Medain Şehri Neresi, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Medâin. Sâsânîler’in başşehri.

(Bugünkü Bağdat’ın 30 km. kadar gü­neydoğusunda Dicle nehrinin her iki yaka­sına Partlar ve Sâsânîler döneminde kar­şılıklı kurulan yedi ayrı şehirden meydana gelmiş, bu şehirler taş veya duba köprü­lerle birbirine bağlanmıştır. Arapça medîne (şehir) kelimesinin çoğulu olan me-dâin, Ârâmîler tarafından bu şehirler topluluğuna verilen aynı anlamdaki medrnethâ adının Arapça’ya uyarlanmış şeklidir. Burası Sâsânîier’in başşehri ve hü­kümdarların kışlık ikametgâhı olduğu gibi yahudi ve Nestûrîler’in önemli merkezle­rinden biriydi. Ârâmî, Pers, Rum ve Suri­yelilerden meydana gelen kozmopolit nü­fus içinde yahudi, hıristiyan ve Mecûsîler çoğunluktaydı. Başşehrin yönetim, en­düstri ve ticaret bölgeleri arasına saray ve köşkler, bahçeler, merasim binaları, anıtlar ve çeşitli meydanlar serpiştiril­mişti.

Medâin’in aslında yedi şehirden oluştu­ğu bilinmekteyse de Sâsânîler’in son za­manlarından itibaren dört veya beş şeh­rin varlığından söz edildiği görülmekte­dir. Bunlardan en eskisi, milâttan önce I. yüzyılda Dicle’nin sol yakasında Partlar ta­rafından kurulan ve Arap kaynaklarında Medînetülatîka veya Taysefûn (Tusfûn), genellikle de doğrudan Medâin adıyla zik­redilen Ktesiphon’dur. Arap-İslâm kay­naklarında Beytülebyaz adıyla geçen hükümdarlık sarayı burada bulunuyordu. Sâsânîler’in son zamanlarında hüküm­darlar kışın daha çok Destecird’de otur­duklarından şehrin bu açıdan önemi azal­mıştı. Ktesiphon’un güneyinde uzayıp gi­den alana I. Şâpûr (241-272) Espânburadı verilen bir şehir inşa ettirdi. Daha sonra I. Hüsrev(Enûşirvan). Bizans’tan yeni ele ge­çirdiği Antakya’yı örnek alarak 540 yılın­da Espânbur’dan yaklaşık 5 km. uzakta Veh Antioh-ı Hüsrev denilen şehri kurdu ve Antakya’dan getirilen esirleri buraya yerleştirdi. Antakya’dan getirilen Bizans­lılar oturduğu için bölge halkı arasında Rûmegân veya Rûmiye olarak da bilinen şehirde Vİ. yüzyılın sonlarında 30.000 ki­şinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Dic­le’nin sağ yakasında ise daha Önceden I. Erdeşîr’in (226-240) dairevî plan üzerine kurduğu, milâttan önce IV. yüzyılın başla­rında Selevkoslar döneminde inşa edilen Seleukeia’nın güney yarısını kaplayan Veh Erdeşîryer alıyordu. Temelde bir endüstri ve ticaret merkezi olan şehir surlarla çev­rilmişti ve burada bir darphâne. Nestûrî-ler’e ait bir katedral ve Nesturi piskopo­sunun ikametgâhı bulunuyordu. Arap kaynaklarında Behüresîr (Behrasîr) adıyla zikredilen şehrin bazı kesimleri VI. yüz­yılda terkedilmiş durumdaydı ve nüfusu­nun büyük bir kısmı yahudi idi. Behüresîr’in yaklaşık S km. güneyinde Nehrül-melik’in Dicle’ye kavuştuğu yerdeki Sâbât adlı mevki de buraya dahil edilmektedir.

Medâin, 16 yılının Safer ayında (Mart 637) Sa’d b. Ebû Vakkâs kumandasında­ki birlikler tarafından İslâm topraklarına katılmıştır. Kûfe’nin 30 km. güneyinde ce­reyan eden Kâdisiye Savaşı’nda Sâsânîler’e karşı büyük bir zafer kazanan İslâm orduları Medâin’e doğru kaçan Sâ-sânî askerlerini kovalayarak ilerlediler. Öncelikle Batı Medâin’de yer alan Sâbât ve ardından iki aylık kuşatmadan sonra Behüresîr ele geçirildi. Yönetim merkezi olan Doğu Medâin’e (Ktesiphon) ulaşmak için Dicle nehrinin geçilmesi gerekiyordu. İranlılar kayıkları bölgeden uzaklaştırıp köprüleri yıktıklarından Ktesiphon’a ulaş­mak hayli zordu. Askerin zorlandığını gö­ren Sa’d, etkili bir konuşma yaparak kar­şıya geçilmesi halinde o ana kadar verdik­leri mücadelenin karşılığını göreceklerini söyledi ve kendilerini cesaretlendirdi. Or­dunun karşıya geçmesi üzerine İranlılar korku ve şaşkınlık içinde Hulvân’a doğru kaçtılar. Kisrâ III. Yezdicerd ve saray er­kânı daha önce buraya kaçmış, ordunun önemli bir kısmı da Ktesiphon’a 35 km. kadar mesafede bulunan Cisrinehrevân’a çekilmişti. Böylece Medâin’e giren İslâm ordusu herhangi bir mukavemetle karşı­laşmadan şehri devlet hazinesi ve bazı as­kerî birliklerle beraber teslim aldı. Sa’d, Medâin halkıyla isteyenlerin ayrılabile­ceklerine. İsteyenlerin cizye ve haraç ödemek şartıyla kalabileceklerine dair bir an­laşma yaptı. Ktesiphon’da toplanan yük­lü miktardaki ganimetin (900 milyon dir­hem) beşte birini Medine’ye gönderdi. Bu ganimetler arasında tarihî ve maddî değeri yüksek kılıçlar, kıymetli tören elbi­seleri, ipek kumaşlar, altın ve mücevher­ler, kisraların zırh ve taçlan gibi eşyanın yanı sıra altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslenmiş, bahar motiflerinin hâkim ol­duğu “bahâr-ı kisrâ” veya “bahâr-ı Hüs-rev” denilen büyük bir ipek halı da yer al­maktaydı. Hz. Ömer ganimet taksimi sırasında halıyı müslümanlar arasında paylaştırdı. Dönemin Bizans’tan sonra en güçlü devleti olan Sâsânî İmparatorluğu’-nun merkezinin fethedilmesi İslâm tari­hinin en Önemli olaylarından biridir ve ta­rihe “fethu’l-fütûh” diye geçen Nihâvend Savaşı ile birlikte (21/642) imparatorlu­ğun yıkılışını temsil etmektedir.

Ktesiphon’da ilkcuma camisini yap­tıran Sa’d b. Ebû Vakkâs Beytülebyaz’a yerleşti, askerlerine de buradaki boş ev­leri tahsis etti. Ancak kısa bir süre sonra yörenin rutubetli iklimi ve sivrisinekleri askerlerinin sağlığını bozduğu için Hz. Ömer’e durumu bildirerek onun tavsiye­si doğrultusunda Küfe ordugâh-şehrini kurdu ve ordusunu oraya nakletti (17/ 638). Askerlerin Kûfe’ye giderken otur­dukları evlerin kapı gibi tekrar kullanıla­bilir aksamını beraberlerinde götürmele­ri ve yerli halkın da bir kısmının Kûfe’ye, bir kısmının Basra’ya göç etmesi sebe­biyle şehir kısmen metruk bir hale geldi. Buna rağmen doğuya giden ana yolları kontrol etmesi ve Küfe valisine bağlı, Dic­le’nin suladığı doğu tarafındaki verimli Cevhâ (Cûhâ) bölgesinin idarî merkezi ol­ması dolayısıyla Küfe ve çevresi için anah­tar konumundaydı. Hz. Ömer’in vali tayin ettiği Huzeyfe b. Yemân Medâin’i imar etti ve 36 (656) yılında burada vefat etti. Yine meşhur sahâbîlerden Selmân-i Fâri­sî de bir süre Medâin valiliği yaptı ve o da ömrünü burada tamamladı (36/656). Fe­tihten sonra Medâin’e tayin edilen ilk va­liler çok defa kumandanlık, imamlık ve vergi toplama görevlerini birlikte üst­lenmekte ve Beytülebyaz’da ikamet et­mekteydiler. Emevîler devrindeki para reformundan sonra Medînetülatîka’da (Ktesiphon) İslâm öncesi dönemlerde ol­duğu gibi bir de darphane kurulmuş­tu.

Medâin müslümanlan, Hz. Ali’nin ken­disine başşehir seçtiği Küfe ile bağlantı­ları sebebiyle Haricî karşıtı idiler. Hz. Ali 36 (656) yılında Nuhayle’den Medâin’e geldi ve Muhtar es-Sekafî’nin amcası Sa’d b. Mes’ûd’u buraya vali tayin etti; daha sonra da şehirdeki taraftarlarından 3000 kişiyi Ma’kıl b. Kays’ın kumandasında Mu­sul’a gönderdi. Bir yıl sonra Abdullah b. Vehb er-Râsibî’yi kendilerine emir seçen Hâriciler Medâin’de toplanmak İstediler­se de karşılacakları zorlukları düşünerek Nehrevan’a yöneldiler. Vali Sa’d b. Mes-‘ûd, Sâbât’a kadar gelmiş olan bir gru­bun şehre girmesini engellemek için ted­bir aldı, böylece şehri Haricî saldırısından korudu (37/658). Hz. Hasan 41’de (661) Muâviye b. Ebû Süfyân ile anlaşmadan önce Medâin’e gitti ve bir süre orada ka­larak Beytülebyaz’da oturdu. 43 (664) yılında Vali Simâk b. Ubeyd el-Absî, Müs-tevrid b. Ullefe et-Teymî liderliğindeki Hâ-ricîler’in Behüresîr’den Ktesiphon’a geç­melerine engel oldu. Medâinliler daha sonraki iç karışıklıklarda da Ali evlâdı ta­raftarları arasında yer aldılar; 65’te (684) şehrin kadısı Sa’d b. Huzeyfe, Medâinli 170 kişiyle birlikte Süleyman b. Surad li­derliğindeki Tevvâbîn arasına katıldı. 68 (687) yılında Zübeyr b. Mâhûz liderliğin­deki Ezârika Haricîleri Medâin’e girip şeh­ri tahrip ettiler ve katliam yaptılar. 76’da (695) Şebîb b. Yezîd eş-Şeybânî Medâin’i işgal ettiyse de Medâin halkı tarafından dışarı çıkarıldı. Haccâc b. Yûsuf es-Seka-fî’nin Medâin’e vali tayin ettiği Mutarrif b. Mugire 77 (696) yılında ayaklandı; an­cak başarılı olamadı ve öldürüldü. Medâ­inliler, 127 (744) yılında Abdullah b. Mu-âviye’nin Kûfe’de başlattığı Alevî isyanına destek verdiler. Eski İran dinlerinin de yer bulduğu Medâin’de zaman içinde gulât-ı Şîa inançları yaygınlık kazanmaya başla­dı.

Abbasî ihtilâli sırasında Kûfe’de faali­yetlerini gizli olarak yürüten Ebû Seleme el-Hallâl. Humeyd b. Kahtabe ile kardeşi Hasan kumandasındaki Abbasî ordusu­nun Kûfe’ye gelmesi üzerine burada ihti­lâlin yönetimini açık bir şekilde eline aldı ve Humeyd b. Kahtabe’yi askerleriyle bir­likte Medâin’e gönderdi (132/749}. Abba­sî Halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr, Enbâr’-dan Medâin’e giderek kısa bir süre Rû-miye’de oturdu ve gücünden korktuğu Ebû Müslim-i Horasânî’yi burada tuzağa düşürerek ortadan kaldırdı [137/755), İn­şasında, harabelerinden götürülen eski yapı kalıntılarının da kullanıldığı Bağdat’ın kurulmasından sonra Medâin siyasî ve ekonomik açıdan önemini kaybetmeye başladı. Nüfusunun çoğu Bağdat’a göç ettiği gibi yahudi ve Nestûrî merkezleri  de oraya taşındı. Mansûr’un kısmen yık­tırdığı Beytülebyaz Müktefî-Billâh döne­minde (902-908) tamamen yıktırıldı ve malzemeleri Bağdat’ta Kasrü’t-tâc’ın in­şasında kullanıldı. Bu arada Espânbur’da Selmân-i Fârisî ve Huzeyfe b. Yemân’ın türbeleri de İnşa edildi. III. (IX.) yüzyılda Medâin daha ziyade çevresindeki tarım toprakları açısından önemliydi. IV. (X.) yüzyılda Rûmiye tenha bir yer haline gel­di; fakat nehrin sol yakasındaki kasaba­nın geri kalan kesimi tuğla binaları, dük­kânları ve İki cuma camisiyle Bağdat’ın bir banliyösü olarak gelişti.

Osmanlı döneminde özellikle Selmân-ı Fârisî Türbesi’ne önem verilmiş ve IV. Murad’m yeniden yaptırdığı türbenin etra­fında zamanla aynı adı taşıyan bir kasaba oluşmuştur (Selmânıpâk). Bu kasaba I. Dünya Savaşı’nda İrak cephesinin en önemli muharebelerinden birine sahne oldu ve Kûtül’amâre’yi ele geçirdikten sonra Bağdat’a girmek isteyen General Tovvnshend kumandasındaki İngiliz-Hint birlikleri burada Türk kuvvetleri tarafın­dan bozguna uğratılarak Bağdat Önle­rinden tekrar Kûtül’amâre’ye çekilmeye mecbur bırakıldı (22-26 Kasım 1915). Ha­len burası, İrak’taki kutsal yerleri ziyaret eden Şiîler’in ve diğer ziyaretçilerin uğrak yeridir.

Sâsânîler döneminde I. Şâpûr tarafın­dan Espânbur’da yaptırılan ve I. Hüsrev tarafından tamir edilip genişletilen bü­yük sarayın, Doğu’da Eyvân-i Kisrâ veya Tâk-ı Kisrâ, Batı’da Ktesiphon Kemeri [Arc de Ctesiphon] adıyla bilinen yüksek­liğindeki bir tonozla örtülü tören salonu, halk arasında haksızlığa uğrayanların başvurduğu bir adalet kapısı olarak şöh­ret kazanmıştı. İslâm tarihi boyunca müslüman mimarlar kadar hükümdar­ları da etkileyen ve hâlâ ayakta duran bu görkemli eyvan Arap ve Fars edebiyatla­rında önemli bir yer işgal etmiş, Buhtürî, Şerif er-Radî, Firdevsî, Hâkanî-i Şirvânî, İbnü’l-Hâcib ve Ahmed Şevki gibi şairlere ilham kaynağı olmuştur.

Yaklaşık alanı kaplayan Medâin harabeleri üzerinde XX. yüzyılın başlarından itibaren Alman, Amerikan ve İtalyan arkeoloji heyetleri tarafından ka­zılar yapılmış ve bu şehirler topluluğunun tarihi aydınlatılmaya çalışılmıştır. Başta tarihçi Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Medâinî ve Mu’tezile kelâmcısı İbn Ebü’l-Hadîd olmak üzere Medâin’e nisbet edilen birçok âlim bulunmaktadır

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski