Meani Nedir, İlmi, -Arap Edebiyatında- Hakkında Bilgi

Meânî. Belagatın sözün yerinde olma şartlarını inceleyen dalı.

Meânî kelimesi ma’nânın çoğuludur. Meânî, beyân, muhassinât (bedîi) şeklin­de üç disipline ayrılan belagatın sözün ye­rinde olma (muktezâ-i hâle uygunluk) şart­larını, sözü duruma ve yere göre uyarla­ma İlkelerini inceleyen dalına meânî ilmi. bu nitelikteki sözü, açıklık ve kapalılık bakımından birbirinden farklı olan anla­tım biçimleriyle ifade etmenin ele alındı­ğı disipline beyân ilmi. meânî ve beyan şartlarını taşıyan sözü güzelleştiren sa­natlardan bahseden dalına da muhassinât adı verilmiştir. Muhassinâta bedî il­mi adını ilk veren dil âlimi İbn Mâlik et-Tâfnin oğlu İbnü’n-Nâzırn’dır.

Meânînin gelişim tarihi nahiv ilmi ve nazım teorisiyle yakından ilgilidir. Kelime terim olarak ilk defa geçtiği meâni’ş-şi’r türü eserlerde “şiir temaları”, meâni’l-Kur’ân türü kitaplarda “sözlük anlamı, etimoloji ve gramer ağırlıklı tefsir ve te’vü” yerine kulanılmıştır. Belagat içeriğine ya­kın diğer bir terim ise “meâni’n-nahv”-dir. Bu terkibi ilk olarak, Mettâ b. Yûnus’un Aristo mantığını ileri sürmesine karşılık Arap dil mantığını (meâni’n-nahv) savunan Ebû Saîd es-Sîrâfî tarafından aralarında cereyan eden tartışmada yer verilmiştir. İbn Fâris’in “meâni’l-kelâm” tâbiri de belagat özelliği taşır. Onun bu başlık altında saydığı “haber-istihbar, emir-nehiy, dua-talep, arztahzîz, temennî-taaccüb” şeklindeki on kategori daha sonra teşekkül eden meânî ilminin temel konusu olarak haber inşâ bölümü­ne aynen geçmiştir.

Arap gramerinin günümüze ulaşan ilk eseri Sîbeveyhi’nin eJ-Kifâb’ında meânî ilmini ilgilendiren cümle tahlilleriyle cümlelerdeki takdim-tehir, tarif-tenkir, hazif ve bazı edatların anlamlan gibi konu­lar yer aldığından Sîbeveyhİ’yi meânî il­minin ilk kurucusu sayan araştırmacılar vardır. Ferrâ’nın Me’âni’i-Kur’ân’ı, Ebû Ubeyde’nin Mecâzü’l-Kur’ân’ı. İbn Ku­teybe’nin TeVjJü müşkili’l-Kurân’ı, Müberred’in el-Kâmil”\ ve Sa’leb’in Kavâ’îdü’ş-şjVinde de benzer konular da­ğınık olarak bulunur. Bişr b. Mu’temir’in Şahîfetü’l-Belâğa’smüa mevcut lafız-anlam uygunluğunun gerekliliği, mâna­ların değerinin durum ve konuma uygun düşmesinden ileri gelmesi, mânaların dinleyicilerin kültür seviyesine göre ayar­lanma zarureti gibi düşünceler meânî il­minin nüvesini oluşturmuştur. İslâmî be­lagatın ilk kurucusu olup bu ilme beyân adını veren Câhiz, el-Beyân ve’t-teb-yfn’inde çeşitli belagat konularına dağı­nık bir vaziyette temas ettiği gibi îcâz-ıtnâb. lafızların yerine göre yumuşak, ha­fif, akıcı veya tumturaklı olarak seçilme­si ve telif güzelliği gibi meânî konularına da yer vermiştir. Arap belagatına dair ilk müstakil eseri telif eden İbnü’l-Mu’tez eJ-Bedfinde İltifat, i’tirâz gibi meânî ko­nularını incelemiş, Ebü’l-Hasan İbn Vehb, ilm-i meânî ko­nularının ağırlıklı olarak yer aldığı el-Bur­hân ti vücûhi’l-beyân’mda haber, talep. hazif, iltifat (sarf), takdim-tehir, kat-atıf  (fasıl-vasıl). Kelâmın muktezâ-i hâle mutabakatı, sözün dinleyicilerin durumuna uygunluğu ile îcâz-ıtnâbdan söz etmiştir. III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren Arap belagatını etkilemiş olan Aristo’nun Rhe-torica’smda da muktezâ-i hâle uygun sözlerin meziyetleri, fasıl-vasıl, îcâz-ıt-nâb -müsavat gibi meânîye ait temel ko­nular yer alır.

