Malikâne. Osmanlı maliyesinde vergi iltizam sisteminin 1695 yılından Tanzimat’a kadar uygulanan özel bir türü.
Arapça “mülk sahibi” anlamındaki mâlik kelimesiyle Farsça -âne ekinden türetilmiş bir kelimedir. Malikâne sisteminde “mukâtaa” adı verilen vergi kalemleri iltizamda olduğu gibi müzayede ile ihale edilirdi. Ancak aralarında önemli bir fark vardı. Normal iltizamda müzayede, tahvil denilen bir-üç yıl arasında değişen bir dönem için hazineye ödenecek yıllık vergi (mal) miktarı üzerinde cereyan ederdi. Malikâne sisteminde ise bu yıllık vergi miktarı hazine tarafından belirlenmişti ve rekabetle arttırılması veya azaltılması söz konusu değildi. Burada müzayede, yıllık vergi miktarı sabitlenmiş bulunan mukâtaanın bir tahvil için değil, kaydıhayat şartıyla vergilendirme hakkını elde etmenin bedeli olarak ödenmesi gereken ve “muaccele” adı verilen peşin meblağ üzerinde yapılırdı. Müzayedede en yüksek muacceleyi ödeyen malikâne sahibi olarak berat alırdı.
XVII. yüzyılın son çeyreğinde yoğunlaşan savaşlar giderleri büyük ölçüde arttırmış, gelirleri ise bir bölümü elden çıkan bölgelerde kaldığı için azaltmıştı. Bütçede büyüyen açıklan kapamak üzere hazine mukâtaaları vaktinden önce, artan oranda peşin ödeme şartıyla ve tahvil sürelerini bir yıla, hatta daha kısa dönemlere indirerek iltizama vermeye başladı. Sıkça değişen ve verdikleri peşini faizleriyle birlikte bir an önce mükelleflerden çıkarmaktan başka kaygıları olmayan mültezimler reâyâ (sivil halk) üzerindeki vergi yükünü üretim kapasitesini daraltacak ölçüde ağırlaştırıyordu. Üretim kapasitesi daraldıkça vergi gelirleri düşüyordu. Gelirler azaldıkça hazinenin ihtiyacı ve talebi de artıyordu. İltizam sisteminde vergilendirme ile üretim kapasitesi arasında birbirini engelleyen bir kısır döngünün yerleşmesi Osmanlı maliyesinin XVII. yüzyılın sonlarında karşılaştığı temel paradokstu. Malikâne sistemi bu paradoksu aşmayı sağlayacak bir kurum olarak düşünüldü.
Mukâtaaların geçici bir süre için değil ömür boyu devam etmek üzere iltizama verilmesi (bervecrı-i malikâne), reayanın üretim kapasitesiyle vergi ödeme gücü arasında oluşmuş olan kısır döngüyü tersine çevirecek yeni bir mekanizmayı yerleştirecekti. Bu yeni sistem yalnız reayanın ve hazinenin değil aynı zamanda mâ-likâneci mültezimin de lehine sonuçlar doğurmaya adaydı. Gerçekten her üçünün menfaatini ahenkli bir duruma getirdiği için hemen benimsendi, hızla yayıldı ve uzunca bir süre uygulandı.
Müzayedede en yüksek muacceleyi teklif edip ödeyen mâlikâneciye verilen beratta vergilendirme hakkını elde ettiği mukâtaa ve mükellefler üzerinde, “mef-rûzü’I-kalem ve maktûü’l-kadem min külli’l-vücûh serbestiyet üzere hayatta oldukça tasarruf etmesi için” geniş idarî ve inzibatî yetkilerle donatılarak kadılar hariç hiçbir devlet görevlisinin müdahalesine izin verilmeyeceği belirtilirdi. Mâlikâneci öldüğü zaman mukâtaa “mahlûl” olarak yeniden müzayedeye konulurdu. En yüksek muaccele teklifini ayrıca arttırmadan kabul ederse oğlu tercihen mâlikâneci olabilirdi. Bunun dışında herhangi bir miras hakkı söz konusu değildi. Mâlikâneci mukâtaasıni serbestçe satabilir yani ferağ (kasnyed) edebilirdi. Ancak satıştan itibaren kırk gün içinde ölürse satış hükümsüz sayılır ve mukâtaa mah-lûl kategorisine alınırdı. Fertler arası satışlardan 1735’ten itibaren kayıtlı muaccele değerinin % 10’u kadar kasnyed resmi alınmaya başlandı.
Mâlikâneci, mukâtaanın yıllık vergisini ve bunun ortalama% 10’u civarındaki ka-İemîyesini yıl içinde üç taksitte ödeyecekti. Hazine yıllık vergi miktarını mâlikânecinin rızâsını almadan arttırmamayi garanti ediyordu. Mukâtaanın gelirinde önemli bir düşme olursa taksitler birkaç yıl geciktirilebilirdi. Gelir düşüşü geçici değil sürekli hale gelirse mâlikâneci yatırdığı muacceleyi talep etmemek şartıyla mukâtaasını hazineye bırakabilirdi. Mâlikâneci, yıllık vergi ödemelerini birkaç yıl geciktirir yahut vergilendirmede yasalara uymaz veya reayaya zulmederse hem mukâtaasını hem de yatırdığı muacceleyi kaybederdi. Mâlikânecilere tanınan hak ve yükümlülüklerin değişmezliği şeyhülislâm, nakîbüleşraf ve kazaskerlerden oluşan bir heyetin gözetim ve sorumluluğu altında garantiye alınmıştı.
Yaşadığı ve yasalara uygun davrandığı sürece kendisinde kalacağını bildiği mukâtaa alanındaki reayaya yardımcı olmak ve üretim kapasitesini genişletmek üzere kredi vermek yalnız reayanın değil aynı zamanda mâlikânecinin de menfaatine idi. Zira doğacak vergi artışından hazineye ödeyeceği miktar sabit kaldığı için kârını büyütebilecekti. Yatırdığı muaccele de esasen gelecekte sağlamayı umduğu bu kârların bir nevi kapitalizasyonuna, yani aktüel değerine tekabül ediyordu.
Maliye otoritelerinin vergilendirme faaliyetiyle reayanın üretim kapasitesi arasında birbirini destekleyen bir mekanizmayı işletmek üzere bir çeşit kalkınma projesi olarak uygulamaya koydukları malikâne sisteminin hazineye kısa vâdede yegâne faydası bu muaccele gelirinden ibaretti. Mâlikâneci yaşadığı sürece üretim ve vergi artışından sadece kendisi ve reâyâ yararlanacaktı. Bununla birlikte mâlikâneci öldüğü zaman mahlûl kalan mukâtaa yeniden müzayede ile satılırken artmış olan kâr hacmine göre bu kârların kapitalizasyonuna tekabül eden muaccele miktarları da büyüyecekti. Hazine için bu muaccele gelirleri bir iç borçlanma demekti. Ancak mâlikâneci yaşarken kazandığı kârlarla hem faizi hem de ana parayı almış sayıldığı için ayrıca faiz ve geri ödeme söz konusu değildi.
Malikâne sahiplerinin büyük çoğunluğu orta-yüksek askerî zümre mensupları idi. Başlangıçta ister reayaya, ister yönetici kesime (askerî) mensup bulunsun kadın veya erkek herkes malikâne sahibi olabiliyordu. Reayanın ve padişah kızları hariç kadınların malikâne sahibi olması 1714’ten sonra yasaklandı ve ancak padişahın özel izniyle mümkün olabilen birer istisna haline getirildi. Büyük mukâtaalar hisselere bölünerek farklı mâlikânecilere verilebiliyordu. Başlangıçta hissedar sayısı iki üçle sınırlandırılıyordu. Fakat zamanla bu sayının on beş-yirmiye kadar yükselmesine müsaade edildi.
Büyük çoğunluğu İstanbul’da bulunan malikâne sahipleri vergilendirmeyi bizzat kendileri pek yapmaz, adamlarından birini görevlendirir yahut iltizama vererek yönetirdi. Malikâne sistemi genişledikçe iltizamla idare de yaygınlaştı, hatta mûtat hale geldi. Bununla birlikte malikâne öncesi şekliyle iltizam sisteminin doğurduğu sakıncalar pek söz konusu olmadı. Zira her mukâtaanın kaderiyle artık menfaati gereği yakından ilgilenen bir veya birkaç mâlikâneci uzakta da olsa mevcuttu.
Devlete ait gelirlerin yaklaşık % 50’sini oluşturan mukâtaalar için 1106’da (1695) uygulamaya konulan sistem kısa sürede çok hızlı bir gelişme gösterdi. Bununla birlikte 1128’de (1716) Şam, Halep ve Diyarbekir eyaletleri dışında kalan bölgelerde malikâneler kaldırıldı. Bu radikal kararın gerekçesi, savaş (1714-1717) dolayısıyla artan âcil giderleri karşılamak için mukâtaaların sabitlenmiş olan yıllık vergilerini arttırmaktan başka bir çarenin görülmemesidir. Gerçekten yıllık vergilerine % 50’ye varan zamlarla mukâtaalar iltizama verildi. Yıllık vergilerin bu ölçüde arttırılabilmesi, malikâne sisteminin başlangıçta öngörüldüğü gibi vergi kaynaklarını koruyup geliştirmiş olduğunu da ortaya koyuyordu. Nitekim durum belirlenip âcil ihtiyaçlar temin edildikten sonra 1129’da (1717) malikâne sistemi geri getirildi. Eski mâlikânecilere daha önce yatırmış oldukları muaccelenin yarısını ödemek şartıyla mukâtaalannı tekrar alabilecekleri ilân edildi.
İki yıllık ara güveni biraz sarsmakla birlikte sistem genişlemeye devanı etti. Ancak bu sektöre yatırım yapanların talep ettikleri kâr oranı risk dolayısıyla yükseldi, yani muaccele miktarları azaldı. Hiçbir keyfî müdahalenin artık yapılmayacağını gösteren uzunca bir uygulamadan sonra 1730’Iardan itibaren kâr oranlarının yavaş yavaş düşmeye başladığı görüldü. Gerçekten mâükânecilerin razı oldukları kâr haddi 1730’larda % 30-35 civarında iken 176O’larda%2S’e, yüzyılın sonlarında % IS’e kadar gerilemiştir.
Bu seyir içinde sistemin genişlemesi de hızlandı. Yalnız mukâtaaların hemen tamamı malikâne olmakla kalmadı, aynı zamanda timar, zeamet ve hasların da pek çoğu mukâtaa haline getirilerek sisteme dahil edildi. Ayrıca birçok eyalet, sancak, muhassıllık, voyvodalık vb. büyük idarî ve malî birimler de mâlikânefeştirildi. Hatta sistemin dışında tutulan cizye ve avarız vergilerinin de bir bölümü yanında bulunduğu mukâtaalarla birlikte malikâne olarak verildi. 1762’den itibaren Haremeyn vakıflarına ait mukâtaalar da malikâne sistemine dahil edildi. Malikâne sektöründeki genişleme 1775’te esham sisteminin doğmasına kadar devam etti. Bu tarihten sonra kâr hacmi büyük olan mukâtaalar sektörden çekilerek eshama bağlandı. Malikâne sektöründe küçülme 1793’ten itibaren hızlandı. 1793-1806 döneminde yıllık kân ortalama 10.000 kuruşu aşan mukâtaaların mahlûl kaldıkça satılmayıp önce darphâne, arkasından yeni kurulan îrâd-ı cedîd hazinesi tarafından iltizam veya emanetle idare edilmesine karar verildi.
îrâd-ı cedîd hazinesi 1807’de kaldırılınca tekrar darphânenin idaresine devredilen bu mukâtaaların bir bölümü savaş (1806-1812} giderlerini karşılayabilmek için yeniden malikâne olarak satıldı. Bu sınırlı satışlar 1826’dan itibaren daha da azaltıldı. Yeni kurulan ordunun giderlerini karşılamak üzere yıllık kân 10.000 kuruşu geçen mukâtaa mahlûlleri malikâne sektöründen çekilerek yeni oluşturulan mukâtaat hazinesinin idaresine verildi. Kâr hacmi düşük olan mukâtaaların satışı da 1834’ten itibaren padişahın özel iznine bağlanacak ölçüde sınırlandırıldı. Nihayet 1840’tan itibaren Tanzimat’a dahil edilen bölgelerde malikâne satışları tamamen sona erdi.
Malikâne sistemi, kuruluşunu takip eden seksen yıl boyunca kesintili de olsa hızlı bir gelişme gösterdi. Bir tasarruf biçimi olarak âdeta bîr model oluşturdu. Bu modelden kaynağını alan eshamın doğuşu ile başlayan daralma, kesintileri içinde giderek hızlanmakla birlikte asıl önemli değişme malikânelerin niteliğinde oldu. Bu ise malikâne sahiplerinin kendi mukâtaalanni istedikleri gibi idare ederek kâr miktarlarını etkileme imkânlarının fiilen ortadan kaldırılması ve esham tipi bir yönetim çerçevesine sokulmaları anlamına geliyordu. Bu süreç 1793’ten itibaren giderek yaygınlaştı ve nihayet 1840’larda tamamlanmış oldu.[146]
TDV İslâm Ansiklopedisi
vikipedi