Meclis-i Meşveret. Osmanlı Devleti’nde önemli ve olağan üstü konuların görüşüldüğü danışma meclîsi.
İslâm devlet geleneğinde önemli bir yeri olan meşveret usulü Osmanlı Devleti’nin hemen her devrinde sıkça başvurulan bir uygulamadır. Gerek divan toplantılarında gerekse bunun dışında ihtiyaç duyuldukça bu tür görüş alışverişlerinin yapıldığı bilinmektedir. Meşveret toplantıları, çeşitli kesimlerden görüşülecek konuyla ilgili kimselerin bir araya gelmesiyle gerçekleştirilirdi. Söz konusu geniş katılımlı toplantılar I. Abdülhamid ve III. Selim dönemlerinde nisbeten daha düzenli bir şekle girdi. Muhtemelen bunun sebebi, 1768-1774 Osmanli-Rus savaşından sonra devletin varlığını tehdit eden buhranların sebep olduğu siyasî kargaşa ve sorunların çözümünde sorumluluğu paylaşıp geniş bir mutabakata dayandırarak halkın gözünde meşrulaştırma düşüncesiydi.
Bu tür meclisler belge ve metinlerde Meşveret-i Hâssa, Meclis-i Hâs, Meşveret-i Havas, Meclis-i Şûra, Dârü’ş-şûrâ, Meclis-i Müşavere, Encümen-i Meşveret, Meclis-i Hâssü’l-hâs ve Meclis-i Umûmî gibi isimlerle geçer. Adlandırmadaki çeşitliliğin bir kısmı mahiyet farkından kaynaklanmaktadır. Sınırlı sayıda üst düzey yöneticinin katıldığı meclise Meclis-i Hâssü’l-hâs, bunun biraz daha genişletilmiş olanına Meclis-i Hâs, geniş bir katılımla toplananına Meclis-i Umûmî veya Meşveret-i Âmme denilmekteydi. Bazı durumlarda Meclis-i Hâssü’l-hâs konuyu görüştükten sonra daha geniş bir mutabakatın gerekliliği ortaya çıkarsa Meclis-i Umûmî toplanırdı.
Meşveret Meclisi savaşa veya barışa karar vermek, antlaşmalar yapmak ve önemli devlet işlerini görüşmek üzere toplanırdı. Meşverete katılacak kişiler ve görüşülecek hususlar padişahın emri üzerine önceden belirlenirdi. Ayrıca sadrazam da bir telhisle meclisin toplanmasını padişaha önerebilirdi. Toplantılar padişahın, padişah katılmadığında sadrazamın başkanlığında yapılırdı. Eğer konu üzerinde düşünülerek karar verilecek kadar önemliyse gerekli bilgi ve belgeler önceden üyelere verilirdi. Meclisin aldığı kararlar mazbata haline getirilip saraya sunulur ve padişah genellikle alınan kararlara uyardı. Ayrıca meşverete katılmayan, ancak konuyla ilgili olan ricale de bilgi verilirdi. Mazbatalarda katılan üyelerin isimleri, meşverette yaptıkları açıklamalar ve neticede meclisin aldığı kararlar ayrıntılı olarak yer alırdı.
Meclis bazan esnaf, esnaf kethüdaları, yeniçeri aşçı ustaları, başkarakullukçular ve diğer avamın da katılımıyla çok geniş bir platformda toplanabilirdi. Nitekim III. Selim‘in tahta geçişinden yaklaşık bir ay sonra topladığı bir meclise 200’den fazla kişi katılmıştı. Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi, oy vermekten âciz kalabalıkların meclis toplantısına katılmasından dolayı rahatsızlığını açıkça dile getirir; meşveretin sünnet olduğunu, ancak bundan yarar sağlanabilmesi için öncelikle katılımcıların rey ve tedbir sahibi olmaları gerektiğini belirtir. Konuşulanların meclis dışına çıkmasını engellemek de devrin yöneticilerini meşgul eden diğer bir mesele idi. I. Abdülhamid, 1783’te bu amaçla yayımladığı bir fermanla meclislere üst düzey devlet görevlilerinin katılması esasını getirdi. Öte yandan sadrazam, konuşulan hususları dışarıda söz konusu etmemeleri için her meclisten sonra katılımcıları uyarmaktaydı. Buna rağmen mecliste müzakere edilen Önemli devlet sırlan kısa bir süre içinde yabancı devlet elçilerinin kulağına ulaşmaktaydı. Dolayısıyla meclise katılacak kişilerin seçimi hemen her meclis toplantısında önemli bir sorun olarak öne çıkardı. Davet edilecek kişiler görüşülecek konuya göre değişebilirdi.
Meşveret Meclisi’nin toplandığı belli bir yer yoktu. Toplantı Tersane’de, sarayda, Babıâli’de, sadrazam veya şeyhülislâm konağında, kaptanpaşa divanhanesinde, Ağakapısı’nda veya padişahın huzurunda olabilirdi. Padişahın huzurunda gerçekleştirilen toplantılara üyeler alayla ve toplu halde giderdi. Devlet merkezinde olanların dışında sefer zamanlarında ordu kumandanının bulunduğu yerde de toplantı yapılabilirdi. Babıâli’de sınırlı üyenin katıldığı toplantılar genelde sadâret kethüdası odasında olurdu. Sadrazam, sadâret kethüdası, reîsülküttâb, çavuşbaşı, defterdar ve diğer bir kısım bürokratların katıldığı bu toplantılara “meşveretçik” denirdi. Ulemâ ve ocak ağaları bu toplantılarda yer almazdı. İncelenecek husus, halkın yardımını gerektirecek kadar önemli ve geniş kitleleri ilgilendiren bir konu olduğunda meclis İstanbul’daki camilerden birinde de toplanabiliyordu. Nitekim Osmanlı-Rus savaşı esnasında Hezargrad‘la Silistre Kalesi’nin düşmesi ve Rus kumandanının Rusya’nın şartlarının kabul edilmemesi durumunda İstanbul’a gelip barışı orada yapacağı tarzındaki sert mektubu üzerine II. Mahmud, soruna milletçe bir çözüm bulunması için 24 Haziran 1810 tarihinde Fâtih Camii‘nde umumi bir meşveret toplanmasını istedi. Camide alınan cihad karan ertesi gün bütün ülkeye duyuruldu.
Değişik rütbe ve statüdeki insanların mecliste bir arada bulunması meclisin sağlıklı çalışması açısından ciddi bir sorundu. Çünkü düşük rütbe ve makam sahiplerinin büyüklerinin düşüncesine aykırı fikir beyan etmeleri zordu. Böyle olunca da meşveretten beklenen amaç gerçekleşmiyordu. Bu meseleyi çözebilmek için öncelikle sadrazam ve şeyhülislâm gibi üst rütbeli memurlar konuyu açtıktan sonra meclis başkanı burada rütbe farkının önemli olmadığını, herkesin kendi görüşünü çekinmeden açıkça söylemesi gerektiğini, mecliste susup alınan kararlara dışarıda muhalif konuşanların cezalandırılacağını, ayrıca doğru bildiğini söylerneyenlerin âhirette sorumlu olacağını üyelere bildirirdi. Mecliste kararların oy birliğiyle alınması hedeflenirdi. Meclis görüştüğü konunun önemine göre bazan birkaç gün ardarda toplanabilir, bazan da herhangi bir karara varmadan dağılabilirdi; padişah böyle durumlarda bir karar verilmesi için meclise müdahale edebilirdi.
Meşveret Meclisi’nin toplanma günleri zamanla düzenli hale getirildi. Toplantılar pazartesi ve perşembe olmak üzere haftada iki gün yapılmaya başlandıysa da topçu, humbaracı ve lağımcı askerlerinin bu günlerde tâlimleri olduğu ve ocak ağaları meşverete katılamadığı için toplantı günleri pazar ve salı olarak değiştirildi. Böylece meclis daimî bir meclis özelliği kazandı. Ele alınan konuların sertliği hususunda fikir beyan ederek fetva veren şeyhülislâm ve ulemânın mecliste hayli yüksek bir nüfuzu vardı. Bu nüfuz 1830’lu yıllardan itibaren zayıflama sürecine girdi.
II. Mahmud meşveret meclislerini I. Abdülhamid ve III. Selim gibi gayet yararlı bir şekilde kullandı. Bu dönemde meclis toplanma periyodu ve katılımcılar açısından belirgin şekilde kurumlaştı. Özellikle 1830’lu yıllarda devletin merkezî yapısında gerçekleştirdiği reformlarla ve kurduğu yeni nezâretlerle Avrupai bir kabine sistemi görüntüsünü ortaya koyan II. Mahmud, daimî meclislerle alt kademelerdeki yöneticilerin de karar verme mekanizmasında yer almasını sağladı. Üst düzey görevlilerin bir araya gelmesiyle oluşan Medis-i Meşveretten Meclis-i Vükelâ’ya, yani modern hükümet yapısına tedricî bir geçiş yapıldı. Daimî meclislerin kurulması meşveret meclislerinin toplanmasına engel teşkil etmedi. Nitekim devletin büyük buhran dönemlerinde yine sorumluluğu daha geniş kitlelerle paylaşmak üzere meşveret meclisleri toplanmıştır. Bunların sonuncusu. Paris Antlaşması‘nın imzalanıp imzalanmaması konusunu müzakere etmek üzere Damad Ferid Paşa tarafından çağrılan ve 22 Temmuz 1920 günü Mehmed Vahdeddin‘in huzurunda toplanan saltanat şûrasıdır.
TDV İslâm Ansiklopedisi