İ’câzü’l-Kur’ân türü eserler arasında Rummânî’nin en-Nüket fî iccâzi’l-Kur-‘ân’ı beyân ilmi ağırlıklı olmakla birlikte kitapta îcâz ve türleriyle ıtnâb konusu Kur’an”dan örneklerle açıklanmıştır. Hattâbî’nin Beyânü i’cazi’i-Kuran’ı meânî ağırlıklı olup Abdülkâhir el-Cürcânî’nin DeJd’i/ü’i-iccâz’ina ilham kaynağı olmuş­tur. Bâkıllânî/’câzü’i-Kur’ân’ında, sözü anlaşılır şekilde kısaltmayla anlaşılmaz şekilde kısaltmayı (îcâz ve ihlâl), yine sö­zü uygun şekilde uzatmayla gereksiz şe­kilde uzatmayı (ıtnâb ve tatvîl) titizlikle ayırdığı, hüsn-i nazm, hüsn-i te’lîf vb. me­ânî konularına yer verdiği gibi sonraki dönemlerde meânî ilmi adını alacak olan nazım nazariyesi ve nazm-ı Kur’ân üzeri­ne görüş beyan eden ilk yazarlardandır. Aslında meânî ilminin esası olan nazım teorisi hakkında ilk fikir üreten âlim İbnü’l-Mukaffa’dır. Müellif nazım teorisini kuyumcu ve an temsiliyle açıklamıştır. Kuyumcu bir yüzük kaşına değerli taşla­rı, bir gerdanlığa mücevherleri yerli yeri­ne koyarak mükemmel bir dizim ortaya çıkardığı gibi beliğ kişi de sözlerini o şe­kilde dizmelidir. Bu sebeple İbnü’l Mukaffa” nazım için “sözün kuyumcu hassa­siyetiyle dizimi” ifadesini kullanmıştır. Ay­rıca beliğ kişinin, çeşitli çiçeklerden uygun özleri toplayarak şifalı bir yiyecek ortaya çıkaran arı gibi olması gerektiğini söyler. Onun bu düşüncelerini başta Câhiz olmak üzere birçok âlim isim zikretmeden tekrarlamıştır. Daha sonra Kadı Abdülcebbâr, i’câzü’l-Kur’ân’a ayırdığı el-Muğnî’sinin XVI. cü­zünde nazım teorisini dağınık ve dolayı­sıyla anlaşılması zor bir şekilde açıklamış­tır. Kâdî Abdülcebbâr’ın nazım teorisi hakkında fikirlerini hem eleştiren hem düzenleyip açıklayan ve yorumlayan Ab­dülkâhir el-Cürcânî ile nazım teorisi ge­lişmiştir. Bu teoriye göre Kur’an’m taklit edilmezliği (i’câz), kelimelerinin teker te­ker fasih olmasında değil duruma ve ko­numa göre mükemmel bir uyum içinde meydana getirdikleri ilginç terkiplerinde ve söz dizimindedir (nazm]. Uyum üslû­bu temelinde söz dizimi (nahiv) kuralları­nı, söz diziminin değişik kompozisyon ve konumlarında meydana gelen anlam nü­anslarını titizlikle inceleyen Cürcânî me­ânî ilminin konularını DelâHlü’l-Fcâz’m-da “nazm, meâni’n-nahv. meâni’l-kelâm” adları altında ele almıştır. Nahiv ilmiyle formel mantığın ağırlığının hissedildiği bu eseriyle Abdülkâhir meânî ilminin ku­rucusu kabul edilmiştir.

Abdülkâhir el-Cürcânî’nin gerek beyân ilmine dair olan Esrârü’î-beîâğa’smöa gerekse meânî ilmi alanında telif ettiği Dela’iiü’i-i’câz’ındaki derin analizleri ve engin yorumları hayranlıkla karşılayan belagat âlimleri, onun görüşlerini tekrar etmenin ötesinde konuların tertibi ve derli toplu ifadesiyle ihtisar çalışmaların­dan başka bir şey yapamamışlardır. Bu sebeple Cürcânî’den sonra Arap belaga­tında duraklama devri başlamıştır. Fah-reddin er-Râzî onun adı geçen iki eseri­nin ihtisarı, düzenli bir şekilde ifadesi ve Reşîdüddin Vatvât’ın edebî sanatlara dair Hadâ’iku’s-sihr’mdien yaptığı ilâvelerle Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l yazmıştır. Bu eserden etkilenen Sekkâkî, Miftâhu’l-Cuîûm’unun belagata ayırdığı üçüncü bölümünde belagat ilimlerini ilk defa meânî, beyân ve muhassinât olarak üçe ayırmıştır. Sekkâkî, meânî terimini ortaya koymada Sîrâfî’nin meâni’n-nahv tabirinden esinlenmiş olmalıdır. Nitekim Miftâfıu’l-C’ulûm’unun nahiv bölümün­den sonra bu ilmin belagata olan uzantı­sı şeklinde meânî ilmine yer vermesi bu kanaati teyit etmektedir. SekkâkTden ön­ce Zemahşerî, Râzîve Mutarrizî de meâ­nî ve beyân ilimleri tabirini kullanmış ol­makla birlikte tanım ve açıklamaya yer vermemişlerdir. Hatta Ebû Mansûr es-Seâlibî’nin el-FerâHd ve’l-kalâHd adlı risalesinde ayrı bir ilim olarak ilk defa ele alınmış, meânî ve beyân ilimleriyle bu iki­sini kapsayacak şekilde belagatı tanım­lamış olduğundan da söz edilmiştir.

Hatîb el-Kazvînî, gerek Telhîşü’l-Miftâh’ında gerekse onun şerhi mahiyetin­deki el-îzâh fî ‘ulûmi’I-belâğa’smda meânî ilmi konusunda bazı yenilikler yap­mış, kendisinden sonra gelen belagat âlimleri de bunlara tâbi olmuştur. Sekkâ-kî’nin karmaşık olan meânî tanımını be­ğenmeyen Kazvînî onu “lafızların mukte­zâ-i hâle uygunluğunu sağlayan durum­larını inceleyen ilim” şeklinde tarif etmiş­tir. Meânî ilmi Kazvînî ile birlikte sekiz te­mel konuda odaklanmıştır. Bunlar müsnedün İleyhin halleri, isnadın halleri, müs-nedin halleri (fiil veya fiilimsi şeklinde), müsnedle ilgili öğelerin (müteallikât) halleri, inşâ, kasr, fasıl ve vasıl, îcâz-ıtnâb-müsâvâttır. Sekkâkî aklî hakikat ile aklî mecazı, kelâmın vasfı saymak ve istiâre-i mekniyyeye dahil etmek suretiyle beyân ilminde ele alırken Kazvînî onları isnadın bir özelliği kabul ederek meânîde yer ver­miştir. Sekkâkî kelâmı haber ve talep kısımlarına, Kazvînî ise daha kapsamlı bir şekilde haber ve inşâya, inşâyı da talebi ve gayr-i talebi kısımlarına ayırarak ince­lemiştir. Kasr bahsinde hakiki ve izafî kasr nevileriyle ifrad ve kalb kasırlarına ta’yîrı kasrı nevini eklemek de Kazvînî’ye aittir. Yine emir kipinin teshîr, ihanet, tesviye ve temenni şeklindeki mecazi anlamları­nı Kazvînî ortaya koymuştur.

Modern çağda gelişimini tamamlamış olan sosyoloji ve psikoloji disiplinlerinin verileri ışığında meânî ilmine psikososyal yaklaşımlarla bazı filolojik ve stilistik yo­rumlar getiren günümüz eserlerinden bazıları şunlardır: Tamir Sellûm, ‘İlmü’l-me’dnf; Kırâ’e saniye H’t-teşkîli’n-nah-vî (Humus 1996); Mecîd Abdülhamîd Nâ-cî. el-Üsüsü’n-nefsiyye H-esâUbi’l-be-lâğati’l-‘Arabiyye: ‘İlmü’l-me’ânî (Bey­rut 1404/1984); Tâlib Muhammed İsmail ez-Zevbeî, ‘/Jmü’i-me’ânf beyne belâ-ğati’l-kudemâ’ ve üslûbiyyeti’l-muh-deşîn (Bingazi 1997); Abdülazîz Atık, 7i-mü’l-mecânî (Beyrut 1985); Fazl Hasan Abbas, el-Belâğa: Fünûnühâ ve efnâ-nühâ: L cİImü’l-mecânî, Abdülfettâh Osman, Fîcilmi’l-mecânî(Kahire 1990-1991); Ha­san el-Bündârî. Fi’l-belâğati’I-‘Arabiyye: cİlmü’l-mecânî (Kahire 1990); Ham-za Derviş Zağlûl, Fi Hlmi’l-me’ânî (Kahi­re 1981).

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski