Mardin. Güneydoğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.
Mardin-Midyat eşiğinin güney yamaçları üzerinde, Yukarı Dicle havzasını el-Cezîre ovasına bağlayan en elverişli geçit yerinde İran, Azerbaycan ve Anadolu’dan gelip Suriye, el-Cezîre ve Irak’a giden kadîm yollara hâkim bir konumda denizden 1000-1100 m. yükseklikte bir sırt üzerinde kurulmuştur. Şehrin 100 m. kadar yukarısında heybetli kalesi bulunur.
Tarih. el-Cezîre’nin Diyarbekir bölgesinde yer alan şehrin ne zaman ve nasıl kurulduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Mardin adı Süryânîce kaynaklarda Marde, Arapça kaynaklarda Mâridîn şeklinde kaydedilir. Kelimenin menşei hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. Modern araştırmacılar Mardin kelimesinin savaşçı bir kavim olan Mardeler’le ilgili olduğunu, Mardeler’in İran hükümdarlarından Erdeşîr (226-240) tarafından buraya yerleştirildiğini zikreder. Mardin’in gerçek adının Merdin olarak halk arasında şöhret bulduğu ve “kaleler” anlamına geldiği de öne sürülen görüşler arasındadır. Bu adın, şehrin tabii savunma yeri olma ve gözetleme faaliyetlerini yapmaya uygun bulunma özellikleriyle ilgili olması muhtemeldir. Şehrin bugünkü adı Arapça kaynaklarda geçen Mâridîn’den gelmiştir. Ticarî ve askerî bakımdan önemli bir konuma sahip olmasına rağmen adına İlkçağ kaynaklarında rastlanmamaktadır. Mardin adı ilk defa milâttan sonra IV. yüzyıl Roma tarihçilerinden Ammianus Marcellinus’ta geçmektedir. İslâmiyet’in bölgeye yayılışına kadar olan dönemde Mardin ikinci derecede bir kale konumunda kalmıştır. Nitekim lustinianos döneminin (527-565) ünlü tarihçisi Prokopios, şehri Margdis adıyla Âmid ile Dârâ arasında ikinci derecedeki kaleler içinde zikreder. Mardin’in, XI.yüzyılın sonlarına kadar stratejik konumu dolayısıyla askerî amaçlı bir kale yerleşimi olmanın ötesine geçemediği anlaşılmaktadır.
Roma İmparatorluğu’nun ve ardından Doğu Roma’nın Sâsânîler’le olan mücadelesi sırasında askeri bakımdan önem kazanan şehir. 19 (640) yılında Hz. Ömer’in kumandanlarından İyâz b. Ganm tarafından barış yoluyla alındı. X. yüzyıldan itibaren el-Cezîre’nin önemli şehirleri arasında yer aldı. XII. yüzyıl boyunca Diyarbekir’in siyasî, sosyal ve ekonomik merkezi haline geldi. Bu durum XIII ve XIV. yüzyıllarda da aynı şekilde sürdü.
Mardin adının ilk geçtiği İslâm kaynaklarından biri Ebû Yûsuf’un [ö. 182/798) Kitâbü’l-Harâc’ıĞır. Eserde İslâm fethi öncesi el-Cezîre topraklarının Bizans ve Sâsânîler’e ait bölümleri anlatılırken Mardin ile dağlık kesimindeki Dârâ ve Tür Abdîn’in Bizanslıların, Mardin’in hemen güneyinden başlayarak Sincar’a kadar uzanan ovanın ise İranlilar’ın hâkimiyetinde olduğu kaydedilmektedir. Belâzüri de Mardin’in, Tür Abdın ve Dârâ ile beraber 19 (640) yılında İyâz b. Ganm kumandasındaki İslâm ordusu tarafından fethedildiğini belirtir ve ardından bölgede yoğun bir Arap iskânının olduğunu kaydeder.
İyâz b. Ganm’dan sonra Mardin’in de içinde yer aldığı el-Cezîre valiliğine sırasıyla Habîb b. Mesleme ve Umeyr b. Sa’d tayin edildi. Hz. Osman, Suriye valiliğine ilâveten el-Cezîre topraklarını da Muâvİ-ye b. Ebû Süfyân’ın idaresine verdi. Muâviye bölgeye kendi gitmeyip yerine önce Habîb b. Mesleme’yi, ardından Dahhâk b. Kays el-Fihrî’yi gönderdi. Hz. Ali halife olunca bölge valiliğine Mâlik el-Eşter getirildiyse de Dahhâk karşısında tutunamayıp Musul’a çekildi. Muâviye İktidarı ele geçirdiğinde Nu’mân b. Beşîr el-Cezîre valiliğine tayin edildi. Bölgenin son Eme-vî valisi Ebân b. Yezîd b. Muhammed idi. Abbâsîler’den Abdullah b. Ali b. Abdullah el-Cezîre’ye hâkim olunca Mûsâ b. Kâ’b’ı buraya vali olarak gönderdi. Daha sonra Halife Ebü’l-Abbas es-Seffâh kardeşi Ebû Ca’fer el-Mansûr’u bölgenin valiliğine getirdi. Bu sırada Mardin’e hâkim olan Hâ-ricîler’in Harûriyye (muhakkime-i ûlâ) koluna mensup Benî Rebîa kabilesi reisi Büreyke isyan etti (132/750). Ebû Ca’fer el-Mansûr Büreyke’nin üzerine yürüyüp onu bozguna uğrattı (133/750-51). Büreyke savaş meydanında hayatını kaybetti. 279 (892) yılında Ahmed b. îsâ b. Şeyh adlı bir kişi, o sırada İshakb. Kündacık’ın oğlu Muhammed’in idaresinde bulunan Mardin’i ele geçirdi. Hamdânîler hanedanına adını veren Hamdan b. Harndûn 272’de (885) Mardin Kalesi’ni zaptetti. Abbasî Halifesi Mu’tazıd-Billâh şehri onun elinden almak için bizzat sefere çıktıysa da muvaffak olamadı (279/892). Halife daha sonra Türk kumandanlanyia beraber Mardin’i tekrar kuşatınca (281/894) Hamdan, oğlu Hüseyin’i kalede bırakıp şehri terketmek zorunda kaldı. Hüseyin Mardin’i Mu’-tazıd-Billâh’a teslim etti. X. yüzyılın sonlarına doğru Hamdânîler’in bölge üzerindeki nüfuzlarının zayıflamasıyla el-Cezîre bölgesi, Meyyâfârikln merkezli Mervânîler ile Nusaybin ve Musul merkezli Ukaylîler arasında paylaşıldı. Bu konumuyla Mardin XI. yüzyılın son çeyreğine kadar iki emirliğin arasında sık sık el değiştirdi.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah 478′-de (1085) şehirdeki Mervânî hâkimiyetine son verdi. Bu dönem, Mardin ve yöresi dahil olmak üzere el-Cezîre’nin tamamında yeni bir etnik unsur olan Türk yerleşiminin başlangıcını oluşturdu. Bölge. XI. yüzyılın sonu ile XII. yüzyılın başlarından İtibaren Türkmen güçlerinin kontrolü altına girdi. 485’te (1092) Melikşah’in vefatıyla ortaya çıkan saltanat mücadelesinde bir ara şehri ele geçiren Berkyaruk Mardin’e şarkıcı bir kişiyi vali tayin etti. Mardin, 496’dan (1103) İtibaren el-Cezîre’de yoğunlaşan Türkmen ailelerinin en büyüklerinden olan Artuklular’ın eline geçti ve Hısnıkeyfâ Artuklulan’nın yönetiminde kaldı. Hısnıkeyfâ hâkimi Sökmen b. Artuk’un 498 (1104) yılında ölümü üzerine oğlu İbrahim Mardin’e, kardeşi İigazi Hisnikeyfâ’ya hâkim oldu. İigazi daha sonra yeğeni İbrahim’in elinde bulunan Mardin’i aldı ve “tabakât-ı İlgâziyye” denilen Mardin Artuklu kolunu kurdu (500/1106). Böylece Mardin’de yaklaşık üç asır sürecek olan Artuklular dönemi başladı ve şehrin gelişmesi hızlandı. Mardin bu dönemde kale dışına taşan mahalleleri, sarayları, camileri, medreseleri, hanları, hamamları, çarşıları, pazar yerleriyle gerçek anlamda bir şehir hüviyetine kavuştu ve bir bakıma tarihinin en parlak dönemini yaşadı. Şehrin Musul-Halep arasındaki güzergâha hâkim bir konumda bulunması da önemini arttırdı. Ancak bu dönemde Mardin zaman zaman tahribata yol açan saldırılara mâruz kaldı. Bunlardan en önemlisi, 542’de (1147) Atabeg İmâdüddin Zengf-nin oğlu Musul Emîri Seyfeddin Gazi tarafından gerçekleştirilen ve şehrin yıkılmasına sebep olan saldırıdır. Bunu Eyyû-bîler’in şehre yönelik hücumları izledi. 579 (1183) yılında Selâhaddîn-i Eyyûbî şehrin güneyine kadar ilerlediyse de burayı ele geçiremedi. Ancak581″de( 1185) Mardin Artuklu Beyliği onun hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı. 594’te 11198 el-Meiikü’l-Âdil şehri işgal edip yağmaladı, fakat kaleyi alamadı. 599 (1203) yılında oğlu el-Melikü’l-Eşref’i Mardin üzerine şevketti, ancak şehri yine zaptede-medi. Bunun üzerine Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir, Mardin Ar-tukluları ile barış yapmak için ei-Melikü’1-Âdil’den izin istedi. Onun da kabul etmesi üzerine İSO.000 dinar para göndermesi, sikkelerde adına yer vermesi ve her istediğinde askerî yardımda bulunması şartıyla antlaşma sağlandı. Böylece Mardin Artuklulan Eyyûbîler’e tâbi hale geldi. Mardin, Artuklu Meliki Sultan I. Alâeddin Keykubad zamanında (1220-1237) Anadolu Selçuklularıma tâbi oldu.
657’de (1259) Hülâgû Han, Mardin hâkimi Necmeddin Gazi Saîd’den kendisine tâbi olmasını istedi. O da oğlu el-Melikü’l-Muzaffer Kara Arslan’ı Hülâgû’nun huzuruna gönderip tarafsızlığını korudu. Ertesi yıl Hülâgû’nun oğlu Yaşmut’a bağlı kuvvetler sekiz ay boyunca Mardin’i kuşattı. Sonunda bir rivayete göre el-Meli-kü’I-Muzaffer Kara Arslan halkın başına daha çok felâket gelmesini önlemek için babasını öldürüp İlhanlılar’a tâbi oldu (658/1260). Ardından Hülâgû’yu ziyaret edip kıymetli hediyeler sundu ve onun tarafından Mardin hâkimi olarak tanındı (659/1261). Mardin 1366’da Karakoyunlu Bayram Hoca ve 1383’te Karakoyunlu Kara Mehmed tarafından kuşatıldıysa da alınamadı.
Mardin ve yöresi iki defa Timur’un saldırısına uğradı. 796’daki (1394) ilk saldırıda şehir ve Câmi-i Kebîr tahrip edildi. 803 Şevvalindeki (Mayıs 1401) saldırıda ise Timur kaleye giremedi, şehri tahrip edip Bağdat tarafına gitti. Timur ikinci muhasaradan sonra yöreye Akkoyunlu Karayülük Osman Bey’i gönderdi. Akkoyunlular bu havaliye yerleştiler ve şehir İçin önemli bir tehdit unsuru haline geldiler. Akkoyunlu tehlikesine karşı Artuklu melikleri onların rakipleri olan Karako-yunlular’la dostane münasebetler kurdular. Nitekim 1405’te Timur’un ölümünün ardından Kara Yûsuf, Şam’dan o bölgede dağınık halefe bulunan Türkmenler’le beraber Mardin bölgesine geldi; Melik Mecdüddin îsâ tarafından iyi karşılanarak kendisine büyük ikramlarda bulunuldu. Karayülük Osman, bir ara Kara Yûsuf’un bölgede bulunmayışından yararlanarak Mardin’i muhasaraya teşebbüs ettiyse de başarılı olamadı. Karakoyunlu Kara Yûsuf Bey Muş yöresinde bulunduğu sırada Mecdüddin isa’nın yerine geçen Mardin hâkimi Artuklu el-Melikü’s-Sâlih Şehâbeddin Ahmed’in elçisi gelip Akkoyunlular’ın Mardin üzerine yürüdüğünü haber verdi. Bunun üzerine Kara Yûsuf Bey, Karayülük Osman’ı bozguna uğratıp Mardin’e geldi (1409). el-Melikü’s-Sâlih’i kızlarından biriyle evlendirip Musul’a gönderdi, kendi beylerinden birini de Mardin’e tayin etti. el-Melikü’s-Sâlih’in bir süre sonra Musul’da ölümüyle Artuklu hanedanı tarihe karıştı (812/1 409).
Karakoyunlular’ın hâkimiyeti altında bulunduğu dönemde şehir merkezden gönderilen valiler tarafından yönetildi. XV. yüzyılın ilk yarısında hızlanan Karakoyunlu-Akkoyunlu mücadelesi şehri etkiledi. Kara Yûsuf’un ölümü üzerine yerine geçen oğlu İskender, Karayülük Osman Bey’i mağlup etti (824/1421). Karakoyunlu hâkimiyeti yörede 835 (1432) yılına kadar sürdü. Bu tarihte Karayülük Osman Bey, Karakoyunlular’ın muhafız olarak bıraktıkları Emîr Nâsır’dan Mardin’i teslim aldı. Emîr Nasır. Osmanlı Hükümdarı II. Murad’a başvurduysa da bir netice elde edemedi. Akkoyunlular’ın eline geçmesinden sonra Karakoyunluiar şehri tekrar ele geçirmeye teşebbüs ettiler. Karakoyunlu Hükümdarı Cihanşah’ın kumandanlarından Rüstem Tarhan 855’te (1451) şehri işgal edip yağmaladı, ancak kaleyi alamadı. Mardin’deki Akkoyunlu hâkimiyeti XVI. yüzyılın başlarına kadar sürdü. Bu dönemde Karayülük Osman’ın oğlu Hamza Bey, torunu Cihangir Mirza ve bunun oğlu Kasım Mardin’i yönetti. Bunların her biri Mardin ve çevresinde imar faaliyetlerinde bulundu; birçok eser meydana getirdi ve bunlara bağlı vakıflar kurdu.
XV. yüzyılın sonlarından itibaren Safevîler’in nüfuzu altına giren Mardin 913’te (1507) Şah İsmail tarafından işgal edildi. Ustacalu Muhammed bölgeye vali olarak gönderildi. Şah İsmail ile 23 Ağustos 1514’te yapılan ve Osmanlı ordusunun galibiyetiyle sonuçlanan Çaldıran Savaşı bölgenin kaderini değiştirdi. Bu savaşta ölen Ustacalu’nun yerine kardeşi Karahan geçerek umumi karargâhını Mardin’de kurdu. Bölgenin kesin olarak Osmanlı idaresine girmesinin ardından hâkimiyet sahaları tamamen daralan Safevîler sadece kaleyi ellerinde tutuyorlardı. Karahan’ın başarısız Diyarbekir kuşatmasından sonra (Eylül 1515) onu İzleyen Osmanlı kuvvetleri Mardin önlerine geldi. Bu sırada Karahan şehirde durmayarak Sincar’a gitmişti. Osmanlı kuvvetleri içinde bulunan İdrîs-i Bitlisî ve Hısnıkeyfâ hâkimi Eyyûbî Meliki Halil, Mardin halkıyla anlaşarak şehri teslim aldı. Fakat Safevî kuvvetleri kaleye çekildi (Ekim 1515). Ardından Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa’ya bağlı kuvvetler Mardin’e girdiyse de birkaç gün kalıp buradan ayrıldı. Şehrin boşaltıldığını haber alan Karahan Sincar’-dan hareketle Mardin’e yeniden hâkim oldu. Haber duyulunca Osmanlı kuvvetleri takviye alan Karahan üzerine yürüdü; önce yenilgiye uğradılarsa da sonunda Bıyıklı Mehmed Paşa idaresindeki Osmanlı ordusu Koçhisar (bugünkü Kızıltepe) yakınlarında Dede Kargın sahrasında Koruk mevkiinde Karahan’ı yendi (Mayıs 1516). Hemen ardından Mardin kuşatıldı ve toplarla dövüldü. MercidâbıkSavaşı’nın kazanılmasından sonra Bıyıklı Mehmed Paşa, kuvvetleriyle şehir önlerine gelip muhasarayı şiddetlendirdi ve 1516 sonlarında (veya Mayıs 1517) burayı zaptetti.
Osmanlı idaresi altında Mardin’de önemli bir hadise cereyan etmedi. Yalnız XIX. yüzyılda bazı olaylarla karşı karşıya kaldı. 1832’de şehirde merkezî idareye karşı küçük çaplı bir başkaldırı oldu. Osmanlı birlikleri şehri kuşatıp asayişi yeniden sağladı. Mehmed Ali Paşa’nm kuvvetleri Suriye bölgesini işgal ederken Millî aşireti şehri ele geçirdiyse de bu kısa sürdü. 1839’daki Nizip mağlûbiyeti durumu daha da karışık hale getirdi. Kavalalı İbrahim Paşa’nm etkisi şehirde sürdü. Gönderdiği vali şehre geldi, âsiler ise kaleyi ellerinde bulunduruyorlardı (1840). Vali bir ayaklanma sırasında öldürüldü. Daha sonra şehir kontrol altına alındı. 1847’deki kolera toplu ölümlere yol açtı, hastalık 1865te tekrar ortaya çıktı. 1891 yılında içinde 100 dükkân bulunan kapalı çarşı yandı. 1895’te etraftaki çeteler şehre saldırınca bazı karışıklıklar ortaya çıktıysa da az sonra duruma hâkim olundu. Mondros Mütarekesi’nin ardından Mardin herhangi bir yabancı işgaline uğramadı. İngiliz-Ier’in Musul’u işgalleri sırasında bazı karışıklıklar vuku buldu. Millî Mücadele yıllarında İngilizler’in kışkırtmasıyla yörede Ali Batı aşiretinin başlattığı ayaklanma Mardin’i etkilemedi. 9 Ocak 1920’de birkaç Fransız subayı şehre geldi, fakat bunlar ümit ettikleri desteği bulamayınca geri döndüler.
- Mardin Tarihi -İdari Yapı- Hakkında Bilgi
- Mardin Fiziki Yapı, Nüfus, Ekonomisi. Hakkında Bilgi
- Mardin Mimari, Tarihi Eserleri -Camileri, Mescidleri- Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi