Masonluk -İslam Dünyasında, Türkiye'de- Hakkında Bilgi

XVIII. yüzyılda Avrupa’nın sömür­gesi olan veya ticarî ilişkileri bulunan müslüman topraklarına girmeye başlayan masonluğun bu ülkelerdeki ilk faaliyetleri buralarda mevcut Avrupalı tüccar, asker ve bürokratların zaman zaman bir araya gelmesi şeklinde olup örgütlü bir yapılan­ma taşımıyordu. Sömürgeciliğin kalıcı ha­le gelmesiyle birlikte üyeliğe yerlilerin de alındığı müstakil localar açılmaya başlan­dı. Hindistan’da İngiliz Doğu Hindistan Şirketi mensuplarınca XVIII. yüzyılın ilk yansında Bengal, Madras ve Bombay gibi şehirlerde kurulan localar önceleri sadece İngilizler’e açıkken 1844’te seçkin Hintliler’in de katılabildiği ilk loca oluşturuldu. Masonluğun Endonezya ve Malezya’ya girişi de bu şirket vasıtasıyla oldu; iik loca Sumatra’da 1765’te Bencoolen’de, Ma­lezya’da 1809’da Penang’da kuruldu. Gü­ney ve Güneydoğu Asya müslüman top­raklarında genel olarak İngiliz, Fransız ve ardından Hollandalılar’m kontrolünde günümüze kadar devam eden masonlu­ğun İran ve Osmanlı topraklarındaki ge­lişimi kısmen farklı bir seyir izledi.

İran’da “farâmâsûnrî” şeklinde ifade­lendirilen masonlukla ilk tanışanların dip­lomatlar arasından çıktığı görülmekte­dir. Paris elçisi Asker Han Afşar, 1808’de Paris’teki İskoç ritine bağlı bir locaya üye olan ilk İranlı diplomattır. Bundan iki yıl sonra İran’ın Londra sefiri Mirza Ebü’I-Hasan Han Şîrâzî ve 1818’de İran’dan gönderilen beş öğrenciden Mirza Şah Şî­râzî İle Mirza Ca’fer Han tekris edildi. 1856’da İran adına Paris’te bulunan altı diplomat Paris Locası’na katıldı. Bunlar­dan Mirza Malkum Han İran’a dönünce Fransız Büyükdoğu geleneğine bağlı ilk locayı kurdu. 1860’ta, aralarında daha sonra İran’ın İstanbul sefiri olarak görev yapan Mirza Muhsin Han’ın da yer aldığı yeni bir grup İranlı masonluğa girdi.

1861 ‘de Malkum Han’ın mason cemiye­ti (farâmûshâne) şahın fermaniyla kapatıl­dı. İranlı masonlar Avrupa ve İstanbul’­daki localarda faaliyetlerine devam etti­ler. 1873-1890 yılları arasında İstanbul’da sefirlikyapan Mirza Muhsin Han bu faa­liyetlerin merkezinde bulundu. Muhsin Han, 1890’da İran’a dönünce bir loca ku­rarak mason faaliyetlerini canlandırmak istediyse de 1899’da ölümüyle bu gerçek­leşmedi. 1907’de Mirza Malkum Han’ın taraftarlarından Abbas Kulı Han aynı maksatla Mecmûa-i Âdemiyyet adlı bir cemiyet kurdu, fakat bu teşebbüs de uzun ömürlü olmadı. Bununla birlikte İranlı masonlar 1905-1909 Meşrutiyet hareketlerinde etkili bir konumda idiler. 1908’de oluşturulan ve 1927’ye kadar fa­aliyetine devam eden Bîdârî Locası, XX. yüzyılda İran’da Fransız Büyükdoğu gele­neğine bağlı kurulan ilk locadır. 19Sl’de Halîl Cevâhirî adlı bir gazetecinin açtığı İngiliz ritine bağlı Pehlevî Locası bir müd­det sonra Hümâyun Locası adını aldı ve 1970’Ierde çok popüler hale gelerek üye sayısı 2000’e yaklaştı. Masonluk İran İs­lâm Devrimi’nden sonra yasaklandı. Ma­son arşivlerinin ele geçirilmesiyle listeler­de adı tesbit edilenler takibata uğradı.

