Mâ ba’de’t-tabî’a. Aristo’nun (ö. m.ö. 322) Metafizika’sının İslâm literatüründeki adı; varlık ve bilgi problemleriyle felsefenin bu problemleri inceleyen disiplini için kullanılan felsefe terimi.
Felsefenin en temel disiplini sayılan varlık sorununu bütün boyutlarıyla araştıran Aristo, varlık olarak varlığı bahis mevzuu yapmanın başlıca bir bilim (ontoloji) olduğunu ortaya koymak üzere kaleme aldığı, sonradan Metafizika adıyla anılacak olan eserinde “sophia” (hikmet, bilgelik), “philosophia” (felsefe), “prote philosophia” (ilk felsefe) ve “theologia” (teoloji, ilahiyat) tabirlerini bunu ifade etmek için kullanmaktadır. Ancak milâttan önce I. yüzyıla gelinceye kadar bu eser Prote philosophia adıyla anılmaktaydı. Bir Aristocu olan Rodoslu Andronikos’un filozofun eserlerini yeni baştan sıralayıp düzenlerken Prote philosophia’-yı onun Physika (fizik) adlı kitabından sonraya koyması, o tarihten itibaren eserin Meta ta physika (metafizik-fizikten sonra) olarak anılmasına sebep olmuştur. Bir tesadüf neticesi ortaya çıkan bu tabir daha sonra fizik âlemin ötesinde, duyu ve deneye konu olmayan soyut ve küllî kavramları konu alan bir felsefe disiplininin adı olarak literatüre geçmiştir.
IX. yüzyılda devam etmekte olan tercümeler esnasında filozof Kindî Metafizika’yı eski İskenderiye patriği olan Ustas’a tercüme ettirmişti. On dört bölümden oluşan ve Grek alfabesindeki harflerle bölümleri birbirinden ayrılan eserin K, M ve N bölümlerinin dışında tamamı Us-tas tarafından Arapça’ya çevrilmiştir. Bu metin. İbn Rüşd’ün Tefsîru Mâ ba’de’t-tabî’a adlı çalışması içinde Metafizika’nın günümüze ulaşan tek metni olarak bilinmektedir. X. yüzyılın sonlarına kadar eserin çeşitli bölümleri altı ayrı mütercim tarafından çevrilmişse de tamamının tercümesini yalnız Ustas gerçekleştirmiştir.
Aristo’nun, eserin mahiyet ve muhtevasına ilişkin bilgi verirken yerine göre bu çalışmasını farklı isimlerle anmasının klasik İslâm kaynakları ve filozoflarına da yansıdığı ve bu sebeple Metafizika’nın çeşitli adlarla anıldığı görülmektedir. Meselâ Kindî, Aristo’yu takip ederek metafizikle ilgili kitabına el-Felsefetü’l-ûlâ ismini vermekle birlikte Aristo’nun eserlerini tanıtmak amacıyla yazdığı bir başka eserinde metafizik kelimesinin tam karşılığı olmak üzere Mâ [Resâil I, 384]maddî kâinatın üstünde aklî ve manevî varlıklar alanını konu alan eser” anlamında da Mâ îevka’t-tabfa’y kullanmıştır.
İbn Sînâ’ya göre Metafeika’nin, bütün varlığını ve özel bilimlerin ilkelerini içermesinden dolayı değer ve mertebe bakımından ilimlerin hepsinden önce gelmesi gerektiği dikkate alınırsa ona Mâ kab-le’t-tabî’a adını vermek uygun olur. Ayrıca bu eser, varlığın en ulvî ve en son gayesi olan Allah’ı ve O’na ait bilgileri de içerdiğinden el-‘İlmü’l-ilâhî (teoloji), aynı anlama gelmek üzere el-‘hmü’r-rubûbî [er-Rubûbiyye] olarak da anılmıştır. Bu sebeple İbn Sina’nın eş-Şifâ külliyatının metafizik kısmının adı “el-İlâhiyyât”tır. Allah, nefis ve akıl gibi fizik ötesi gayri maddî varlıkların bilgisini içermesi dolayısıyla “Mâ verâVt-tabfa” şeklinde de adlandırılmıştır. Nihayet bu eserin bölüm başlıkları Grek alfabesinden bir harf ile başladığından bazı kaynaklarda adı Kitâbü’l-Hurûf olarak geçmektedir.
