilen son din ve ebedî bir mesaj olduğu­na işaret eder. Veda haccı sırasında arefe günü indirilen bu âyetin ardından dinî hükümlerle ilgili herhangi bir ilâve veya değişiklik söz konusu olmamış, kısa bir süre sonra Hz. Peygamber vefat etmiştir. Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde kendisi­ne gelen biryahudi bu âyeti kastederek, “Sizin kitabınızda bulunan bir âyet eğer biz yahudilere indirilmiş olsaydı o günü mutlaka bayram ilân ederdik” demiştir. Bu bölümün son âyetinde Ehl-i ki­tabın yiyeceklerinin ve onların kadınla­rıyla evlenmenin müslümanlara helâl ol­duğu belirtilir.

İkinci bölümde [âyet 6-11] abdest ve teyemmümle ilgili hükümler açıklandık­tan sonra şahitlikte adaleti gözetme uyarısında bulunulmakta, dinî, ahlâkî ve hu­kukî önemi dolayısıyla, müslümanların bir topluluğa karşı duydukları öfkenin onları haksızlık ve adaletsizliğe sevketmemesi gerektiği uyarısı bir defa daha tekrar edil­mektedir.

Sûrenin üçüncü bölümü [âyet 12-86] büyük ölçüde yahudiler ve hıristiyanlarla ilgili âyetlerden oluşur. Bu arada Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ile Kabil kıssasına, müslümanlara yönelik mesajlara ve bazı hükümlere de yer verilir. Bu bölümde ön­ce İsrâiloğulları’nın Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları için lanetlendikleri, hıristi-yanlardan bir kesimin de benzer şekilde ahde vefasızlık gösterdikleri anlatılır. Bö­lümün hıristiyanlarla ilgili en dikkate de­ğer yönü, onların Hz. îsâ’yı Allah’ın oğlu sayan inançlarıyla [âyet 17,72] teslîs inan­cının [âyet 74] açıkça reddedilmesi ve her iki inancın küfür olduğunun belirtilmesidir. Aynı bölümde İsrâiloğulları’nın Mı­sır’dan çıkarıldıktan sonra Hz. Musa’ya karşı serkeşlik yaptıkları, bu yüzden kut­sal topraklara girmekten kırk yıl süreyle mahrum bırakıldıkları [âyet 26] bildirilir. Hz. Âdem’in iki oğlunun (Hâbil ve Kabil) kıssası özetlendikten sonra haksız yere bir cana kıyan kimsenin bütün insanlığı öldürmüş gibi olacağı, bir insanın hayatını kurtaran kişinin de bütün insanları yaşat­mış sayılacağı ve bu hükmün İsrâiloğul-ları’na yazıldığı belirtilir, böylece yaşama hakkının Önemine vurgu yapılır. [âyet 32] Daha sonra “eşkıyalık, din, can ve mal gü­venliğini tehdit etme. terör estirip halka korku salma” anlamındaki hırâbe [âyet 33-34] ve hırsızlık [âyet 38-39] suçlarının hükümlerine [âyet 45] yer verilir. Hz. Peygamber’e, Allah’ın indirdiğiyle hük­metmesi emredilerek müminlere yahudi ve hıristiyanları dost edinmemeleri tav­siye edilir.[âyet 51] Nüzul sebebiyle ilgili rivayetlere göre bu âyetin, Medine döneminde et­kili bir kitle durumunda olan ve müslü­manlara karşı düşmanlık besleyen yahudileri dost edinen bazı müslümanlar hak­kında nazil olduğu anlaşılmaktadır. Medi­ne’de etkili olmadıkları halde âyette hıris-tiyanların da zikredilmesi, benzer şartla­rın hıristiyanlar açısından ortaya çıkma­sı halinde onları da dost edinmemek ge­rektiğini, konunun belli bir dinî kesimle değil belli bir tutumla ilgili olduğunu göstermektedir. Sûrenin 57. âyetinde, dostluk kurma yasağının müslümanların dinlerini alay konusu yapan gayri müs-limlerle ilgili olduğuna işaret bulunduğu gibi diğer bazı âyetlerden de müslüman­lara karşı düşmanlık beslemeyenlerle iyi ilişkiler kurmanın yasaklanmadığı an­laşılmaktadır.[bk. el-Mümtehine 60/8] 54. âyette, İslâm’a karşı düşmanlık duygulan besleyenlerin saptırmasıyla bazı müslü­manların dinlerinden dönebileceklerine dikkat çekilerek oluşacak İslâm toplumu­nun fertleri arasındaki ilişki biçiminin başlıca özellikleri şöyle sıralanmaktadır: Allah onları, onlar da Allah’ı sever; onlar müminlere karşı yumuşak ve alçak gö­nüllü, inkarcılara karşı güçlü ve onurlu­dur; bütün çabalarıyla Allah yolunda mü­cadele eder, kimsenin kınamasından kork­mazlar. İnsanlar içinde müslümanlara en fazla düşmanlık besleyenlerin yahudiler, sevgi bakımından en yakın olanların da hıristiyanlar olduğunu belirten 82. âyet­te yahudilere karşı kullanılan sert ifade­de özellikle Hz. Peygamber dönemindeki yahudilerin düşmanca tavır ve davranış­larının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu­na karşılık 82-83. âyetlerde hıristiyanlar hakkında kullanılan övücü ifadelerin, bil­hassa Habeş Necâşîsi Ashame veya onun tarafından Ca’fer b. Ebû Tâlib ile birlikte Resûl-i Ekrem’e gönderilen ve onun hu­zurunda dinledikleri âyetler üzerine iman eden Habeşli bir heyet hakkında nazil ol­duğu aktarılmaktadır.

Sûrenin dördüncü bölümü [âyet 87-109] müminlerden, Allah’ın helâl kıldığı güzel ve temiz şeylerden kendilerini mahrum bırakmamalarını isteyen âyetlerle başlar. Bu âyetlerin, geceleri namazla ve gün­düzleri oruçla geçirmeye, ayrıca bazı yi­yecekleri yememeye karar veren bir grup müslümanı uyarmak üzere indiği, Hz. Peygamber’in de onların bu tutumunu kendi uygulamasına aykırı bulduğu ve, “Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir” diyerek onları ikaz ettiği belirtilmektedir. 89. âyette yemin kefâretiyle ilgili hükümler düzenlendikten sonra müteakip âyetler­de Câhiliye döneminin falcılıkla ilgili bazı yanlış uygulamalarıyla İçki ve kumar ya­saklanmaktadır. Ardından ihramlı iken avlanma yasağı, vasiyet ve vasiyet esna­sında şahit bulundurmayla ilgili hüküm­ler yer almaktadır.

Sûrenin son bölümünde [âyet 110-120] Hz. İsa’nın Allah tarafından nail olduğu mazhariyetler, ona has mucizeler anlatılmakta, kısaca havarilerden söz edildikten sonra Allah ile îsâ arasında bir diyalog üs­lubuyla hıristiyanların Hz. îsâ hakkındaki bâtıl inançları düzeltilmektedir. Sûre Allah’in mutlak hükümranlığını ve kudre­tini ifade eden âyetle sona ermektedir.

Mâide sûresinin faziletiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem’den nakledilen, “Mâide sûresini okuyan kimseye on sevap verilir, kendisinden on günah silinir ve dünyada nefes alıp veren her biryahudi ve hıristiyan sayısınca derecesi on misli yükselti­lir”  ve, “Erkeklerinize Mâide sûresini öğretiniz” şeklindeki riva­yetlerin sahih olmadığı anlaşılmaktadır.

Mâide sûresine dair yapılan çalışma­lardan bazıları şunlardır: Ali Abdülhalîm Mahmûd, et-Terbiyetü’1-îslâmiyye fî sûreti’l-Mâ’ide (Kahire 1414/1994); Ha­san Abdülhâdî Muhammed, el-Yehûd ve’n-naşârâ fî sûreü’I-Mâ’ide Mustafa İzci, el-Mâide Su­resinin Kıraat Açısından İncelenmesi İbra­him Avad, Tefsîrü sûreti’l-Mâ’ide, Ayrıca Şîa âlimlerinden Hüseyin b. Hasan el-Kerke-rî’nin Mâide sûresinin 5. âyetiyle ilgili bir tefsiri mevcuttur. Mahmûd Şeltût’un Kahire’deya­yımlanan Risâletü’l-İslâm adlı derginin IV ve VII. ciltlerinin muhtelif sayılarında (1952-1953) Mâide sûresinin tefsiriyle il­gili makaleleri yer almaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski