Genellikle üç döneme ayrılarak incelenen Türk edebiyatının sekiz-dokuz asırlık en uzun, en verimli devresi, İslâm dini ve medeniyetiyle ona hâkim vasıflarını kazandıran Kur’an’ın etkisi altında gelişmiştir. Bu derin etki, Tanzimat’ın ardından Batı medeniyetinin tesiriyle değişen yeni Türk edebiyatında da sürmüştür. Üç dönemden ikincisine verilen çeşitli isimler de bu etkiyi ifade etmektedir. Türk edebiyatının bu dönemi hakkında Osmanlı edebiyatı, divan edebiyatı, eski Türk edebiyatı, klasik edebiyat gibi isimlendirmelerin yanında M. Fuad Köprülü’den başlayarak İslâmî karakterini belirtecek şekilde adlandırılması genel bir kabul görmüştür, Köprülü’ye göre İslâm ümmeti dairesine girmiş kavimler için Kur’an dilinin üstünlüğü ve hâkimiyetiyle Kitap ve Sünnet’in vahdeti bütün güzel sanatlarda olduğu gibi lisan ve edebiyatta da hâkimiyetini gösterdiğinden Türkler arasında şekillenen edebiyat İslâmî bir edebiyat olarak gelişmiştir. Nihad Sami Banarlı da bu dönemi İslâmî Türk edebiyatı şeklinde adlandırmış ve sebebini şöyle açıklamıştır: “Bu edebiyatın ilim ve fikir kaynağı başlangıçta tamamıyla Kur’an’dır. Devrin ilim ve tefekkür hayatı da esasen aynı kaynaktan nemâlanmıştır. “Ümmet çağı Türk edebiyatı” ismini ilk defa ortaya atan ve bu isimle bir de kitap yazan Agâh Sırrı Levend ise, “Eski metinlerde hemen hiçbir sayfa yoktur ki içinde Kur’an’dan bir âyet, Peygamber hadisinden bir cümle bulunmasın ve düşünceler bunlara bağlanmış olmasın” demektedir.
Kur’an, bu edebiyatın şekle ait birtakım özelliklerinden muhtevasına ve bazı türlerin ortaya çıkışına kadar hemen her alanda temel kaynak olmuştur. Hadis, kısas-ı enbiyâ, eski kavimlere dair bilgiler ve tasavvuf şeklinde sıralanabilecek olan diğer kaynaklar da yine Kur’an’la yakından ilgilidir ve ondan doğup gelişmiştir. Bu kaynaklar, Türk edebiyatında manzum ve mensur olarak kaleme alınmış eserlere sadece malzeme temin etmek, muhtevalarını zenginleştirip beslemekle kalmamış, bu eserlerin estetik yönünün teşekkülünde ve sanat değerinin ölçülmesinde de başvurulacak esasları belirlemiştir.
Kur’an Türk edebiyatının edebî sanatlarını, belagat anlayışını temellendirmiş-tir. Arap dilinin belagatı da aslında bir söz mucizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’den ve onu daha iyi anlama zaruretinden doğmuş, belagat ilmi en güzel örneklerini ilâhî kelâmın eşsiz ifadelerinden derleyerek teşekkül etmiştir. Türk dünyasında belagat eğitimi, Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmaniyye’de (İstanbul 1299) Türkçe örnekler vermesine kadar asırlarca Kur’an’-dan ve Arap edebiyatından derlenmiş eserlerin telifi, şerh, haşiye ve ta’likatlarının yazımı ve okutulmasıyla gerçekleştirilmiştir.
İslâmî Türk edebiyatının hayat, ahlâk, âdet ve gelenekler, önemli günler, devrin ilimleri, efsane ve masallar, savaşlar gibi doğrudan dinî olmayan kaynakları da İslâm dininin ve Kur’ân-ı Kerîm’in izlerini aksettirir. Muhtevayı belirleyen bu unsurlara örnek olarak bayramiyye (ıydiyye).ramazâniyye, mi’râciyye gibi türler verilebilir. Hatta hammâmiyye, rahşiyye gibi ilk bakışta dinî Özellik taşımayan türlerde bile konular işlenirken âyet ve hadislerle bunlardan devrin cemiyet hayatına bir kültür ve yaşama biçimi halinde intikal etmiş hüküm ve anlayışlar beyitlere yerleştirilmiştir.
Türk edebiyatının kitap halindeki bilinen en eski metinleri olan Kutadgu Bilig (XI. yüzyıl) ve Atabetü’l-hakâyık (XII. yüzyıl) İslâmî edebiyatın da ilk manzum örneklen olarak muhtevalarını Kur’an’dan almıştır. Bu eserlerdeki âyet ve hadisler ilk defa Türkçe’ye tercüme edilmiş olmaktadır. XI. yüzyılda hazırlanmaya başlanan Türkçe Kur’an tercümeleri, özellikle Türk dilinin kelime kadrosu ve gramerine ait zengin araştırma alanlarından birini teşkil etmektedir. Bu arada diğer bir alan olarak Türkçe tefsirlerin de aynı öneme sahip olduğu ve araştırmacıların ilgisini beklediği belirtilmelidir.
Eski Türk edebiyatında inşâ denilen nesir dilinde Kur’an’ın, cümle yapısından metnin örgüsüne kadar geniş bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Gerek sanatkârane gerekse sade nesirdeki bu durum hakkında Nihad Sami Banarli şöyle demektedir: “Kur’ân-ı Kerîm’in bir seciler ve aliterasyonlar saltanatı içinde söylenen zengin rnûsikili ilâhî lisanı daha İslâm’ın ilk eserlerinden başlayarak gerek Arap gerek İran gerekse Türk edebiyatlarında nesirle söyleyişin mukaddes bir örneği biliniyordu. “Sözlerin en güzeli” olan bu mukaddes örnek, Dede Korkut hikâyelerindeki sade nesirden başlayarak Sinan Paşa gibi büyük sanatkârların elinde çok zevkli eserlerin ortaya konmasına vesile olmuş, Cevdet Paşa’nın kalemiyle XX. yüzyıla ulaşmıştır.
Kutadgu Bilig’in mukaddimesiyle başlayıp Rabgüzî’nİn Kısasü’l-enbiyâ’sıyla gelişerek Anadolu sahasında Behcetü’l-hadâik, Marzübânnâme, Tazarruât gibi eserlerle Veysî ve Nergisî’den Nâmık Kemal, Muallim Naci ve Ziya Paşa’nın eserlerine kadar her devirde çeşitli örnekleri görülen bu nesir tarzı mânayı veciz bir şekilde ifade etmektedir. XX. yüzyılın başlarında mekteplerde öğretilen bu tarzın ne kadar önemli kabul edildiği, II. Abdülhamid döneminde rüşdiyeler için yayımlanmış bir inşâ kitabında yer alan bir bölümde, istişhâd maksadıyla en çok kullanılan âyetlerin ve bunların hangi mânaları ifade etmek için yazıda kullanılabileceğinin gösterilmesinden anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın Türk şiir ve nesrine kazandırdığı bir başka özellik de edebiyatımızda irsâl-i mesel, istişhâd, iktibas gibi adlarla anılan ve bir hususu anlatırken Kur’an âyetlerinden konuyla ilgili olanları tam veya kısmen, bazan da o sûreyi yahut âyeti ya da ona delâlet eden bir kelimeyi zikrederek beyte, mısraa veya cümleye yerleştirme usulüdür: “Hâk-i pâyin olduğum gördü dedi kâfir rakib Taş ile bağrın dövüp ‘yâ leytenî küntü türâb'” beytinde kıyamet gününde kâfirin, “Keşke toprak olaydım” diyeceğini ifade eden âyetle [Nebe 78/40] beytin mânası kuvvetlendirilmiştir. “Nağme-i bülbül yine remz eyledi gülşende kim ‘Hâzihî cennâtü adnin fe’dhulûhâ hâlidîn'” (Ahmed Paşa) beytinde “adn cennetleri [Tâhâ 20/76] ibaresinin başına “hâzini” kelimesi eklenmiş, ardından da, “Ebedî olarak kalmak üzere oraya girin” mânasındaki âyetin bir parçası eklenmiştir. Böylece Sultan Bayezid için yazılmış olan bu bahâriyyedeki beyit, “Bahar geldiğinde gül bahçesinde öten bülbüllerin nağmeleri, İşte bu bir cennet bahçesidir, haydi oraya gir ve ebedî olarak kal’ sözünün sembolik ifadesidir” anlamını vermektedir. Kur’an âyetleri beyitlerde bazan sadece meâlen veya mânaya telmih olarak, bazan “rahmet âyeti, fetih âyeti, secde âyeti” gibi isimlerle, bazan “Tâhâ, ve’l-Leyl, ve’d-Duhâ, Yâsîn, Kevser, İhlâs, Yûsuf, Nemi” gibi sûre adlarıyla, bazan “elif lâm, elif lâm mîm, nûn ve’l-kalem” gibi sûre başlarındaki mukattaât harflerinin isimleriyle, bazan da sadece mânalarının iktibası suretiyle yer almıştır.
Aydınlı Dede Ömer’in tevşih olarak bestelenmiş na’tının makta’ beyti olan, “Ve’d-Duhâ virdine ve’1-Leyl okuram sünbülüne Rûşenî virdi budur küllü gadâtin ve aşiy” beytinde adları zikredilen Duhâ ve Leyi sûrelerinde Hz. Peygamber’in İslâmiyet’i insanlara getirmesi karanlıktan aydınlığa geçişe benzetilerek anlatıldığından bunlar şair tarafından ismen beyte yerleştirilmiştir. İkinci mısraın sonundaki Arapça cümle ise “küllü” kelimesi hariç En’âm (6/52) ve Kehf (18/28) sûrelerinden kısmen iktibas edilmiş âyet parçalarıdır. Ne-sîmî’nin bir na’tındaki, “Vasfını ve’n-Necmi ve’ş-Şemsi Tebârek söyledi / Sânına Tâhâ vü Yâsîn geldi haktan beyyinât” beytinde ise Resûl-i Ekrem’le ilgili belli başlı sûre adları zikredilerek onun vasıflarının bu sûrelerde topluca anlatıldığı ifade edilmiştir.
İslâmî Türk edebiyatının kaynakları arasında yer alan peygamber kıssaları, Türk edebiyatında aynı adla anılan bir edebî türün ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Kur’an’da Yûsuf, İbrahim, Yûnus ve Hûd peygamberler hakkında olduğu gibi müstakil sûrelerde, bazan Hz. îsâ ve Mûsâ gibi peygamberler için çeşitli sûrelerde nakledilen geniş malûmata dayalı olarak, bazan da sadece isimleri veya başlarından geçen ibret verici olayları nakleden âyetlerden faydalanılarak bu peygamberlerle etraflarındaki şahıslar müstakil eserler halinde çoğu mesnevi tarzında yazılmış manzumelerde işlenmiştir. Nitekim peygamber kıssaları içinde en çok sevilen ve “ahsenü’l-kasas” diye nitelendirilen kıssa Yûsuf ve Züleyhâ kıssası olmuştur. Türk edebiyatında bu konuda telif veya tercüme on yedisi elde bulunan otuzdan fazla mesnevinin kaleme alınmış olması türün zenginliğini göstermektedir. Tefsirlerle diğer kaynaklardan, hatta İsrâiliyat’tan da faydalanılarak ayrıntılı biçimde işlenen bu konular netice itibariyle hep Kur’an’a dayanmaktadır. Ayrıca bu kıssalarda zikredilen peygamberlerin nübüvveti, mucizeleri, şahsî özellikleriyle bunların çevresinde yer alan ikinci derecede kişiler ve olaylarla ilgili unsurlar eski edebiyatımızın her tür eserinde, manzume ve beyitlerde mazmun denilen bu edebiyata has bir yapı içinde yerini almıştır. Ali Nihad Tarlan, Şeyhî Divanını Tetkik adlı incelemesinde şairin kaside ve gazellerinde iktibas ve telmih suretiyle yer alan 100’den fazla âyeti. Emine Yeni-terzi de Dîvan Şiirinde Na’t adlı eserinde sadece na’tlarda lafzan yer alan yetmiş beş âyetin metniyle çeşitli divan şairleri tarafından kullanılışına ait değişik örnekler vermiştir.
Türk edebiyatı İçinde tasavvuf ve tekke edebiyatı da muhtevasını Kur’an’dan alarak çok zenginleşmiş ve edebiyatımızın bütününe kaynaklık yapmıştır. Bu sahada Kur’an’ın yeri ve önemini anlamak için ilâhi denilen türe bakmak yeterlidir. “Mağz-ı Kur’an ve lübbü ehâdis” diye nitelenen evliya sözlerinin özellikle manzum olanları ilâhi adıyla anılır. Burada söze “ilâhî” sıfatı verilmekle ondaki rabbânî öze işaret edildiği gibi Kur’an için kullanılan “kelâm-ı ilâhr tanımlamasına da bir atıf yapılmaktadır. Bilhassa tevhid, münâcât, na’t. mi’râciyye, tevşih. mersiye, ilâhi gibi türlerde Kur’an âyetlerinin lafzan iktibas suretiyle beyitlere yerleştirildiğini gösteren pek çok örnek mevcuttur. Bunlar arasında Niyâzî-i MısrFnin “Mushaf-ı hüsnünde yazmıştır edîb-i kâf u nün İnne fî zâlike le-âyâtin li-kavmin yesmeûn” bey-tiyle başlayan gazel-ilâhisi her beytin ikinci mısraı ilkinin mânasını kuvvetle ortaya koyan âyet iktibaslarıyla dikkat çekici bir özellik göstermektedir.
Kur’an yed-i kudret, dest-i kudret, kâtib-i kudretin kalem-i kudretle yazdığı ilâhî bir kitaptır. Türk edebiyatında bu hususu ifade etmek üzere “mushaf. kelâmullah. kelâm-ı kadîm, kelâm-ı mu’ciz-beyan. kitâbullah, kitâb-ı ilâhî, kitâb-ı sun’-ı yezdân. kitâb-ı kâinat, kitâb-ı mu’ciz, ümmü’l-kitâb, furkân” gibi tabirler kullanılmıştır. Meselâ Ahmed Paşa sevdiğinin yüz güzelliğinden bahsederken, “Kitâb-ı sun”-ı yezdan bî-hatâdır doğru bak Ahmed Kalem yazmadı levh üzre çü bir harf-i siyah eğri” beytinde Kur’an’ın hatasız bir ilâhî kitap olduğu anlayışından hareket etmiştir.
Kur’an vahiy yoluyla Hz. Peygamber’e indiği için çok defa onunla beraber anılır, onu temsil ve ifade eder: “Hüsn-i Kur’ân’ı görür insan olur hayran sana Dest-i kudretle yazılmış nüyedir Kur’an sana” (Muallim Naci); “Celb ü cezb etmiş de aşk-ı zü’l-celâli fıtratın Cezbedâr etmez mi sükkân-ı semâyı hasretin Oldu Allah’ın kelâmı rehnümâ-yı devletin Hâke indi gökten istikbal için Kur’an sana” (Makbule Leman). Kur’an ile beraber anılan kavramların başında sûre ve âyet gelmektedir: İsmail Safâ’nın, “Her sûrede sazende-nevadır per-i Cibrîl Her yaprağına dense sezadır peri Cibril” mısralarında Cebrâil-Kur’an alâkası sûre âyet kanatyaprak ilişkisi içinde ele alınmıştır.
Divan ve tasavvuf edebiyatında Kur’an ayrıca Zebur, Tevrat ve İncil’le birlikte zikredilir. Bunun en güzel örneklerini Yûnus’un mısralarında görmek mümkündür: “Tevrat ile İncil’i Zebur ile Furkân’ı Bunlardaki beyânı cümle vücutta bulduk”; “Sen seni ne sanırsan ayruğa da onu san Dört kitabın mânâsı budur eğer var ise”; “Dört kitabın mânâsın okudum tahsil kıldım Aşka gelicek gördüm bir ulu heceyimiş”; “Dört kitabın mânâsı bellidir bir elifte Sen elif dersin hoca mânâsı ne demektir.”
Hz. Ali’nin, “İnsan Kur’an ikizdirler” sözünden hareketle divan şiirinde Kur’an insanı, insanın en değerlisi olan sevgiliyi, sevgilinin güzelliklerinin ifadesi olan yüzünü, bazan saçı, boyu, hatı, gözü, kaşı ve beni gibi unsurlarının temsili maksadıyla mushaf olarak zikredilir. Bütün güzellikler “en güzel yazı (hat), tezhip ve ciltle bir araya getirilmiş sayfalar” demek olan mushafa benzer. Onda mevcut tezyinat, harfler, harekeler, cüz ve hizipler, sûre ve âyetler şairler tarafından bu güzelliğin unsurlarını ifade etmek üzere söz sanatları yapmaya imkân hazırlayan zengin malzemeyi oluşturur. Ahmed Paşa’nın, “Kâtib-i kudret cemâlin mushafin zeyn etmeye Lâciverd ile lebine sûre-i Kevser yazar” beytiyle Hayretî’nin, “Ruh u zülf ü hat u hâli kelâmullahtır yârin Eğer duy-dunsa ey arif emîn-i sırr-ı esma ol” beyti bunun örneğini teşkil eder.
Kur’ân’ı anlamak için açıp okuma, sayfalarına bakma veya göz gezdirme, onu öğrenme ve sevme gibi hususlar âşık-mâşuk-rakib ilişkisi içinde beyitlerde zikredilerek bunlara dayalı teşbih, telmih, mecaz ve istiareler yapılmasına imkân hazırlar. Hayretî’nin sevdiğiyle son görüşmesini anlatmak için söylediği, “Arz-ı hüsn edip veda ettikte söyleştik biraz Yoldaşım son demde îmân ile Kur’an eyledin” beyti bunun örneklerindendir. Eski toplumda Kur’an yalnız dinî müşküllerin halli için başvurulan bir kitap değildir. Niyet ve dert sahipleri sonucun ne olacağına dair meraklarını Kur’an açarak, ona bakarak gidermeye çalışırlardı. Kur’an falı denilen bu âdet çeşitli yönleriyle toplum hayatından şiir ve edebiyata aksetmiştir. Ahmed Paşa’nm, “Mushaf açtım mekteb-i hüsnünde gönlüm tıflına Evvelinden geldi zülfün dalı devlet dalıdır” beytine yansıyan bu anlayış Mehmed Akif’in, “İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için” beytinden anlaşıldığına göre XX. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. Yemin etmek ve inandırmak için “mushaf öpmek, kitaba (keiâmullah) el basmak” da çok yaygın bir gelenektir. Bunun için temiz ve abdestli olmak İcap eder. Kâfirler temiz olmadıklarından kitaba el süremez, hatta bakamazlar. Yine bu sebeple Kur’an açık bırakılmaz, çünkü rakip veya şeytan onu okumaya kalkar. Necati Bey’in, “Bînikâb olma habîbim görmesin yüzün rakib Mushaf açık olıcak derler onu şeytan okur” beyti bunu anlatır.
Batı tesirinde gelişen yeni Türk edebiyatında, divan ve tasavvuf şiirindeki zenginliği aksettiren ve örnekleri yukarıda zikredilenlere benzer beyitler yanında Kur’an’la ilgili olarak müstakil şiirler de yazılmıştır. Fevziye Abdullah Tansel Tanzimat, Servet-i Fünûn ve son devir şairlerinin tanınmış isimlerinden örnek metinler yayımladığı kitabında pek çok örneği bulunan şiirlerden İsmail Safâ’nın, “Bir şahika bâlâsına İnseydi kitabın Ey kâhir-i mübdî Eylerdi serâpâ cebeli havf-i itabın Hâşi’ mütesaddi” mısralarıyla başlayan “Kitâbullah”ı en dikkate değer manzumedir. Mehmed Memduh da çeşitli sûrelerden seçilmiş âyetleri kırk hadisler tarzında birer dörtlük halinde nazma çekmiştir. Min sûreti’t-Tevbe, “Belâdır sekr-i mâl ü mekr-i dünyâ Olur mâlikleri bi’l-cümle halik Hitâb eyler Huda ol gafiline Ve huztüm ke’llezî hâzû ülâik.” Yayımlanan ilk şiirlerinden biri, “Ey nüsha-i canı ehl-i dînin Ey nâsih-i sânı münkirinin” mısralarıyla başlayan yirmi sekiz beyitlik “Kur’ân’a Hitab” şiirinin dışında seçtiği âyetlerin mânasını müstakil manzumeler halinde nazma çeken Mehmed Akif, Safahat’ında bu tarz birçok şiire yer verdiği gibi pek çok beytinde de Kur’an’ı anlatan geleneksel çizgide beyitler kaleme almış, bu sebeple de Kur’an şairi olarak tanınmıştır. Aynı dönemde Ziya Gökalp’in “Tevhid”, “Mevlid Duası”; Mehmed Emin Yurdakul’un “Bu Kitab’dır: Her insana için dışın öğreten” mısraıyla başlayan “Kur’ân-ı Kerîm” ve “Ordudan Bir Ses” şiirleri de konuyla ilgili örneklerdir.
Cumhuriyet’ten sonraki Türk edebiyatında da bazı yazar ve şairlerin eserlerinde Kur’an âyetleri açık ve zımnî olarak etkisini göstermiştir. Bunlar arasında Arif Nihat Asya’nın bazı rubaileri, Ali Ulvi Kurucu’nun Gümüş Tül ve Alevler kitabındaki birçok şiiri, Sezai Karakoç’un Kur-‘an’daki “ölümden sonra diriliş: Ba’s” hükmünün mânasını genişleterek insanlığın dirilişi düşüncesine dayanan pek çok şiiri ve nesir yazıları, Hıran Oflazoğlu’nun âsilere hitaben IV. Murad’a söylettiği, “Kur’an’dır bu” tekrirlerini ihtiva eden söylevi Nazan Bekiroğlu’nun Yusuf ile Züieyha ve İsimle Ateş Arasında adlı romanları sayılabilir.
Ayrıca Behçet Kemal Çağlar’ın “Sûrelerdeki şiiriyeti elden geldiğince kaybetmemeye, metnin havasıyla kavramından ayrılmamaya çalışarak” hazırladığını belirttiği Kur’ân-ı Kerim’den İlhamlar [969] adlı kitabı Cumhuriyet devrinde yaygınlaşan manzum meal çalışmalarına öncülük etmesi bakımından zikre değer bir örnektir.
- Kuran Tercümesi, Çeşitli Dillerde Tercümeleri Tarihi, Hakkında Bilgi
- Kudsi Hadis Nedir, Ne Demek, Anlamı, Özellikleri, Hakkında Bilgi
- Kuran Literatürü Tefsir Çeşitleri, Batı’da Tefsir Araştırmaları, Hakkında Bilgi
- Kur’an İlimleri, Kuran-ı Kerim Bilimleri, Nedir, Hakkında Bilgi
- Kur’an’ın Yorumlanması, Tefsir, Öznellik Sorunu, Değerlerinin Günümüze Taşınması Hakkında Bilgi
- Kur’an’ın -Açıklanması- Dil Bilimi, Metin Tahlili, Tarih Bilgisi, Tarihi Bağlamı, Hakkında Bilgi
- Kur’an’ın Dili, İcazı, Üslubu, Edebi, Özellikleri, Hakkında Bilgi
- Medeni Sureler Nedir, Hangileridir, Surelerin Özellikleri, İsimleri, Hakkında Bilgi
- Mekki Sureler Nedir, Hangileridir, Surelerin Özellikleri, İsimleri, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Muhtevası- Kuran’ın İçeriği, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Mahiyeti- Nedir, Kur’an’ın Nitelikleri, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Tertibi- Kuran Tertib Edilmesi, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Tarihi- Kur’an’ın Tarihçesi, Hakkında Bilgi
- Kur’an -Tarifi ve İsimleri- Diğer İsimleri Nedir, Hakkında Bilgi
- Kur’an ve Kitabı Mukaddes Benzerlikler, Farklılıklar, Hakkında Bilgi
- Kuran Fıkıh, Kuranla İlgili Fıkhi Hükümler, Hakkında Bilgi
TDV İslâm Ansiklopedisi