Mısır’a masonluğun girişi XVIII. yüzyılın sonunda Fransız işgaliyle oldu. XIX. yüz­yılın ortalarından itibaren buradaki faali­yetler İstanbul merkezli Osmanlı faaliyet­leriyle paralel yürütülmeye çalışıldı. 1830′-da İtalyanlar İskenderiye’de Carbonari Locası’nı kurdular. Cezayir’in ünlü bağımsız­lık kahramanı Abdülkâdir el-Cezâirî de 1864’te bu locada tekris edildi. 1864’te İtalyan Büyükdoğu Locası, Mısır Büyük doğu kolunun açılmasına izin verdi ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu Ha­lim Paşa aynı yıl bu locanın üstâd-ı a’za-mı oldu. Hidiv Tevfik Paşa 1881’de Mı­sır’daki bütün locaların üstâd-ı a’zamlığı-na seçildi. Ancak masonluğun iyice gün yüzüne çıkması 1882 İngiliz işgali sonra­sında gerçekleşti. Vatanîler hareketinin lideri Urâbî Paşa’nın mason olduğu iddiaları doğrulanmamakla birlikte onun ta­raftarlarından bazılarının masonluğu bi­linmektedir. Bu çerçevede Cemâleddîn-i Efgânî ile Muhammed Abduh da mason olanlar arasındaydı. Tevfik Paşa’dan Kral Fuâd’a kadar bütün hidiv ve krallar fahrî üstâd-ı a’zamlık unvanını kabul ettiler, fakat çoğunun masonlukla ilişkisi loca­larda resimlerinin asılmasından öteye geçmedi. Kral Faruk’un 1952’de taht­tan indirilmesinden sonra masonluğun Siyonist bağlantısı üzerine Arap ülkele­rinde yoğun olarak gündeme gelen tar­tışmalar karşısında Mısır’da da faaliyet­lere baskılar geldi. Süveyş krizinin ardın­dan Cemal Abdünnâsır bütün mason fa­aliyetlerini yasakladı.

Masonluk, Osmanlı topraklarında XVIII. yüzyılda önce sadece Avrupalılar arasın­da İstanbul, Halep, İzmir gibi ticarî ve si­yasî merkezlerde görüldü. İstanbul’da ilk mason locası 1720’de Galata’da açıldı. Bu tarihlerde babasıyla birlikte Paris’e giden Yırmisekiz Çelebizâde Mehmed Said Paşa ile Türk matbaacılığının kurucusu İbra­him Müteferrika’nın ilk Osmanlı mason­ları olduğu söylenegelmişse de bu iddia­dan öteye geçmemiştir. Osmanlılar, bu dönemde genel olarak masonluğu gayri müslimlerin kendilerine has bir cemiyeti ve bazı bakımlardan hıristiyanların mez-hep-tarikat çekişmesi olarak değerlendi­riyordu. Nitekim Babıâli’nin 1748’de Ga­lata bölgesinde faaliyet gösteren bir loca­yı kapatması Ortodoks patrikliğinin tale­biyle olmuştur. XIX. yüzyılın hemen ba­şında Londra’da Osmanlı sefiri olan İs­mail Ferruh Efendi ile kâtibi Yûsuf Efen-di’nin mason oldukları yönündeki bilgi­ler ise bu dönemde Avrupa’da bulunan yabancı ülke diplomatlarının ülkelerinin çıkarlarına hizmet edebilmek için Avru­pa sosyal hayatına girmek ve genel olarak bu tür loca ilişkilerinden istifade etmek maksadıyla yürütülen çabalar arasında değerlendirilmelidir.

