Makam -Tasavvufta- Nedir, Kavramı, Anlamı, Hakkında Bilgi

Makam. Kararlı ve düzenli çabalarla kazanılan ahlâk ilkesi veya sülûkün mertebeleri anlamında bir tasavvuf terimi.

Sözlükte “ayak üstü durulacak yer, ika­metgâh, mertebe, mevki” gibi anlamlara gelen makam kelimesi tasavvuf terimi olarak ahlâk ilkeleriyle sülûkün mertebe­lerini, velîlerin kabirlerini veya sembolik türbelerini ifade etmektedir. Kur’an’da rabbin [Rahmân 55/46; Nâziât 79/ 40] meleklerin [Saffât 37/164] Hz. İbrahim’in makamından [Bakara 2/125] takva sahipleri için güvenli bir makamdan [Duhân 44/51] ve kerîm makamdan [Şuarâ 26/58; Duhan 44/26] bahse­dilmekte, Hz. Peygamber’in övülmüş bir makam (makâm-ı mahmûd) sahibi olduğu bildirilmektedir.[İsrâ 17/79] Övülmüş makam ifadesi ezan duasında da geç­mektedir.

Tasavvufta makam kavramı III. (IX.) yüzyıldan itibaren mücâhede ve sülük kavramına bağlı olarak doğmuştur. Tasavvufî anlayışa göre nefis günah ve kö­tülüklerden mücâhede ve riyazetle arın-dırılabilir. Günah ve kötülüklerden aşama aşama uzaklaşan sâlikin yaşadığı sevinme ve üzülme gibi bir anlık duygusal değiş­melere hâl, halin sürekli ve kalıcı oluşuna makam adı verilmiştir. Makam, düzenli ve disiplinli bir gayret sayesinde halin is­tikrar ve süreklilik kazanmış şeklidir. Bununla birlikte hallerin ancak bir kısmı makama dönüştürülebilir. Meselâ ara sıra işlediği günahlardan dolayı piş­man olan bir sâlik disiplinli ve düzenli ça­ba ile pişmanlık duygusunu sürekli ve ka­lıcı duruma getirince bu hali makama dö­nüşmüş olur. Seyrü sülük bir anlamda in­sanın, yaratılışında var olan iyi huy ve te­miz duygularını kalıcı ve sürekli bir duru­ma getirmeye çalışmasıdır. Bu da hallerin makama dönüşmüş olması demektir. Öte yandan hal ile makam arasında bazı fark­lar bulunduğu kabul edilmiş, genellikle sevinme, üzüntü, rahatlık ve sıkıntı gibi duygular hal; zühd, tövbe, sabır, şükür ve takva gibi dinî ve ahlâkî ilkeler makam olarak adlandırılmıştır. Hal ile makam arasındaki bir fark halin ilâhî bir lütuf olarak görül­mesi, makamın ise çalışarak bir süreç içinde kazanılmasıdır. Bazı sûfîlere göre haller de makamlar gibi kalıcı olabilir. Bunlar bir halin daha başka haller içerdi­ğini düşünürler.

Mısır’da Zünnûn el-Mısrî, Horasan’da Bâyezîd-i Bistâmî ile Şakik-i Belhî, Bağ­dat’ta Serî es-Sakatî tasavvufî hal ve ma­kamlardan bahseden ilksûfîlerdir. Ebü’l-Hüseyin en-NûrîMaMmâtu’l-kulûb adlı eserinde kalp, fuâd, sadr ve lüb makam­larından bahsetmiştir. Ona göre sadr İs­lâm’ın, kalp imanın, fuâd marifetin, lüb tevhidin kaynağıdır. Ebû Bekir el-Kettânî ise bazısı nur, bazısı zulmetten olmak üzere Allah ile kul arasında bin makamın bulunduğu kanaatindedir. Makamlar hakkında sûfî müelliflerin 7,9, 10,40, 100 ve 1001 gibi farklı ra­kamlar verdikleri görülmektedir. İlk sûfî müelliflerden Ebû Nasr es-Serrâc tövbe, vera” takva, zühd, fakr, sabır, tevekkül, rızâ olmak üzere yedi makamı sırafar, da­ha başka makamların bulunduğuna da işaret eder. Necmeddîn-i Kübrâ Uşûl-i cAşere adlı eserinde on ma­kamdan tövbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, teveccüh, sabır, murakabe, rızâ söz eder. Hâce Abdullah el-Herevî Menâ-zilü’s-s&’irîn ve Şad Meydân adlı eser­lerinde makamları 100 olarak tesbit et­miş ve her makamı üç dereceye ayırmış­tır. Meselâ ihlâs makamının birinci dere­cesi riyadan sakınmak, ihlâsa karşılık bir şey talep etmemek, ikinci derecesi ihlâslı iş yapmak için çabalamakla beraber yapılan işin Allah’a lâyık olmadığını görüp mahcup olmak, üçüncü derecesi ihlâslı olmak fakat ihlâsı görmemek ve ihlâslı olduğunu iddia etmemektir. Makamın de­recelerine menzil, bazan hal denir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî tevekkül, yakın, şükür, sabır, murakabe, istikamet, ihlâs, sıdk, haya, hürriyet, zikir, tefekkür, fütüvvet, huluk, firâset, gayret, nübüvvet, risâlet, fakr, gtnâ, tahakkuk, hikmet, edep, sefer, marifet, muhabbet, şevk, semâ, keramet, mucize ve rüya gibi tasavvufun te­mel meselelerini birer makam olarak ele alıp incelemiştir.

Sûfîler, bir makama ulaşmanın geride kalan makamla ilişkiyi kesmek anlamına gelmeyeceğine, aksine İlk kazanılan ma­kamın hayatın sonuna kadar devam ede­ceğine dikkat çekmişlerdir. Meselâ tövbe hem ilk hem son makamdır. Sabır, şükür, rızâ, zühd gibi makamlar da böyledir. Ba­zan bir makam iki veya daha fazla maka­mı içerir; bazan da bir makam bütün ma­kamları kapsayacak kadar etkili ve belir­gin olabilir. Makam ve hallerin arasına kesin sı­nırlar konulmamış, onların bir bütün ola­rak yaşandığı, geliştirilip güçlendirildiği kabul edilmiştir.     

Seyrü sülükte makamların bir ölçüde sabit bir sıralaması vardır. Makamlar töv­be ile başlar, tevhidle sona erer. Mürşidler sâlikin bir makamı tam olarak gerçek­leştirmeden bir sonraki makama geçme­sine, meselâ tevekkül makamının hakkını tam olarak vermeden kanaat makamına, tövbe makamının hakkını vermeden inâbe makamına geçmesine izin vermemiş­lerdir. Çünkü makamlar tam olarak ger­çekleştirilmeyi p eksik bırakılırsa ilk makamlardaki kusurlar mutlaka ilerideki makamlarda kendini belli edip sülûkü en­gelleyecektir.

Her makamın belli nitelikleri, gerçek­leşme şartları, hikmetleri ve hükümleri, bunlara uygun olarak gerçekleştirilen bir makamın da belli sonuçları vardır. Sâlikin makamlardan bir veya birkaçına ulaşma­sı ölünceye kadar bu makama sahip ola­cağı anlamına gelmez. Kazanılan makam­ların kaybedilmesi mümkündür. Öte yan­dan şarta bağlı olan bir makam şartın or­tadan kalkmasıyla sona erer. Meselâ havf ve recâ makamı cennete girene kadar devam eder, cennette havf-recâ söz ko­nusu olmaz.

Hücvîrî, her sâlikin ulaştığı makamlar içinde belli bir makamın niteliklerine da­ha fazla sahip olduğunu, bunun da onun yaratılışından geldiğini belirtir. Bu anlam­da tövbe Âdem’in, zühd Nuh’un, teslim İbrahim’in, inâbe Musa’nın, hüzün Dâvûd’un, recâîsâ’nın, havf Yahya’nın, zikir Muhammed’in makamıdır. Hücvîrî’nin burada makamı “meşrep ve karakter” anlamında kullan­dığı görülmektedir.

Makamlar ahlâkî olgunluğa ermedeki aşamalar sayıldığı gibi Hakk’a giden yol­daki menziller olarak da görülmüştür. Fe-rîdüddin Attâr, Mantıku ‘Hoyr’da yedi makamdan bahsetmiş, bunları geçilmesi güç yedi vadi olarak tas­vir etmiştir. İbnü’l-Arabî, el-İsiâ*ile’l-makami’l-esrâ adlı eserinde mi’racda Hz. Peygamber’in ulaştığı makamı ruhun Hakk’a yükselmesi şeklinde açıklamıştır. Allah’ı sürekli olarak zikreden ve Kur-‘an’ın sırları üzerinde derin düşüncelere dalan velîler bu makama erişirler. Ona gö­re burak Allah sevgisinin. Mescid-i Aksa Hakk’ın nurunun, duvar kalp saflığının, süt zevkî bilginin, semânın kapısını çal­mak nefis mücâhedesinin, refref ilâhî aş­kın, sidretü’l-müntehâ imanın simgele­ridir. Bu noktaya ulaşılınca perde kalkar ve sırlar keşfolunur.

Şah Veliyyullah ed-Dihlevî makamı “ka­zanılmış ahlâkî ve ruhî melekeler” olarak tanımlamıştır. Ona göre akıl, kalp ve ne­fis üç latife olup bunlardan her birinin halleri ve makamları vardır. Aklın temel makamı yakindir, diğer haller ve makam­lar onun şubeleridir. Kalbin makamı mu­habbet, hali sekrdir; nefsin makamı töv­be, hali aşağı arzulara mağlûp olmaktır.

İbn Sînâ, el-İşârât ve’t-tenbîhâi adlı eserinin sonunda ariflerin makamlarını felsefî açı­dan değerlendirmiştir. Velîlerin hakiki ve­ya sembolik kabir ve türbelerine de ma­kam denilir. Veysel Karanî, Cüneyd-i Bağ­dadî, Bâyezîd-i Bistâmî, Yûnus Emre, Karaca Ahmed gibi ünlü velîlerin çeşitli yerlerde ziyaretgâh olan makamları var­dır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski