Meczup Nedir, Ne Demek, Tasavvufta Anlamı, Hakkında Bilgi

Meczup. Mazhar olduğu cezbe sonucu sülük etmeden Hakk’a eren velî anlamında tasavvuf terimi.

Sözlükte “kendine çekmek, yaklaştır­mak” anlamındaki cezb (cezbe) kökünden türeyen meczûb kelimesi tasavvufta, bir daha kendine gelmemek üzere Allah’ın aniden kendine çektiği, dost edindiği ve daimî surette huzurunda bulundurduğu velîleri tanımlamak için kullanılmıştır.

Dinî duygu ve heyecanlara genellikle cezbe denir ve bu anlamda her dindar kişi ve sâlik az çok cezbe sahibidir. Muta­savvıflar, bir anda Hakk’ın katına ulaşan meczupların bu yüce mertebeyi kendi gayretleriyle kazanmadıklarını, bunun kendilerine Hakk’ın bir lutfu olduğunu söylerler. Cezbe aklı baştan alan bir hal olduğundan meczuplar ömür boyu kendi­lerinden tamamen veya kısmen geçmiş bir durumda yaşarlar. Günlük işlerini yö­netip düzenleyemedikleri gibi dinî emir ve yasaklara zahiren tam olarak riayet et­mezler. Dinî yükümlülüğe temel oluştu­ran aklî dengeye tam anlamıyla sahip ol­madıklarından dinin emir ve yasaklanyla da yükümlü sayılmayan meczuplara me’-hûz (kendinden alınmış), meslûb (akıldan soyulmuş), ma’tûh (bunak), mağlüb (ye­nilmiş), vâlİh (çılgın), behlûl (sâf), dîvâne ve mecnûn gibi unvanlar da verilir.

İbn Haldun, meczupların bir bakıma delilere benzedikleri halde velayet makaminda bulunduklarını ve sıddîklann hal­lerine sahip olduklarını belirttikten sonra fıkıh âlimlerinin onların veliliğini kabul et­mediğini, ancak bunun yanlış bir hüküm olduğunu, zira ibadetin veliliğin mutlak şartı olmadığını, Allah’ın veliliği dilediğine lütfettiğini söyler. Ona göre meczuplar şerl hükümlere tam anlamıyla uygun ol­masa da ibadet ederler. Doğuştan saftır­lar, kendilerine göre iyi işlerin yapılması­nı teşvik eder, kötü işleri engeller, hiçbir kayıt altında bulunmadıklarından bazan gaybdan haber verirler. Hücvîrî, mec­zupların kulluk görevlerini yerine getir­mekten azat edildiklerini ileri sürer. Takıyyüddin İbn Teymiyye de güçlü bir sevgi ve zikir sebebiyle içine aşk ateşi düştüğü için aklı başından giden kişinin söz ve hallerinde mazur ol­duğunu, bu durumda iken söylediği sözler ve davranışları sebebiyle kınanamayacağını, Allah’ın meczuplara akıl ve hal verdi­ğini, sonra akıllarını başlarından alıp on­ları cezbe halinde bıraktığını, dinin emir ve yasaklarına uymaktan da muaf tuttu­ğunu söyler.

Mutasavvıfların büyük bir kısmı sâlikin tasavvuf yolunda ancak cezbe ile ilerle­yebileceği görüşündedir. Tasavvufta bir tarikata intisap ederek sülûkünü tamam­lamamış ve cezbe halini yaşamamış sâliklere “mücerred sâlik”,[sâlik-i gayr-i meczûb] tasavvuf yoluna girmeden ve yolun gereklerini yerine getirmeden âni bir cez­beye mazhar olan sâliklere “mutlak mec­zup” [meczûb-ı gayr-i sâlik] tasavvuf yolu­na girip bu yolun çilesini çektikten sonra cezbe halini yaşamış olanlara “sâlik mec­zup” [sâlik-i meczûb] yaşadıkları bir cezbe halinin ardından tasavvuf yoluna girip ka­rarlı bir şekilde bu yolun gereklerini yeri­ne getirenlere “meczup sâlik” [meczûb-ı sâlik] denir. Gerçek meczup bunların ikin­cisidir, ancak mürşide ulaşmadığından kendisi ermiş olmakla birlikte irşad yet­kisi yoktur.

Meczupları hakiki meczuplar, bunlara benzemeye çalışanlar ve meczupluk taslayanlar diye üçe ayıran Abdurrahman-ı Câmî, hakiki meczupların Hakk’a erdik­ten sonra bir daha geriye dönüp insanla­ra rehberlik yapamadıklarını, kendilerin­den geçmiş ve fâni olmuş bir şekilde ya­şadıklarını; meczup olmayan, fakat sami­mi olarak meczuplara benzemeye çaba­layanların bazan Haktan gelen ışıklar ve râihalar sebebiyle kendinden geçip mec­zuplar gibi hareket ettiklerini, ancak ba­zan ışık ve koku kesildiğinden karanlıkta nefısleriyle baş başa kaldıklarını; meczup­luk taslayanların ise dinin emir ve yasak­larına uymamak için cezbe halinde görün­düklerini, Hakk’ın iradesiyle hareket et­tikleri için sorumlu olmadıklarını İleri sür­düklerini ve bunların ibâhî zındık olduğunu söyler. Bunlarla meczup arasındaki fark tabii şekilde tit­reyen elle bilinçli olarak titretilen ele benzetilmiştir. Serrâc bu tür meczupluğu bir sapkınlık olarak görür.

Gelecekle ilgili olarak verdikleri haber­lerin bazan doğru çıkması, bazan da hik­metli sözler söylemeleri meczupların hal­kın gözündeki itibarını arttırmış, bu da dinî hükümlere ve ahlâk kurallarına uy­mayan söz ve davranışlarının mazur gö­rülmesine sebep olmuştur. Şa’rânî, bü­yük velîler olarak tanıttığı meczupların bu tür söz ve davranışları hakkında bilgi verir. Ünlü meczup Ma’şûk-ı Tûsî’nin içki içtiği, şair Senâî’yi de içki içen bir meczubun irşad ettiği nakledilir.

Bütün İslâm âleminde rastlanan mec­zuplar bulundukları çevrelerde büyük saygı görmüş, meczup sıfatı birçok sûfînin unvanı olarak kullanılmış, ölen mec­zuplara türbeler yapılarak kabirleri ziyaretgâh haline getirilmiş, adlarına mescidler ve camiler yapılmıştır. Bazı meczup­ların diğerlerinden daha üstün olduğunu belirtmek için onlara “kutbü’l-meczûbîn” denilerek ruhaniyetlerinden feyiz alınma­sı gerektiğine ve keramet sahibi oldukla­rına inanılmıştır.[bk. Behlûl] Ayaşli Şa­kir Efendi ve Neyzen Tevfık son devrin ta­nınmış meczupları arasında zikredilebilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski