Hırstyanlıkta, Yahudilikte, Tevrat İsa Mesih Kimdir, İnancı, Hakkında

Mesih. Muhtelif dinlerde dünyanın sonuna doğru gelmesi beklenen kurtarıcının Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki adı.

Mesîh kelimesinin aslı Ârâmîce meşiha, İbrânîce mâşiahtır. Sâmî dillerinde müşterek olan kelimenin fiil kökü Arap­ça’da meseha, Asur dilinde maşâhu, Ârâ­mîce ve İbrânîce’de mâşâh olup “el sür­mek, elle sıvazlamak, boyutunu anlamak için eli bir şeyin üzerine koymak, yağ sür­mek, yağla meshetmek” anlamındadır. Mesih terim olarak “yağ sürülmüş, yani yağla meshet­mek suretiyle bir işe hasredilmiş, dinî bir görevi ifaya elverişli hale getirilmiş, dinî bir görevle vazifelendirilmiş, Tann’nın bir görev tevdi etmek üzere el koyduğu kişi” mânasına gelmektedir. Kelime Grekçe’ye christos, Latince’ye christus olarak geç­miştir.

Müslüman dilcilerin çoğu, Kur’an’da on bir yerde ve sadece Hz. îsâ’nın adı veya lakabı şeklinde geçen mesîhin Arapça bir kökten geldiğini kabul etmekle birlikte kelimenin aslının İbrânîce, Ârâmîce veya Süryânîce olduğunu ileri sürenler de var­dır. Kelime, Arapça olduğunu kabul edenlerden bazılarına göre “gezmek, do­laşmak” anlamındaki “şeyh” kökünden türetilmiştir; “mesh” kökünden geldiğini kabul edenlere göre ise kelimenin yu­karıda verilen Sâmî dillerindeki ortak mânalannın dışında “silmek, su ile meshet­mek, temizlemek, düzlemek; yalan söy­lemek” gibi anlamlan da vardır. İslâm kaynaklarındaki rivayetlere göre Hz. îsâ’ya bu ad çok gez­diği, dokunmak suretiyle hastaları iyileş­tirdiği, yağla rneshedilmiş olarak doğdu­ğu, doğduğunda şeytan ilişmesinden ko­runması için Cebrail’in kendisine kana­dıyla dokunduğu, güzel yüzlü olduğu için verilmiştir. İleride gele­cek bir kurtarıcı inancı gerek ilkel ve millî gerekse büyük dinlerde mevcut olup bek­lenen bu kurtarıcı çeşitli isimlerle adlan­dırılmaktadır; bunlardan biri de mesîhtir.

Mesîh telakkisi Yahudilikte çok köklü bir inanç olup yahudi âmentüsünün te­mel unsurlarından biridir. Gerek Eski Ahid’de yer alan ve çeşitli şahıslar tarafın­dan ifade edilen İleride gelecek kurtarıcı müjdesi gerekse yahudilerin seçkin halk oldukları inancı ve bu inançla çelişen ta­rihî olaylar onlarda bir kurtarıcı beklentisi doğurmuştur. Yahudilere göre beklenen mesih henüz gelmemiştir. Hıristiyanlar ise yahudilerin bekledikleri mesîhin Hz. îsâ olduğunu kabul etmekte, ona çeşitli nitelikler atfetmekte ve ikinci defa gele­ceğine inanmaktadırlar.

İbrânîce Eski Ahid’de “maşiah” kelime­si Tevrat’ta dört, Neviim’de yirmi ve Ke-tuvim’de on dört olmak üzere toplam otuz sekiz defa geçmekte, temelde Tanrı tarafından özel bir kuvvetle ve görevle teçhiz edilmiş kişiyi yani kâhini ve kralları hatta peygamberler görevlerine böyle bir ritüelle başlamama­larına rağmen- bazı peygamberleri işa­ret için kullanılmaktadı.

Mesîh kelimesi yahudi kutsal kitabın­da öncelikle kralları ifade etmektedir. Es­ki doğuda kralın kutsal olduğuna, halkın yönetimi ve kurtuluşu için ilâhî bir güçle donatıldığına inanılıyor ve bu inanç bazı ritüellerle ortaya konuyordu ki bunların en önemlilerinden biri de yağla meshe-dilme idi. Bu ritüel kralın Tann’nın ruhu tarafından kuşatılmasını ve onun vekili oluşunu simgeliyor, aynı zamanda krallı­ğın en önemli merasimini teşkil ediyordu. Yağla meshedilme işi yeni bir hanedanın tesisinde ya da tartışmalı bir konuda herhangi birine hak ve gücün tevdii için yapılırdı. Yahudilikte kralın yağla meshe-dilmesine. Tanrı tarafından gönderilmiş hayat verici güç olarak algılanan ilâhî ru­hun eşlik ettiği kabul edilir. böylece kral, Yahve’nin mesîhi, yani herkesin dinen saygı göstereceği kutsal bir şahsiyet olurdu. Tanrı tarafından belirle­nen krala maşiah deniyordu; bu isim Saul, Dâvûd. Süleyman ve çeşitli krallar için kullanılmıştır.

Yahudi kutsal kitabına göre Kral Saul ve Dâvûd, Samuel, Süleyman ise kâhin Tsadok tarafından yağla meshedilmek sure­tiyle krallık görevine başlamıştır. Saul’ün ölümünden sonra Dâvûd zürriyetinin krallığının ebedî olacağı ve Tann’nın ebe­dî olarak yardım edip güçlendireceği be­lirtilip Dâvûd soyuna ayrıcalık tanınınca mesîh kelimesi “Davud’un krallık soyunun temsilcisi” an­lamını kazanmış ve Davud’un tahta vâris olan oğlu için kullanılmıştı. Dolayısıyla zor dönemlerde Dâvûd soyundan üstün nite­likli bir kralın çıkıp İsrâiloğulları’nı kurtaracağı beklentisi doğmuş, meselâ krallık tehdit altında kalınca peygamber Yeremya, Dâvûd soyundan bir kralın gelip halkı kurtaracağını müjdelemiş, peygamber İşaya da Davud’un kral­lığını ebediyen tesis edeceğini belirtmiş­tir. Eski Ahid’de mesîhin çe­şitli nitelikleri sayılmakta, ona sürülen ya­ğın ilâhî tercihin simgesi olduğu, mesîhin ilâhî himaye altında bulunduğu, Tann’nın onu bir evlât gibi kabul ettiği, ona baş kaldırmanın çılgınlık sayıldığı belirtilmekte­dir.

Eski Ahid’in redaksiyon devri kapandı­ğında (m.ö. 220) bu kelime yaşayan bir kraiı işaret için değil, İsrail hükümranlı­ğını yeniden kurmak ve adaletli bir top­lum meydana getirerek insanları kurtar­mak amacıyla gelmesi beklenen kral için kullanılmaya başlanmış ve mesîh zama­nın sonunda ortaya çıkacak eskatolojik bir figür haline dönüşmüştür. Böyle bir şahsiyetin geleceğine dair ümit Tann’nın İsrâiloğulları ile yaptığı ahidleşmedeki verdiği söze, yahudi kutsal kitabında yer alan ve ileride geleceği müjdelenen kur­tarıcı imajına dayanmaktadır. Bundan do­layı mesîh dünyanın sonuna doğru gelme­si beklenen, İsrail’in kurtarıcısı ve Yahve’­nin krallığının kurucusu olan ideal kralı ifade etmektedir.

Hz. îsâ zamanındaki yahudilerin mesîh telakkisini iki kategoride ele almak müm­kündür. Birinci kategori millî ve politik beklentileri içermektedir. Beklenen me­sîh Kral Davud’un soyundan ve krallık ide­aline uygun olacaktır. Buna göre o, ya­bancı (Roma) hâkimiyetini kaldırıp Kral Dâvûd hanedanlığını yeniden kuracak, yı­kılan mabedi yeniden inşa edecek ve sür­gündeki bütün yahudileri tekrar Filistin topraklarına getirecektir. Bu sebeple bek­lenen mesîh bazan güçlü bir askerî lider vasfı ön plana çıkan kral mesîh, bazan da din adamlığı yönü ağır basan kâhin mesîh şeklinde kendini gösteriyordu. Zira Bâbil esareti (m. ö. VI. yüzyıl) sonrasında ruh­ban sınıfı gittikçe geliştiği, artık krallık da olmadığı için başkâhin toplumun lideri kabul ediliyor ve yağla meshediliyordu. Dolayısıyla bir kâhin mesih figürü söz ko­nusu idi; hatta bazı çevreler son zaman­larda biri kral mesîh, diğeri kâhin mesîh olmak üzere iki mesîh beklemekteydiler.

İkinci kategori ise Eski Ahid’de politik bir şahsiyet olmayan ve “insanoğlu” de­nen birinin gelişiyle alâkalıdır. “İnsan veya insana benzer bir kişi” tarzında tasvir edi­len bu şahıs, apokaliptik eserlerde “seçil­miş biri” de denilen tabiat üstü bir şah­siyet olarak yer almaktadır. Daniel kitabı­na göre (7/3 3-14) ona saltanat ve krallık verilmiştir ve onun saltanatı ebedî ola­caktır. Daniel kitabı sonrası apokaliptik literatürde ise o dünyanın sonunda gele­cek, izzet tahtına oturacak, ölümden son­raki dirilişte hüküm verecek, pek çok fe­lâketin ardından yeni bir yeryüzü ve yeni bir semayı veya göklerin krallığını tesis edecektir. Yahudilik’teki bu tür mesîhîfikirler, bazı Kitâb-ı Mukaddes metinlerinin özel yorumlan aracılığıyla ya da apokaliptik vizyonculara gelen vahiy tecrübesiyle ge­lişmiş, daha sonra kıyamet gününe kadar sürecek olan tarih ve yılların hesaplan­ması yoluyla “rasyonel” olarak da geliştirilmiştir.

Öyle görünüyor ki milâttan önce III. asırdan itibaren yahudi mesîh beklenti­leri daha eskatolojik bir mahiyete bürün­müştür; bu beklentiler daha çok, yalnız­ca göklerin krallığının ya da mesîh çağının gelişini sembolize edecek olan kişiler de­ğil aynı zamanda bizzat onu getirecekleri düşünülen ve mesîh oldukları iddiasını taşıyan fertler üzerine odaklanmıştır. Ya-hudilik’teki mesîh telakkisi sadece kutsal metinlerle sınırlı değildir. Ölüdeniz yaz­malarında da geleceği beklenen peygam­ber ve mesîhlerden bahsedilmektedir.

İlk hıristiyanlar mesîhle alâkalı bu ya­hudi fikirlerinin birçoğunu alıp onu îsâ’-ya uygulamış, böylece îsâ Yeni Ahid’de. Eski Ahid’de belirtilen ve yaklaşık olarak milâttan önce 220’den beri yahudi top­lumunda canlılığını sürdüren mesîhî bek­lentilerin gerçekleşmesi şeklinde tanım­lanmış, nihayet mesîh kelimesi havariler döneminde îsâ’nın adı olmuştur.

Yeni Ahid mesîhin millî ve politik liderli­ği özelliğini tamamen reddeder. îsâ, “Be­nim krallığım bu dünya krallığı değildir” demekte politik içerikli olmayan “insanoğlu” tabirini kendisi için kullanmakta ve Davud’un neslinden gel­diğini belirtmektedir. Şu halde Yeni Ahid’-deki mesîh anlayışı Yahudiliğin mesîh beklentilerinin bir kısım özelliklerini kul­lanmakla kalmamış, aynı zamanda ona yeni bazı nitelikler de eklemiştir ki bu özelliklerden birincisi ve en önemlisi şu­dur: Yeni Ahid’de İnsanoğlundan bahse­den metinler açıkça insanoğlunun ölümü ve eziyet çekmesine işaret ederken ya­hudi mesîh anlayışlarında eziyet çekme özelliği insanoğlu ile hiç alâkalandırılmamıştır. İkinci olarak îsâ. Yeni Ahid’de vaad edilen mesîh şeklinde düşünüldüğün­de o, İşaya 53’te zikredilen “Tann’nın ezi­yet çeken kulu” ile özdeşleştirilmiştir. Üçüncü olarak Yeni Ahid’deki mesîhe “Tanrı’nın oğlu” denmekte, Yahudilik’te ise mesîh Tann’nın oğlu diye nitelenme-mektedir. Dördüncü olarak hıristiyanlar îsâ’nın, hayatı boyunca mesîhî beklenti­leri gerçekleştiren bir kişi olduğuna inan­maktadır. O, zamanın sonunda bu bek­lentileri gerçekleştirmek için tekrar gelecektir, yahudiier ise îsâ’yı mesîh kabul etmemektedir.

İsa’nın tebliği, öğretileri ve faaliyetleri “Tanrı’nin hükümranlığının yeryüzüne ge­lişini ilân” şeklinde özetlenebilir. Bu ise insanları tövbeye ve Tann’nın mağfireti­ne daveti içermektedir. îsâ insanlarla bu yolla iiişki kurmuş ve bu yolla günahkâr­ları Tann’nın dostluğuna ve kurtuluşa çağırmıştır. Sözlerinde ve fiillerinde îsâ güçlü bir otorite, Tann’nın kurtuluşa gö­türen elçisi hissini uyandırıyordu. Bu şah­sî otorite, onun “baba” dediği hakim Tanrı ile mevcut olan ya­kın ilişkisine dayanmaktaydı. îsâ bu Tan­rı’nın iyi, inayet sahibi, hakîm ve bağışla­yan olduğunu da vurgulamıştı. Bütün söz ve fiillerinde îsâ kendini açıkça Tann’nın huzurunda ve onun İrade ve kanunu (Tev­rat] dahilinde hissetmekteydi. îsâ’nın söz­leri, Tanrı’mn hükümranlığının mahiyeti ve insanların nasıl yaşaması gerektiğine dair açıklamalardan oluşmakta, ortaya koyduğu mucizevî fiilleri de ilâhî gücün ve O’nun hükümranlığının tezahürü şeklin­de algılanmaktaydı. îsâ’nın ilân ettiği Tanrı’nın hükümranlığı eskatolojik karakter­deydi ve tövbe edenler bu hükümranlığa girebilecekti.

Yeni Ahid’e göre îsâ’nın mesîh olarak kabul edilmesi, her ne kadar o kendini hi­tap ettiği kitlelere böyle tanıtmamışsa da kendiliğinden gelişen bir olgudur. îsâ’nın gerek sözleri gerekse çeşitli uygulama ve mucizeleri sebebiyle çevresindekiler onun mesîhliğini ve aynı anla­ma gelen Dâvûd oğlu oluşunu gündeme getirmişler, hatta mesîh olduğunu açıklaması için onu zorlamış­lardır.

Yeni Ahid’de îsâ’nın mesîh oluşuna işa­ret eden, bir kısmı çarmıha gerilmeden önce cereyan etmiş bazı olaylar vardır. Meselâ Petrus’un kardeşi havari Andreas, başka bir defa da Marta onu mesîh ola­rak kabul etmekte Petrus onun mesîh olduğunu söylemek­te, bunun üzerine îsâ ona sessiz olması­nı ve insanoğlunun eza çekmek zorunda bulunduğunu bildirmektedir. îsâ’nın mesîhliğine işaret eden başka bir hadise de dirildikten sonra havarilere göründüğü za­man Thomas hariç bütün havarilerin bu­nu itiraf etmesidir. Bu olaylar sebebiyle ilk hıristiyan cemaa­ti îsâ’yı kendilerinin yaşayan rabbi olarak tanımıştır. Diğer bir olay ise îsâ’nın Pavlus’a görünmesidir ki bu olaydan sonra Pavlus hakikati tanımıştır.      

Bu örneklere rağmen îsâ, Yuhanna (4/ 26) dışında hiçbir yerde kendisinin me­sîh olduğunu belirtmediği gibi bunu söy­leyenlere de bu konuda sessiz kalmaları­nı öğütlemekte, kendisi için daha çok in­sanoğlu ifadesini kullanmaktadır. Sadece Markos’ta (14/62), Matta (26/64) ve Luka’nın (22/67) hilâfına başkâhinin, “Al­lah’ın oğlu mesîh misin?” sorusuna “evet” diye cevap vermektedir. Hatta îsâ’nm ta­lebeleri ve etrafındaki kişilerin onu bir peygamber olarak gördüğüne dair Yeni Ahid’de çeşitli ifadeler bulunmaktadır. Ayrıca bizzat îsâ kendisi hakkında peygamber ifadesini kullanmaktadır, ancak yine de hıristiyan topluluğu Tann’nın mesîhî kurtuluşu îsâ’nın şahsında gerçekleştir­diğine kanidir.

Hıristiyan inancına göre îsâ’nın mesîh olarak kabul edilmesinde en etkin faktör havarilerin îsâ’nın ölümünden sonraki inanç ve telakkileri olmuştur. Onlar, çar­mıha gerilmiş îsâ’nın yeniden hayata ka­vuştuğunu ve bazı kişilere göründüğünü iddia etmiştir. Petrus, haça gerilip dirilen îsâ’nın Allah tarafından hem rab hem de mesîh kılındığını söylemiştir. îsâ’nın çarmıha gerilmesinin ardından insanlara görünmesi, önceleri sadece bu iddiada bulunan kişilere mah­sus olarak düşünülmüşken daha sonra hıristiyan topluluğu îsâ’nın yeniden diril­mesini onaylamıştır. Bu aynı zamanda îsâ’nın mesîh olduğunun delili sayılmış, böylece îsâ inanan topluluğun yaşayan rabbi olarak tanınmıştır.

îsâ’dan önceki iki asırdan daha fazla bir süre boyunca yahudi inanç ve dindarlığı çeşitli mesîhî beklentileri bilmekteydi, fa­kat onlar zafere ulaşmış bir mesîh yerine çarmıha gerilmiş birini hiç düşünmemiş­lerdi. Halbuki Yeni Ahid’in her tarafında mesîh kelimesi îsâ’nın ölümü ve yeniden dirilmesiyle irtibatlı olarak yorumlanmış­tır; özellikle Markos mesîhin çarmıha ge­rilmiş biri olduğunda ısrar etmiştir. îsâ’­nın gerçek kimliği çilesi ve ölümüyle ken­dini göstermiştir. Bu mesîh anlayışı hı­ristiyan düşüncesine göre ilâhî rahmete işaret etmektedir. Zira Tanrı insanlığın daha fazla günah içinde kalmasına rıza göstermemiş, insanlığın günahına kefa­ret olmak üzere biricik oğlunu gönder­miştir.

İnsan-ilâh ilişkisine dair temel kaynak olarak Tevrat’ı gören yahudiier Hıristiyan­lığın bu yeni mesîh anlayışını sorgulamışlardır. Ancak bu yeni anlayış aynı zaman­da, Yahudiliğin dar kurtuluş fikri yerine evrensel kurtuluş fikrine doğru önemli bir adımdı, zira İncİller’e göre kurtuluş herkes içindir. Kısaca Yahudilik’te esasen bilinen kurtuluş fikri yabancıları da (gentile) içine alarak evrenselleştirilmiş, daha sonraları Hıristiyanlık yabancıların dini haline gelmiştir.

Hıristiyanlık kendi yahudi geçmişindeki bir kısım Özellikleri muhafaza etmiş. İbrânîce Eski Ahid’i kendi açısından okuya­rak muhafaza etme yoluna gitmiştir. Di­ğer taraftan Yahudilik’teki kurban etme ve acı çekme gibi kavramlar, Pavlusçu ila­hiyatta îsâ’nın kendini haçta feda etmesi ve bunun günahlara kefaret olarak sayıl­ması doktrinlerine çevrilmiştir. Hıristiyan­lık seçilmiş insan fikrini korumuş, fakat onu ırk ve bölgenin ötesine genişleterek herkesin Tann’nın kulu olabileceği konu­muna getirmiş. Yahudiliğin apokaliptik geleneğinin unsurlarını muhafaza edip onu antik hıristiyan topluluğunun sabırla beklediği, îsâ’nın ikinci gelişine uygulamıştır.

Mesîh unvanı îsâ’ya onun tekrar diril­mesinin ardından verilmiş ve artık onun ikinci ismi olmuştur. îsâ’ya bunların ya­nında iki unvan daha verilmeye başlan­mıştır ki bîri “rab” (Yunanca kurios), diğeri ise Matta ve Yuhanna tarafından kullanı­lan “Tann’nın oğlu” unvanıdır. Sağlığında îsâ Tanrı’ya “baba” ismiyle hitap etmiş­tir. Halbuki ilk hıristiyanlar îsâ’nın dün­yayı kurtarmada Tanrı ile şahsî olarak öz­deşleştiğine inanmışlardır. Bir zamanlar fiiliyatta birliktelik şimdi şahsiyette bir­liktelik olarak yorumlanmış, sonraları ona Tanrı’nın biricik oğlu ve sadece Tanrı den­meye başlanmıştır. İlk hıristiyanlar İçin yeniden dirilen mesîhin daha önce ma­nevî alanda bir varlığı söz konusuydu; bu ise îsâ ile ilgili birçok hıristiyan doktrini­nin gelişmesine sebep olmuştur.

îsâ’nın mesîh olarak yorumu, yahudi-hıristiyan anlayışından başlayıp gnostik anlayışa ve bu İkisi arasında kendilerine Doğu hıristiyanları diyenlere kadar teolojik farklılıklara uzanan bir zeminde büyük bir çeşitlilik arzeder. Hıristiyan toplumları otonom bir varlığa sahip oldukları müd­detçe bu tür farklılıklara devamlı müsa­maha gösterilmiştir. Ancak millî kilisenin ve imparatorluk kilisesinin organizasyo­nu ve bunun 314 yılı civarında devlet ta­rafından kabulünün ardından birliğin, disiplinin ve itaatin formları Roma ve İs­tanbul’da merkezîleşen yeni dinî otorite tarafından tesis edilmiştir. İmparatorluk devlet otoritesi tarafından 325’te topla­nan İznik Konsili ve kilise nihayet inanan­ların beden, zihin ve ruhlarında otorite iddia etmiş ve kiliseye mutlak İtaati em­retmiştir. Dolayısıyla Hıristiyanlığın mü­esseseleşmesinden sonra, dinî otoriteyi temsil eden kilise yönetimi ve konsiller, inanç ve uygulama esaslarını belirlemiş, farklı ve aykırı yorum ve davranışları din dışı ilân etmiştir. Bugün hıristiyan mez­heplerinin Hz. îsâ ve Mesih’le ilgili tarihî süreç içinde çeşitli tartışmalar sonunda ortaya konmuş inançları vardır.

Kur’an’da mesîh, Hıristiyanlık’ta oldu­ğu gibi Hz. îsâ’nın ölümünden sonra di­rilişi üzerine kendisine verilmiş bir sıfat olmayıp doğumundan itibaren onun için kullanılmıştır. Kavram Kur’ân-ı Kerîm’de Hıristiyanlık’taki anlamıyla yer almamak­ta, îsâ’nın kendisinden önce gelenler gibi bir peygamber olduğu vurgulanmaktadır. Bazı hadislerden hareketle Hz. îsâ’nın kı­yamet alâmetleri kapsamında tekrar yer yüzüne döneceğini ifade eden anlayış, âlimler arasında tartışmalı bir husustur. Müslüman milletlerin edebiyatlarında Hz. îsâ Mesîh, Mesîh İbn Meryem, Mesîh-i îsâ adlarıyla yer aldığı gibi Türk-İslâm edebiyatında bunların yanında diğer isim ve lakaplanyla pek çok manzum-mensur eserde işlenmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski