Mebde ve Mead. Varlığın nasıl başladığı ve sonunun neye varacağı konusuyla ilgili tabir ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adı.
Sözlükte “başlamak, meydana gelmek; bîr işi başlatmak, icat etmek” anlamında bed’ ve “geri dönmek; yeniden yapmak, bir işe İkinci defa başlamak” mânasında avd (avdet) köklerinden türeyen mebde’ ve meâd zaman ismi olup “başlangıç ve yeniden dönüş zamanı” demektir. Terim olarak mebde Allah’ın mahlûkatı ilkin yarattığı sürecin, meâd ise dünya hayatının son bulmasıyla ebedî olan âhiret hayatını başlatacağı dönemin adıdır. Kur’ân-i Kerîm’-de bed’ ile (ibda’) iade kavramları terim mânaları çerçevesinde birçok âyette fiil kalıplarıyla zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmektedir. İlk yaratılışı başlatıp sürdüren ve kıyametin kopmasından sonra onu tekrar edecek olan varlığın Allah olduğu, bunu gerçekleştirmenin O’na kolay geldiği belirtilmekte ve önceki var oluşun sonraki hayat için delil teşkil ettiği bildirilmektedir.[Yûnus 10/4, 34; Enbiyâ 21/104; Rum 30/27; Burûc 85/13] Kur’an’da ayrıca yaratılışın nasıl başladığını ve tabiatta sürekli yenilenen var oluşu anlamaları için insanların tefekkürde bulunmaları ve yeryüzünü dolaşmaları istenmekte, ilk ve sonraki yaratılışın tasviri için “en-neş’etü’l-ûlâ” ve “en-neş’etü’l-âhire” (uhrâ) ifadelerine yer verilmektedir.[Ankebût 29/19-20; Necm 53/47; Vâkıâ 56/62] Meâd kelimesi Kur’an’da, terim anlamı dışında Hz. Peygamberin Medine’ye göç ettikten sonra dönmeyi arzuladığı varış yeri olan Mekke kastedilerek bir defa geçmektedir.[Kasas 28/ 85]
Mebde terim anlamında hadislerde yer almamakla birlikte meâd âhiret karşılığında bazı rivayetlerde görülmektedir. Ayrıca “varlıkları başlangıçta yoktan icat eden ve sonra onları tekrar yaratan” anlamındaki mübdi’ ve mûîd kelimeleri Allah’ın doksan dokuz ismi arasında sayılmış Buhâri’nin Sahîh’inde yaratılışın başlangıcı ile birlikte diğer fizik ve kozmolojik konulara müstakil bir bölüm tahsis edilmiştir.
İslâm felsefesinde mebde konusu, âlemin zorunlu varlıktan belli bir düzen içinde sudur etmesi ve varlık mertebelerinin oluşması teorisi çerçevesinde ele alınmış, varlıklar arasında sıkı bir sebep-sonuç ilişkisi kurularak dört unsura dayalı “kevn ve fesâd âlemi” adı verilen ay altı âleminin ortaya çıkışı temellendirilmeye çalışılmıştır. Tasavvuf düşüncesinde âlemin başlangıcı “nûr-i ilâhî” ve “hakîkat-i Muhammediyye” İle bağlantılı olarak “heba” (zerrecik) adı verilen, niteliği belirsiz cevherden ulvî ve süflî, büyük ve küçük âlemlerin meydana gelmesi şeklinde sistemleştirilmiştir. Kelâmda ise Allah’ın fiilî sıfatlarından hareketle bir yaratma teorisi geliştirilmiş, âlemin yaratılışı zorunsuz bir değişim ve yenilenmeye dayalı atomcu sistem içinde izah edilmiştir. Buna göre duyular alemindeki cisimler, kendi başlarına varlıkları bulunmayan geçici nitelikleri (a’râz) dolayısıyla sürekli bir değişim ve oluşum içindedir. Fizik dünyadaki bu değişimin bir başlangıcının bulunmaması, yani geçmişte sonsuza kadar devam etmesi devir ve teselsülü gerektireceğinden varlığın ortaya çıkışı ancak bir yaratıcının irade ve kudretiyle açıklanabilir. Bu sebeple kelâmcı-lar ibda yerine daha çok “âlemin hudûsu” ifadesini kullanmışlardır. Hudûs anlayışı Kin-dî gibi İslâm filozofları tarafından da savunulmuştur.
Kelâmda meâd konusu “iadenin cevazı” başlığı altında, Dehriyye’ye ve diğer bazı İnkarcı gruplara karşı mahlûkatın geçici bir yok oluştan veya dağılıştan sonra yeniden yaratılışının aklen imkânı açısından ele alınmış, ayrıca naklî delillere dayalı olarak âhiret tasvirlerine yer verilmiştir. Allah’ın kudreti, var oluşun anlamı ve adaletin yerine gelmesi gibi delillerle savunulan âhiretteki dirilişin ruhen veya cismen olacağı konusu kelâmcılarla bazı filozoflar arasında tartışmaya sebep olmuşsa da nasiardaki açık işaretler [meselâ bk. Nisâ 4/56; Yâsîn 36/65; Fussılet 41/20-22; Kıyâme 75/3-4] ve bunların te’vilini gerektirecek bir zorunluluğun bulunmaması dolayısıyla İslâm âlimlerinin ve mutasavvıfenin çoğunluğu haşrin cismanîliği yönünde görüş belirtmiştir. Meâd konusu felsefede metafiziğin bir alt bölümü olarak kabul edilmiş âhirette nefislerin mutluluk ve elem duymalarının imkânı ve niteliği bağlamında incelenmiştir.
Literatürde mebde ve meâd İslâm felsefesine, kelâm ve tasavvufa dair eserlerin varlık ve âhiret bölümleri içinde ele alınmış, bu konular klasik İslâm düşüncesinde bir telif türü olmuş, bu adla müstakil eserler yazılmıştır. Ancak mebde ve meâd başlığını taşıyan kitaplar incelendiğinde bunların sadece yaratılış ve âhiret konularından bahsetmediği, muhtevalarında çeşitli meselelere yer verildiği görülür. Felsefe ve kelâm alanında kaleme alınan mebde ve meâd kitapları arasında İbn Sina’nın ei-Mefade’ ve’l-me’âd, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin el-Mebde ve’lme’âd, Esîrüddin el-Ebherî’nin Risale fi’l-mebde ve’l-me’âd, Celâleddin ed-Devvânî’nin ez-Zevra ve l-Havra’ îî tahkiki’l-mebde’ ve’l-mecöd, Kemalpaşazâde’nin Risale fi beyânı’î-mebde ve’l-mecâd, Fuzûlî’nin Matlau’l-i-tikad îî nufrifeti’l-mebde ve’l-me’âd, Sadred-dinzâde Şirvânî’nin Risale îî tahkiki’!-mebde ve’l-me’âd, Abdülbâki La’lîzâ-de’nin Risâle-i Mebde3 ve Mecâd ve Mustafa Nürî el-Hüseynrnin el-İrşâd li-men enkere’l-mebde’ ve’n-nübüvve ve’l-me’âd adlı eserleri sayılabilir. Tasavvuf alanında da mebde ve meâd başlığı altında bir kısmı felsefî yönü bulunan, bir kısmı tasavvuf ehlinin ihtiyaçlarına cevap veren ilmihal türü kitaplar yazılmıştır. Bunlara örnek olarak Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktû!’ün el-Elvâhu’l-Hmâdiyye fi’l-mebde ve’l-me^âd, Aziz Nesefî’nin Zübdetü’l-hakâ’ik adıyla ihtisar edilen Risale der Mebde’ ve Me’âd, İmâm-ı Rabbânî’nin Risale fi’l-mebde ve’î-mefâd, Senâî”nin Seyrü’l-cibâd mine’l-mebde’ ile’l-mecâdr Nec-meddîn-i Dâye’nin Mirşâdü’l-‘ibâd mi-ne’l-mebde’ ile’l-me’âd, Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-fuâd fi’l-mebde’ ve’l-meâd, Harirîzâde Kemâleddin Efendi’nin el-İmdâd ii’l-mebde’ ve ‘l-meâd, Muhammed Nûrü’l-Arabînin er-Risâle-tü’s-Sa’diyye fi’l-mebde ve’l-mecâdi’l-insân adlı eserleri gösterilebilir.
TDV İslâm Ansiklopedisi