Muslihuddin Mustafa (ö. 896/1491) Zeyniyye tarikatının Vefâiyye kolunun kurucusu, Şeyh Vefa diye tanınan mutasavvıf, âlim ve şair.
Konya’da doğdu. Lâmiî Çelebi, onun bir kitabın kapağına künyesini Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî el-Med’uv bi-Vefâ şeklinde kaydettiğini ve kendisinin bu kitabı gördüğünü söyler. Bazı müelliflerin babası olarak kaydettikleri Hacı Yahya onun dedesidir. Vefa, İbnülvefâ, İbn Vefa, Vefâzâde, Ebü’l-Vefâ gibi lakaplarla anılır. Ancak şiirlerinde mahlas olarak kullandığı “Vefa” diğerlerinden daha çok yaygınlık kazanmıştır. İbn Vefa lakabını annesinin adı olan Vefâ’dan almıştır. Konya Meram’da onun adına yaptırılan caminin 875 (1470-71) tarihli vakfiye suretinde tam adından sonra “eş-şehîr bi-veled-i Vefa” şeklindeki kaydın dedesi hakkında olduğu, Vefâzâde lakabının dedesinden geldiği ileri sürülmüştür. Ebü’l-Vefâ lakabının Vefa adında bir oğlu olduğu için mi yoksa övgü amacıyla mı söylendiği belli değildir. Bazı kayıtlardan iki oğluyla bir kızının olduğu ve kızını Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin neslinden Şeyh Âbid Çelebi ile evlendirdiği anlaşılmaktadır.
Muslihuddin Mustafa, o dönemde Karamanoğulları’nın elinde bulunan Konya’da başladığı öğrenimini babasıyla birlikte gittiği Osmanlılar’ın başşehri Edirne’de tamamladı. Kaynaklar onun zahir ve bâtın ilimlerine vâkıf, hatta müctehid seviyesinde olduğunu, mûsiki, astronomi alanlarında, vefk hazırlamakta mahareti bulunduğunu kaydettikleri halde tahsil dönemi ve hocaları hakkında bilgi vermez. Edirne’de Debbağlar İmamı diye tanınan Muslihuddin Halîfe’ye intisap eden Muslihuddin Mustafa, daha sonra şeyhinin işaretiyle Zey-niyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el-Hâfî’nİn İleri gelen halifelerinden Abdüllâ-tîf el-Kudsfnin müridi oldu. Seyrü sülûkü-nü tamamlayıp Konya’ya döndü ve irşad faaliyetine başladı. Karamanoğlu İbrahim Bey onun için Meram’da bir cami ve han-kah yaptırdı; ardından kendisi ve mensupları tarafından vakıflar tesis edildi. İlgili vakfiye suretlerinden caminin Muharrem 864’ten önce inşa edildiği anlaşılmaktadır.
Konya’da ne kadar kaldığı bilinmeyen Muslihuddin Mustafa’nın hacca gitmek için Antalya’dan bindiği geminin korsanlar tarafından kaçırılıp Rodos adasına götürüldüğü, kız kardeşi ve bazı arkadaşlarıyla birlikte esir edildiği, Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından fidyesi ödenip kurtarıldığı ve kendisinin bu olaydan sonraki bir tarihte İstanbul’a gittiği kaydedilmektedir. İbrahim Bey’in onun için cami yaptırması ve kendisini esaretten kurtarması dikkate alınarak şeyhin İbrahim Bey’in vefat tarihi olan 868’den (1464) sonra İstanbul’a gittiği söylenebilir.
Muslihuddin Mustafa, İstanbul’da Fâtih Sultan Mehmed’den büyük yardım ve destek görmüş, padişah onun için adına nisbetle Vefa diye anılacak olan semtte bir cami ile çifte hamam yaptırmış, ayrıca içindeki binalarla birlikte caminin yakınında bulunan araziyle Çorlu kazasına bağlı Kepelim köyünü şeyhe temlik etmiştir. Camiyi II. Bayezid’in inşa ettirdiğine dair kayıt doğru değildir. Caminin yanındaki arazide şeyh tarafından derviş hücreleri, kütüphane, dervişler için evler ve imaret niteliğinde bir mutfak yaptırılmış, Fâtih Sultan Mehmed’in temlik ettiği arazileri, bu araziler üzerindeki bazı binaları ve şahsî kitaplarını Receb 890 (Temmuz 1485) tarihinde vakfetmiştir. Vakfiyedeki bu bilgiler, cami ile birlikte derviş hücrelerinin de Fâtih tarafından yaptırıldığına dair kayıtların ve derviş hücreleri, mutfak ve kütüphanenin li. Bayezid tarafından yaptırıldığı şeklindeki görüşlerin doğru olmadığını göstermektedir.