1853-1856 Kırım savaşı Osmanlı ma­sonluğunun dönüm noktası olmuş, Babı­âli’nin Rus tehdidine karşı Avrupa deste­ğine ihtiyaç duyması mason faaliyetlerine hoşgörülü bakmasına yol açmıştır. İngiliz ve Fransız sefirlerinin öncülüğünde Bulver Locası ve Union d’Orient Locası Kırım savaşının hemen ardından kuruldu, bun­ları diğerleri izledi. Ancak açılan localar aynı zamanda Avrupa’daki siyasî rekabe­tin yansımalarını da taşıyordu. Önceleri localar İngiliz ve Fransız dillerinde faaliyet gösterirken daha sonra İtalyan ve Alman nüfuzundaki locaların yanı sıra Rumca, Ermenice ve İbrânîce’nin asıl olduğu loca­lar da açıldı. 1863’te Türkçe’yi esas kabul eden Fransız Union d’Orient Locası elli üç Türk’ü tekris etmeyi başardı. Osmanlı ule­mâsının ise masonluğu hâlâ bir Hıristiyanlık meselesi olarak gördüğünü, Hoca İshak Efendi’nin 1862 yılında yazdığı Şemsü’I-tıakîka adlı eserinde masonlu­ğun hıristiyanların eksikliklerini tamamlamak için meydana çıkarıldığını, bunla­rın İslâm’ı tanımaları halinde müslüman olacaklarını belirten ifadelerinden anla­mak mümkündür.[638] XIX. yüzyılın ikinci yarısında artan Avrupaîleşme eği­limleri, Avrupa yüksek sınıflarının ve ha­nedan mensuplarının mason olmaları ve masonluğun sosyal ve entelektüel bir statü sayılması gibi sebepler Osmanlı seçkinleri arasında da masonluğun kabul görmesini teşvik etti. Ancak Babıâli ve saray çevresindekilerin mason olmasının etkenleri arasında uluslararası ilişkilerde locaların nüfuzundan yararlanma fikri­nin de olduğu söylenebilir. Nitekim Sul­tan Abdülaziz dönemi başmâbeyincisi Ce­mil Bey ile padişahın başyaveri Rauf Bey’in masonlukları muhtemelen bu sebeple­dir. Bu dönemde Babıâli politikalarına muhalefet eden Yeni Osmanlı aydınlany-la İslâm dünyasında yenileşmeyi savunan pek çok isim de masonlar arasına katıldı. Yeni Osmanlılar’ın hâmisi Mustafa Fâzıl Paşa, Nâmık Kemal, Ali Suâvi gibi şahsi­yetler bunlardandır. Masonların 1789 Fransız İhtilâli’yle olan fikrî bağları, Av­rupa’dan mülhem bir ideoloji geliştiren Yeni Osmanlılar’ın masonluğa ilgi göster­mesinin önemli âmillerinden biri olmuş­tur. Bu arada Veliaht Murad Efendi ile iki şehzadesinin de mason olması masonlu­ğun gördüğü ilginin boyutlarına işaret eder.

Sultan Abdülaziz’den sonra tahta ge­çen V. Murad’ın birkaç ay içinde tahttan indirilmesi Osmanlı masonluğunda yeni bir dönem başlattı. Üstat mason olan Cleanti Scalieri’nin V. Murad’ı tekrar tahta geçirme gayretleri, Ali Suâvi ve Çırağan Vak’ası gibi olaylar II. Abdülhamid’in ma­sonluğa bakışında etkili oldu, böylece Os­manlı masonluğu dönemin genel karak­teri çerçevesinde bir kısıtlanma süreci yaşadı. Bu durum masonların II. Abdülhamid muhaliflerine destek vermesine. İttihat ve Terakki ile iş birliği içine girme­sine zemin hazırladı. İlk irtibat, Selanik’te İtalyan Büyükdoğu Locasfnın üstâd-ı a’za-mı olan yahudi asıllı Emanuelle Carasso (Karasu) ile sağlandı. 1901-1908 arasında bu locada tekris edilen 154 kişiden on se­kizi memur, dokuzu subay olmak üzere kırk ikisi Türk idi. Talat Paşa da bu locaya 1903’te katılmıştı. 1909 yılına kadar Os­manlı topraklarında faaliyet gösteren toplam kırk beş locada 3000 kadar üye bulunduğu ve bunların büyük çoğunluk­la gayri müslimlerden meydana geldiği belirtilmektedir.

II. Meşruiyet’in ilânı ile birlikte yeni dü­zende kendilerine yer bulmak isteyen binlerce kişi, Meşrutiyet’in arka planında masonların bulunduğu inancıyla kendile­rinin de mason olduğunu söylemeye baş­ladı. Aynı zamanda yeni rejimi nüfuzları altına almak için İngiliz, Fransız ve İtal­yan locaları arasında bir rekabet canlandı. İttihatçılar, başka bir locaya bağlı olmak yerine bağımsız Osmanlı Yüksek Şûrasf-nı kurmayı tasarladılar. İskoç ritine bağlı olarak faaliyetine başlayan Türkiye Bü-yükdoğusu zamanla basında ve mecliste muhaliflerin yoğun eleştirilerine uğradı. Eleştirilerin yoğunlaştığı husus, İslâm’ın masonlukla bağdaşmadığı iddiaları ve İttihatçı I ar” in Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin de mason olduğunu açıklama-sıydı. 1913’ten itibaren İttihat ve Terak Enver Paşa liderliğinde mason olma­yan askerî kanat hâkim olunca masonlar siyasetin dışında kaldılar ve sosyal faali­yetlere yönelerek Himâyei Etfâl Cemiyeti gibi dernekleri kurdular. 1918 yenilgisinin ardından İttihatçı liderler ülke dışına ka­çınca Türkiye Büyükdoğusu’nun başına Rızâ Tevfik geçti. Cumhuriyetin ilk yılla­rında Besim Ömer, Servet Yesâri, Fikret Takiyeddin, Edip Server gibi isimler Türk Mason Cemiyeti’nde büyük üstatlık yap­tılar. Ayrıca Türk Teâlî Cemiyeti adlı baş­ka bir mason cemiyeti faaliyete başladı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında masonluğa cephe alınmamakla birlikte ön plana da çıkarılmadı. 1930’larda Türkiye’de yirmi üç loca ve 2000 kadar üyenin mevcudiyeti hesaplanıyordu. Atatürk’ün talimatı üze­rine Türk Mason Cemiyeti bütün mal var­lığını halkevlerine devrederek 14 Ekim 1935’te çalışmalarına son verip “uyku dönemi’ne girdi. Çok partili siyasî hayata geçilince masonluk faaliyetleri 1948’de tekrar başladı; ardından masonlukla ilgili tartışmalar da yeniden gündeme geldi. 1951’de mason localarının kapatılması için meclise verilen teklif reddedildi. 1965’te bir siyasî liderin masonluğuna da­ir ortaya çıkan tartışmalar Türkiye ma­sonları arasında bölünmeye yol açtı ve masonlar üç gruba ayrıldı. 1998’de uya­nışın ellinci yılı, 1999’da Türkiye Büyük-doğusıTnun kuruluşunun doksanıncı yılı kutlamaları çerçevesinde Türkiye’deki ba­zı localar basına gezdirildi. Günümüzde Türkiye masonluğunun 160 loca ve 12-13.000 üyeli bir organizasyon halinde fa­aliyet gösterdiği belirtilmektedir.

Genel olarak I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Arap devletlerinde ve diğer İslâm ülkelerinde masonluk gittikçe yoğunla­şan Siyonizm hareketleriyle ve özellikle İs­rail Devleti’nin kuruluşuyla irtibattandı olarakyahudilerin İslâm’a karşı bir komp­losu ve Avrupa sömürgeciliğinin İslâm ülkelerine yönelik bir aracı olarak değer­lendirilmiştir. Bu değerlendirmede Fran­sız kolunun dinî değerleri dışlayan karak­terinin yanı sıra XX. yüzyıl başlarındaki İngiliz masonluğunda yahudilerin tesiri ve İsrail Devleti’nin kuruluş sürecinde İn­giliz ve Amerikan masonlarının çalışmala­rı etkili olmuştur. Bunun neticesinde ma­sonların günümüz Arap coğrafyasında Lübnan ve Fas dışında örgütlü faaliyetleri yasaklanmıştır. Fas Büyük Locası’mn ku­rulmasına 1999’da izin verilmiştir. Ancak başta Mısır olmak üzere bazı ülkelerde Lions ve Rotary kulüp gibi dernekler adı altında toplandıkları söylenmektedir.

  • TDV İslâm Ansiklopedisi
Daha yeni Daha eski