Mâlikâne-divanî. Osmanlılar’da bir tür toprak ve vergilendirme sisteminin adı.
Arapça mâlikten Farsça “mâlik gibi. mâlik olarak” anlamındaki malikâne ile yine Arapça “hükümet dairesine ait” anlamında divanîden oluşan bu tabir biri özel, diğeri devlete ait iki ayrı unsuru ifade etmek üzere kullanılmıştır. Terim olarak Anadolu’nun bazı bölgelerinde kaynağını Selçuklu döneminden almış olduğu kabul edilen belirli bir vergilendirme sistemini tanımlar. Osmanlı belgelerinde “iki başlı” yahut “iki baştan” ve “tasarruf” olarak anılan malikâne -divanî sistemi içinde yer alan malî birimlerde vergi gelirleri iki farklı bölüme ayrılır. Bir bölümü malikâne hissesi adıyla özel şahıs veya vakıflara, diğer bölümü divanî hissesi olarak devlete aittir.
Şer’î ve Örfî adıyla iki ana grup olarak ödenen vergilerin örfî denilen kısmı her zaman her yerde divanî hissesi içinde yer alır. Malikâne ve divanî hisseleri arasında bölüşmeye tâbi tutulan kısım şer’î vergilerin önemli bir bölümünü oluşturan öşürlerdir. Öşrün malikâne ve divanî hisseleri arasındaki paylaşılma oranı ziraî ürünlerden alınan öşrün nisbetine ve mahallî âdetlere göre değişir. Sistemin uygulandığı bölgelerde hububat vb. ürünlerden alınan öşrün nisbeti genellikle % 20, yani iki kat öşür şeklindedir. Bu durumda malikâne ve divanî hisseleri Öşrü genellikle birbirine eşit oranda bölüşür. Öşür nisbetinin sadece% 10 olduğu nâdir hallerde bazan yine eşit olarak paylaşılır, fakat çok defa tamamı malikâne hissesine ait olur. Bu takdirde divanî hissesi olarak öşre eklenen % 2,5 sâlâriyye ile yetinilir. Arı kovanlarından öşür bedeli olarak alınan resimlerle değirmenlerden alınan resimler ise sistemin uygulandığı her yerde standart biçimde eşit oranlarda paylaşılır. Sistemin uygulandığı bölgelerde genel ve yaygın bir oran olarak öşrün % 50’sini malikâne hisse sahipleri alır. Öşrün kalan % 50″si ile örfî denilen vergiler de [tapu resmi, çift, bennâk, caba, arus, bâd-ı hevâ resimleri, âdet-i ağrıâm, ispençe vb] divanî hissesi olarak timar veya mukâtaa şekillerinde hazine adına tahsil edilir.
Mâlikâne-divanî sistemine sektör olarak sadece kırsal kesimde yer alan köy ve mezraalarda rastlanmakta, şehir ve kasabalardaki vergi birimlerinde öşür söz konusu olduğu hallerde dahi hemen hiç görülmemektedir. Bu vasıfları ile sistemin başlıca uygulama alanı coğrafî olarak Anadolu’nun belli bazı sancaklarıyla sınırlı kalmıştır. Bu sancaklar Çorum, Amasya, Tokat. Sivas, Konya, Karaman, Kayseri, Malatya, Diyarbekir ile Halep’in kuzey bölgesinden ibarettir. Bu sancakların dışında Anadolu’da doğuya doğru gidildikçe azalmakta, batı bölgeleriyle Rumeli yakasında ve adalarda ise hiç rastlanmamaktadır.
Mâlikâne-divanî sistemini, 1939’da yayımladığı araştırması ile bilim dünyasına tanıtan Ömer Lütfi Barkan’ın bulduğu bazı verilere dayanarak makro planda değerlendirmek mümkündür. En yoğun şekilde uygulama alanı bulduğu bazı sancaklarda 1520’li yıllarda toplam vergi gelirleri içinde malikâne hisselerine ait bölümün Çorum sancağında % 29.54. Amasya’da % 27, Sivas’ta % 26 ve Tokat’ta % 19.7 oranlarına ulaşmış olması, sistemin Osmanlı malî bünyesi bakımından taşıdığı önemi ortaya koymaya yeterlidir. Osmanlı maliyesinde bu derece önemli paya sahip bulunan mâlikâne-divanî sistemi Osmanlı yönetiminin getirdiği, yerleştirdiği ve geliştirdiği değil Osmanlı öncesi Türk- İslâm rejimlerinden devraldığı, müktesep haklara riayet ve mevcut dengeleri bozmama teamülü ile -Osmanlı düzenine uymayan özelliklerine rağmen- sürdürmek zorunda kaldığı anlaşılan bir sistemdir. Nitekim müslüman olmayan yönetimlerden devralınan bölgelerde, meselâ Batı Anadolu’da ve Rumeli’de benzeri bir sistemin kurulmasına hiçbir şekilde teşebbüs edilmemiş olması bu zorunluluğun bir göstergesidir.
Bununla birlikte Osmanlı idaresinin devraldığı sistemi kendi sistemleriyle uyumlu hale getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Sistemin bizzat işleyiş şekilleri bu gayretin izlerini taşır. O kadar ki bazı unsurları ile kendi sistemlerine çok daha aykırı uygulamalarla karşılaştıkları durumlarda, Osmanlı düzeniyle uzlaştırmak üzere bunları yeni unsurlarla esneterek âdeta mâlikâne-divanî sistemine doğru dönüştürücü gayretlerine dair Halep’in kuzeyindeki bölgede yaptıkları gibi ilginç örnekler de mevcuttur.
Mâlikâne-divanî sisteminde Osmanlı düzeni bakımından aykırı duran unsurlar arasında malikâne hisselerinin tam bir özel mülkiyet statüsü içinde bulunması bilhassa belirtilmelidir. Zira malikâne hissesi, sahibi tarafından satılabilir, vakıf yapılabilir veya mirasçılarına bırakılabilir. Onlar bu özel mülkiyet haklarını Osmanlı öncesi Türk- İslâm yönetimlerinden ya satın alarak yahut çeşitli şekillerde aldıkları mülknâme ile kazanmışlardır. Osmanlı yönetimi hukukî meşruiyetin sınırları içinde bu belgeleri reddetmemiş, ancak baştan itibaren sıkı şekilde teftiş ve takip etmiştir. Her tahrirde yahut padişah değişmelerinde bu belgeler yeniden incelenmiş, eksik bulunanların hakları iptal edilmeye çalışılmıştır. Belgeleri tamam olduğu için mukarrernâmelerle haklarını kabul ettiği hallerde de malikâne hisse sahiplerine gelirlerinin kaynağı olan malî birimi (köy veya mezraa) bizzat vergilendirmek üzere yönetmelerine izin vermemiştir. Malî birimin yönetimiyle ilgili idarî ve inzibatî yetkileri daima divanî hisseyi kontrol eden sipahi veya emine vermeye özen göstermiştir.
Osmanlı yönetiminin mâlikâne-divanî sistemiyle ilgili tutumu, uzun vadede onun genişlemesine değil giderek daraltılmasına katkıda bulunmaya çalışmaktan ibarettir. Özel mülk olarak şer’î miras kuralları dolayısıyla zamanla küçülen paylara bölünme riski karşısında malikâne hisselerinin sahipleri, devletin olumsuz tutumunun da etkisiyle hisselerini zaman geçtikçe artan oranda vakıflara dönüştürme eğiliminde olmuşlardır.
Mâlikâne-divanî sisteminin Osmanlı düzeniyle tam uyuşmayan yanları sadece özel mülkiyet statüsü içinde bulunmasından ibaret değildir. Mülkiyetin muhtevası ve temeli konusunda da belirsizlikler vardır. Malikâne hisse sahipleri belirli malî birimlere ait bir kısım vergi gelirleri üzerinde, daha önceki yönetimlerden almış oldukları mülknâme veya satış belgelerine dayanarak mülkiyet hakkını ileri sürmekteydiler; ancak bu mülkiyet hakkının muhtevası ve temelinin ne olduğu, bu vergi gelirlerinin kaynağı olan toprak veya onu işleyenler üzerinde herhangi bir haklarının olup olmadığı konulan açık değildir. Kanunî Sultan Süleyman’ın şeyhülislâmı Ebüssuûd Efendi’ye göre malikâne hissesinin sahipleri toprağın rakabesine sahiptirler ve bunun karşılığı olarak toprağı işleyen köylülerden kira almaktadırlar; Öşrün bir bölümü olarak ifade edilen gelirleri aslında öşür değil bu kiradan ibarettir. Toprağa tasarruf eden köylü kiracıdır. Bu yoruma göre malikâne-divanî sisteminin statüsü ne özel mülk ne de mîrî arazi rejimidir. Özel mülk değildir, çünkü toprağın tasarrufu onu işleyenlerin elindedir. Mîrî arazi de değildir, zira burada rakabe devlete aittir. Bundan dolayı bu sistemin söz konusu iki uygulamanın bir terkibi olduğu söylenebilir.
Mâlikâne-divanî sistemi, gerek daraltılma gerekse buna karşı vakıflara dönüştürme çabaları içerisinde XIX. yüzyıla kadar sürmüştür. Aynı adla 1695’te ihdas edilen bir Osmanlı malî kurumu olarak malikâne sistemiyle isim benzerliği dışında herhangi bir ortak özelliği paylaşmadığını, hatta dikkati çeken zıtlıklar içinde bulunduğunu belirtmek gerekir.
TDV İslâm Ansiklopedisi
vikipedi