Sadrazam Karamanı Mehmed Paşa ve diğer devlet adamları nezdinde Muslihuddin Mustafa’nın büyük itibarı olduğu, sadrazam başta olmak üzere birçok devlet adamının kendisine vefk hazırlattığı nakledilir. Onun Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid ile hiç görüşmediğine dair kaynaklarda yer aldığı ileri sürülen bilgi bir yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır. Şeyhin sultanlarla görüşmemesi, mensup olduğu Zeyniyye tarikatının prensipleri gereği halvette bulunduğu dönemlerle sınırlıdır. Öte yandan Fâtih’in cenaze namazını kıldırdığı ve bu cenazeye If. Bayezid’in de katıldığı bilindiğine göre Sultan Bayezid ile en azından bu cenaze sırasında görüşmüş olmalıdır. Bununla birlikte şeyhin Fâtih’e nisbetle II. Bayezid ile daha mesafeli bir ilişki içinde bulunduğu söylenebilir. Karamânî Mehmed Paşa’nın kabir taşını Muslihuddin Mustafa’nın hazırladığı belirtilmektedir. Muslihuddin Mustafa ile sadrazam arasındaki bu yakın ilişkiden dolayı II. Bayezid döneminde Muslihuddin Mustafa’nın ve Zeyniyye tarikatının Fâtih devrinde İstanbul’da elde ettiği nüfuz giderek zayıflamıştır.
Muslihuddin Mustafa, “ilâ rahmeti rabbih” terkibinin gösterdiği 896 (1491) yılında vefat etti ve II. Bayezid’in katıldığı cenaze namazının ardından adına yaptırılan caminin naziresine defnedildi. Daha sonra kabri üzerine türbe yaptırılmıştır. Sert görünmesine rağmen çok alçak gönüllü, hoşsohbet, nükteli ve hikmetli konuşan bir kimse olduğu belirtilen Muslihuddin Mustafa’ya birçok devlet adamı, âlim ve sanatkâr mürid olmuştur. Bunlar arasında Sinan Paşa. Molla Lutfı. Bursalı Ahmed Paşa, Şeyhülislâm Zenbilü Ali Efendi gibi ilim ve devlet adamları; Sinoplu Safâyî, Balıkesirli Zatî, Edirneli Sabâyî, Rumelili Semt Hattat Kasım, Hattat Abdülmuttalib b. Seyyid Murtazâ gibi şair ve sanatkârlar sayılabilir. Muslihuddin Mustafa’dan sonra yerine halifesi Şeyh Ali Dede geçmiş, Vefâiyye silsilesi Dâvud Vefâî Rûmî, Abdüllatif Vefâî Rûmî gibi diğer halifeleri vasıtasıyla devam etmiştir.
Muslihuddin Mustafa’nın ölümünün ardından Zeyniyye tarikatında Vefâiyye adıyla anılan bir kol meydana gelmiştir. Bu kolda onun tertip ettiği evrâd okunmuş ve diğer zikirlerin yanı sıra yine onun ihdas ettiği Allah, vâhid, ahad, samed isimlerinin zikriyle soldan sağa dönerek icra edilen ve “Şeyh Vefa devri” diye bilinen zikir şekli uygulanmıştır. Bu zikir tarzına karşı çıkan Şeyhülislâm Molla Gürânî ile Şeyh Vefa arasında bazı ihtilâfların meydana geldiği rivayet edilmektedir. Ayrıca şeyhin Hanefî olduğu halde kıldırdığı namazlarda Şâfiîler gibi besmeleyi açıktan okuması ve celse-i istirâhate oturması başta Molla Gürânî olmak üzere bir grup âlimin iti-razıyla karşılaşmıştır. Ancak şeyhi savunan müridi Sinan Paşa onun müctehid seviyesinde bir âlim olduğunu söyleyerek ulemâyı itirazdan vazgeçirmiştir.
Eserleri
Eserleri
1. Risâle-i Manzûmât-ı Şeyh Ve/â. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerden meydana gelen eserde şiirler konularına göre ayrılmış ve her bölüme başlık konmuştur. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan tek nüshasının kapağında ve son yaprağında bulunan II. Bayezid’in mührü eserin 918’den (1512) önce istinsah edildiğini ve padişah tarafından incelendiğini göstermektedir.
2. Makâm-ı Sülük. Manzum olarak yazılmıştır.
3. Sdz-i İrfan. Ru-bâîler ve diğer manzumelerden oluşan bu eserde mutrip, saz, çeng, nağme, perde, kıl, bem, zahme, zîr gibi mûsiki terimlerinden faydalanılmış ve bu terimlerle ilgili benzetmelere yer verilmiştir.
4. Meîhame-i Şeyh Vefa fi’l-küsûf ve’z-zelzele ve’l-motar ve’l-berd ve ahvâli’l-cevviyyâti’l-uhrâ, Eserde yıldız ve gezegenlerin durumlarına göre insanların davranışları da incelenmektedir. Faysal Okan Atasoy eser üzerinde yüksek lisans tezi hazırlamıştır.
5. Rûznâme, İstanbul’un enlem ve boylamına göre tertip edilmiş cetvellerden meydana gelen eserin birçok nüshası vardır. Kitabı Ayn Ali Efendi Şerh-i Rûznâme-i Şeyh Vefa, Derviş Tâlib Şerh-i Rûznâme-i Cedîd, Abdül-kerîm b. Mahmûd el-Vânî Keremiyye adıyla Türkçe, Tâceddin b. Hatîb Ebü’l-Gays Hüsnü’l-iktiîâ U-halH Rûznâme-i Şeyh Vefa ismiyle Arapça olarak şerhetmiştir. Eserin Miftâh-ı Rûznâme ve Sahîfetü’l-eyyâm isimleriyle yapılmış müellifi bilinmeyen şerhleri de vardır. Rûznâme Derviş Ali Mevlevi el-Anka-ravî tarafından nazma çekilmiştir.
6. Risale fi’r-rub’i’l-müceyyeb. Arabî ayların feleklerde devriyle ilgilidir.
7. Yedi Yıldızın Ahkâmı. Muslihuddin Mustafa’nın sekiz rubâîsi, Cebbarzâde Mehmed Arif tarafından Dâfiu’z-zuîem li-kulûbi’l-ûmem: Şerhu nutki Şeyh Vefa adıyla şerhedilmiş olup eserin müellif nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir. Hoca Sâdeddin Efendi, Muslihuddin Mustafa’nın Hâşiye-i Tecride haşiye (ta’lik) yazdığını ve kendisinin bu eseri gördüğünü söyler. Abdülbaki Gölpınarlı, “Yanayım ey şem’-i rûşen yanayım” nakaratlı sekiz kıta murabbaın Yûnus Emre’ye yanlışlıkla atfedildiğini ve bunların Muslihuddin Mustafa’ya ait olduğunu belirtmiştir Ancak son kıtada Sabâyî mahlasının kullanılmış olması bu kıtaların şeyhin müridlerinden Edirneli Sabâyî’ye ait olabileceğini düşündürmektedir. Sondan bir önceki kıtanın, “Cümle uşşâ-ka Vefa matlûptur” şeklindeki ilk mısraı da manzumenin Muslihuddin Mustafa’nın müridlerinden birine ait olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Muslihuddin Mustafa’ya nisbet edilen iki evrâddan Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan ilkini Kâzım Büyükaksoy neşretmiştir. Bu evradı Muslihuddin Mustafa’nın bizzat bestelediği belirtilmektedir. Ayrıca onun lâdinî mahiyette bazı mûsiki eserleri meydana getirdiği rivayet edilir. Diğer evradı dualarını; namazlarda okuduğu sûreleri ve tavsiye ettiği virdleri ihtiva eder. Sinoplu Safâyi’nin Manzûme-i Vesâyâ-yı Şeyh Vefa adlı eseri muhtemelen Muslihuddin Mustafa’nın sohbetlerinden derlenen bilgilerin nazmedilmesiyle meydana gelmiştir. Burada şeyhi öven şiirler de vardır.
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi