Medih. Bir kimseyi güzel bir niteliği dolayısıyla övme anlamında ahlâk terimi.
Sözlükte medh kelimesi, “bir insanı veya bir nesneyi yahut eylemi üstün bir özelliği dolayısıyla övme” anlamında masdar ve bu şekilde övücü söz ve davranışları ifade etmek üzere isim olarak kullanılmaktadır. Karşıtı zem ve hicivdir. Yaranmak ve çıkar elde etmek maksadıyla birine abartılı sözlerle methiyeler düzenlere meddah denir. “Hamd” kelimesi de methe yakın bir mâna taşımakla birlikte kaynaklarda ikisi arasında fark bulunduğu belirtilmektedir. Râgıb el-İsfahâni’ye göre her hamd medihtir. ancak her me-dih hamd değildir. Nitekim medih, kişinin yaratılıştan sahip olduğu ve kendi iradesiyle sonradan kazandığı üstün özellikleri, hamd ise sadece ikincileri övmek üzere kullanılır.
Kur’ân-ı Kerîm’de medih kelimesi geçmemekle birlikte hamd ve tezkiye kavramları kullanılarak kişinin kendisini övmesinden söz edilmiştir. Hadislerde ise medih ve aynı kökten kelimelerle bazı ahlâkî tavsiyelerde bulunulmaktadır. Ayrıca gerek Kur’an’da gerekse hadis mecmualarında Allah’ın zâtını, peygamberleri ve bilhassa Resûl-i Ekrem’i, ashabı, sâlih müminleri metheden; buna karşılık inkarcıları, münafıkları, Allah ve peygamber düşmanlarını zemmeden çok sayıda âyet ve hadis vardır. Doğruluk, dürüstlük ve adaletle ilgili âyet ve hadisler, insanın kendisini veya başkasını methederken hak ve adalet Ölçülerinden sapmaması gerektiği sonucuna götürmektedir. Özellikle övgüyü hak edecek değerde güzel bir iş yapmadan övülmek isteyenler [Âl-i İmrân 3/188] ve haksız yere kendilerini temize çıkarma çabası içinde olanlar [Nisâ 4/49] yerilmektedir. Diğer âyet ve hadisler yanında bilhassa Hz. Yûsuf’un Mısır yöneticisine, “Beni ülkenin hazinelerine tayin et, çünkü ben onları çok iyi korurum ve bu işi bilirim” diyerek [Yûsuf 12/55] yöneticilik talebinde bulunurken kendisini övücü ifadeler kullanılmış olduğu dikkate alınarak bir kimsenin kibir ve böbürlenme amacı taşımadan sahip olduğu üstün nitelikler hakkında bilgi vermesinin sakıncalı olmadığı belirtilmektedir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre Hz. Yûsuf un bu ifadesi Kur’ân-ı Kerîm’in yasakladığı kendini tezkiye etme kapsamına girmez. Çünkü o bu sözüyle hakkında bilgi sahibi olmayanlara kendini tanıtmayı amaçlamış veya ortada ehil kimse bulunmadığı için âyette sözü edilen görevi yüklenmenin gerekli olduğunu düşünmüştü.
Ahlâk ve fıkıh kitaplarıyla hadis şerhlerinde çeşitli durumlarda methin caiz olup olmadığı konusu tartışılmıştır. İslâm âlimlerinin çoğunluğu, konuyla ilgili hadisleri bir bütün halinde değerlendirerek bir insanın yüzüne karşı methedilmesinin onu kibirlenip böbürlenmesine ve şımarmasına yol açması durumunda onu övmenin doğru olmadığını, ayrıca her durumda gerçeğin dışına çıkmamak ve övgüde aşırı gitmemek gerektiğini belirtmişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber, huzurunda bir kişiyi aşırı şekilde metheden birine, “Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın” demiş ve bu sözü birkaç defa tekrarlamış, ardından da birini överken, “Şöyle şöyle olduğunu zannediyorum” gibi ihtimalli bir üslûp kullanılarak işin aslının Allah’a havale edilmesinin lüzumunu ifade etmiştir. Hadiste yer alan, “Arkadaşının boynunu kopardın” (diğer rivayette “bel kemiğini kırdın”) cümlesiyle övgüye lâyık olmayan veya abartılı bir şekilde övülen kimsenin kendisini gerçekten övüldüğü gibi zannedip kibir ve gurura kapılması, şımarıp azması tehlikesine işaret edilmiştir. Başka bir hadiste Resûlullah, meddahların aşın övgüleriyle bu gibi tehlikelere yol açabileceklerini dikkate alarak, “Meddahlarla karşılaştığınızda yüzlerine toprak serpiniz” buyurmuştur. Ancak övülmekten kötü yönde etkilenmeyenlerin gerçek özellikleriyle övülmesinde bir sakınca görülmemiş, bunun iyilikleri teşvik edeceği düşünülmüştür. Özellikle hadis mecmualarının “fezâil” ve “fezâilü’I-ashâb” gibi bölümlerinde bu anlayışı teyit eden pek çok rivayet bulunmaktadır. Hassan b. Sabit, Kâ’b b. Züheyr, Abdullah b. Revana gibi şairlerin Hz. Peygamber’i metheden şiirlerinin onun tarafından memnuniyetle karşılanması da bu anlayışı güçlendirmektedir.
Bazı âlimler ise gerçeği ifade etse dahi insanları methetmenin gerek öven gerekse övülen bakımından doğru olmadığı görüşündedir. İbn Hazm’a göre akıllı ve gerçekçi kimse başlangıçta kendisine acı verse de yerilmeyi övülmeye tercih eder. Çünkü medihte hakikat payı olsa bile insanı kibir ve gurura götürür, sonuçta erdemlerine zarar verir. Eğer medih gerçek dışı ise bu övgüden memnun olan kişi, hakkında söylenen düzmece iltifatlara aldanmış olur ki bu önemli bir kusurdur. Haklı yergiye mâruz kalan kişinin bunu kendisi için bir uyan sayıp ahlâkını düzeltmesi, haksız yergiyle karşılaştığında ise bunu sabır ve hilimle karşılayıp erdemine erdem katması mümkündür. Sonuçta her durumda akıllı kişi için methedilmek zemmedilmekten daha zararlıdır.
İnsanın övülmekten hoşlanmasının ve yerilmekten çekinmesinin temelindeki psikolojik sebepleri, övülme tutkusu ve yerilme korkusunun doğurduğu ahlâkî ve dinî bakımdan tehlikeli sonuçları, bu komplekslerden kurtulmanın yollarını derin bir vukufla inceleyen Gazzâlî, övgünün gerçeğin ifadesi bile olsa hem öven hem de övülen bakımından zararlı sayıldığı görüşüne varmaktadır. İnsanların kendileri hakkındaki övgüler karşısında tutumlarını sıralayarak en olumlu tutumun her türlü övgüye dürüstlük ve içtenlikle karşı çıkmak olduğunu belirtmektedir.
İyilikle anılma ve övülme arzusunun insanın tabiatında mevcut bir eğilim olduğunu belirten başka ahlâkçılar da bulunmakla birlikte bunlar söz konusu eğilime ahlâkî bakımdan olumlu bir motif olarak bakılabileceğini düşünmüşlerdir. Meselâ Râgib el-İsfahânî, pek çok insanın adalete yönelmesinde övülme arzusunun yapıcı rol oynadığını, yerilmekten sakınmayan, övülmekten sevinç duymayan insanların kötü işler yapmasının ancak baskı ile mümkün olabileceğini söyler. Nitekim insanların akıl, haya, övgü ve yergi, teşvik ve korkutma ile kötülükten nefret ettirilip iyiliğe sevkedilebileceği, yerginin kötülükten alıkoyamadığı, övgünün iyiliğe yöneltemediği bir kimsenin artık hayvandan veya cansız bir nesneden farksız olduğu belirtilmiştir. Râgıb el-İsfahânî, övgü ve yerginin özü itibariyle iyi yahut kötü olmayıp bunların güdülen amaçlara bakarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Buna göre iyi bir amacın gerçekleşmesi için övgüye başvurmak iyidir. Buna Hz. İbrahim’in, “Bana, sonra gelecek nesiller içinde iyilikle anılmayı nasip eyle” [Şuarâ 26/84] mealindeki duasını delil gösteren İsfahânî âyeti, “Bana öyle işler yapmayı nasip et ki beni o işlerle öven kişi doğruyu söylemiş olsun” şeklinde açıklar. “Birini iyiliği sevindiriyor, kötülüğü üzüyorsa o kişi mümindir” mealindeki hadis de insanın iyilikleriyle anılmasından memnun olmasında sakınca bulunmadığına işaret etmektedir. Bununla birlikte erdemli insan dalkavukluğuyla tanınanlardan, aldatıcı dostlardan, insanları övme tabiatında olanlardan ve nabza göre şerbet verenlerden gelen övgüleri nefretle karşılamalıdır. Bir kimsenin kendisini övmesi ise kötü bir huydur.
TDV İslâm Ansiklopedisi