Öte yandan Fârâbî, el-İbâne anğarazi Aristotâlîs adlı risalesinde yaşadığı dönemde birçok kimsenin Metafizika’nın konu, mahiyet ve muhtevasını anlayamadığını ve Ma bacde’t-tabfa’yı kelâma dair bir eser sandığını, on birinci bölümün (on ikinci olacak) dışında o konuda bilgi bulunmadığını görünce de şaştığını anlatır. Filozof, bu gibi yanlış anlamalara meydan vermemek İçin bu risaleyi kaleme aldığını söyleyerek eseri on iki bölüm (makale) halinde kısaca tanıtır. Metafizika’nm on birinci bölümü olan K (kuppa) İbn Rüşd’ün Tefsîr’inde yer almamıştır. Esasen Fârâbî’nin, eserin on ikinci L (lamda) bölümünü on birinci bölüm olarak göstermesinden filozofun elinde K bölümünün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca İbn Rüşd’ün eserinde bulunmayan ve idealarla sayılar sistemini konu alan M ve N bölümlerinden Fârâbî’nin haberdar olduğu ve bu iki bölümü tek bölüm olarak on ikinci bölümde tanıttığı söylenebilir.
Helenistik dönemde Metafizika üzerine yazılan şerhlerin bazı bölümleri, özellikle teolojiyi konu alan on ikinci bölümü Arapça’ya tercüme edilmiştir. İbn Sina’nın bu bölüme yazdığı şerh günümüze ulaşmış ve yayımlanmıştır. İbn Rüşd’ün esere yazdığı şerhlerden Tefsîru Mâ ba’de’t-tabîh adıyla bilinen büyük şerh Maurice Bouyges tarafından üç cilt halinde neşredilmiş (Beyrut 1938-1948). Telhîşu Md ba’de’t-tabî’a olarak anılan küçük şerhi de Osman Emin yayımlamıştır.
Fizik varlıktaki değişimi ve duyularla algılanan nesnelerin çeşitli yönlerini araştırırken metafizik varlığı varlık olarak inceler; o varlık hakkında genel bir teoridir. Aristo metafiziği esas itibariyle iki temel problem üzerinde yürümektedir. Bunlardan biri varlık olarak varlık, diğeri hareket etmeyen, özü itibariyle değişmeyen ezelî varlık yani Tann’dır. Bu açıdan bakıldığında metafiziğin bir yönüyle ontolojik, diğer yönüyle teolojik bir mahiyet taşıdığı görülür. Değişenle değişmeyen, görünüşle gerçeklik, birlikle çokluk arasındaki ilişkiyi temellendirmek üzere Aristo varlığı cevher-araz, madde-sûret, güç-fiil bağlamında ele alır. Physika’da (Fizik) tartıştığı dört sebep teorisini Metafizi-ka’da da gündeme getirerek bunları madde ve suret (form) olmak üzere ikiye indirgeyip kendi düalist doktrinini bu iki ilke üzerine kurar.
Fizik’in sekizinci bölümünde (kitap) ilk muharrik diye nitelediği Tanrı’yı. O’nun varlığını ve evrenle olan ilişkisini kanıtlamaya çalışan Aristo’nun bu bağlamdaki görüşü kozmolojik bir mahiyet arzederken Metaîizika’öa ezelî, ebedî, sonsuz, sınırsız, değişmeyen, daima kendisiyle özdeş olan, bir ve mutlak, hayat ve üstün fazilet sahibi, akıl (mutlak bilinç), âkil (bilen, akleden) ve ma’kül (akledilen) sıfatlarıyla nitelediği Tanrı varlığın biricik ilkesi ve gaye sebebidir. Ancak bu üstün niteliklere sahip olan Tanrı kâinattan habersiz, yalnız kendi zâtını bilen ve düşünen saf bir fiildir, dolayısıyla O’nda yaratıcılık vasfı yoktur. Kendisi gibi ezelî olan varlığın gayesi olmanın ötesinde varlıkla herhangi bir ilişkisi bulunmadığından Aristo teolojisinde Tanrı pasif (âtıl) bir varlık olma niteliğinden arınmış sayılmaz. Mâ ba’de’t-tabîa terimi, felsefenin en temel konusu olan varlık ve bilgi problemleriyle felsefenin bu problemlerini ele alan disiplini için de kullanılmaktadır.
TDV İslâm Ansiklopedisi