Mahmûd-ı Hayrânî (ö. 667/1269) Anadolu Selçukluları devrinde Akşehir’de yaşayan sûfî.
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Ölüm tarihinden hareketle XIII. yüzyılın başlarında doğduğu söylenebilir. Adının başındaki “seyyid” unvanı onun muhtemelen Hz. Peygamber soyundan olduğunu gösterir. Türk ve İslâm Eserleri Müze-si’nde bulunan ve Selçuklu ağaç işçiliğinin güzel örneklerinden olan sandukasının üzerindeki kitabeye göre babası Selçuklu devlet adamlarından Mesud Paşa olup dedesinin adı Mahmud’dur. Onun Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin amcasının oğlu olduğu şeklindeki rivayeti doğrulayacak bir kanıt bulunamamıştır. Ancak Necmeddin Ahmed (ö. 649/1251) adlı bir kardeşi olduğu bilinmektedir. Mahmûd-ı Hayrânî’nin Baba İfyas ve Hacı Bektaş ile münasebet içinde bulunduğuna bakılarak bu çevrelere mensup olduğu söylenebilir. XV. yüzyılın son çeyreğinde kaleme alınan Ebülhayr Rûmî’nin Saltuknâme’-sinde.onun Hayrânî nisbesini almasıyla “hayret” makamında temkin sahibi bir sûfî olması arasındaki ilgiyi açıklayan şu olay anlatılmaktadır: Bir velîler meclisinde Ahmed Fakih, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî’yi göremeyince etrafındakilere böyle bir mecliste onların niçin hazır bulunmadığını sorar. Sarı Saltuk Mevlânâ’nın âşık, Seyyid Mahmûd’un hayret sahibi (hayran) olduğunu, bu sebeple akıllılar meclisinde yer almadıklarını söyler.
Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbü’l-‘ârifin’inden Mahmûd-ı Hayrânî’nin çağdaşı Mevlânâ ile samimi bir ilişki içinde olduğu anlaşılmaktadır. Eflâkî’nin anlattığına göre Mevlâna. Konya’ya gelip kendisini ziyaret eden Akşehirli Şeyh Sinâneddin Külâhdûz’a Mahmûd-ı Hayrânî’yi sorar, o da, “Onu tüyleri birbirine karışmış bir tilki gibi bir köşede oturmuş ve sizin âleminize karşı tamamıyla gözlerini kapamış bir halde buldum” karşılığını verir. Bu cevap üzerine Mevlânâ sadece gülümser. Sinâneddin Akşehir’e gittiğinde çarşıda Mahmûd-ı Hayrânî’yi murakabe halinde bulur ve yanına oturur. Mahmûd-ı Hayrânî hafifçe gözlerini açarak ona, “Ey Şeyh Sinâneddin! Eğer biz başların başı ve hür insanların reislerinin sultanı zamanında bir tilki olursak canımıza minnet” diye bağırır. Bunun üzerine Sinâneddin Külâhdûz elini ayağını öperek onun gönlünü alır, Konya’ya gittiğinde Mevlânâ’yı tekrar ziyaret eder. Mevlânâ ona, “Dünyada kalbi aydın kimseler çoktur” der ve şu beyitleri okur: “Eğer o mecnun sağ ise söyle gelsin, benden benzeri görülmemiş bir mecnun-luk öğrensin. Eğer sen mecnun olmak istersen elbisene benim nakşımı dik (kendini bana benzetmeye çalış). Her mecnunluk için bir müddetten sonra şifâ bulmak vardır. Ey mecnun! Sana ne oldu da bu hastalıktan kurtulmadın?” Eflâkî, Sinâneddin Külâhdûz’un kendisine, bu sözlerden etkilenerek dağlara çıktığını, bir yıl oralarda kalıp kendine gelemediğini söylediğini nakleder. Şeyh Muhyiddin adlı bir Bektaşî şairinin 880 yılında (1475-76) yazdığı, Hızırnâme adıyla tanınan divanında Mahmûd-ı Hayrânînin Hacı Bektâş-ı Velî. Sadreddin Konevî, Mevlânâ, Sultan Veled, Şems-i Tebrîzî, Sarı Saltuk gibi velîlerle aynı mecliste bulunduğu anlatılmaktadır. Viîâyetnâme’de adı Hacı Bektaş’ın vefatı sırasında yanında bulunanlar arasında zikredilmektedir.
667’de (1269) vefat eden Mahmûd-ı Hayrânî, bugün Akşehir’in Anıt mahallesinde kendi adını taşıyan sokakta bulunan türbesine defnedilmiştir. İbrahim Hakkı Konyalı kabrinin bulunduğu yerde zaviyesi ve diğer ek binalarının olduğunu, 1920′-lerde zaviyenin taçkapısının ayakta bulunduğunu, daha sonra yıkıldığını söyler. Mahmûd-ı Hayrânî’nin etrafında teşekkül eden menkıbeleri içeren Menâkıb-ı Seyyid Mahmûd-ı Hayranı adlı eserin günümüze ulaşmadığı kaydedilmektedir (Ocak, s. 45). M. Fuad Köprülü, Seyyid Mahmûd-ı Hayrânî adına hayatında bir vakıf kurulduğunu, vakfiyesinin 688 (1257) tarihli olduğunu söyler.
TDV İslâm Ansiklopedisi