- Hz. Muhammed -İbadet Hayatı ve Hukuktaki Yeri-
- Hz. Muhammed -Örnekliği-
- Hz. Muhammed Mucizeleri
İslâm’da imanın üç temel esasından birini nübüvvet konularının (diğerleri ulûhiyyet ve âhirettir) teşkil ettiği bilinmektedir. Kur’an’da Resûl-i Ekrem’in nebîlik konumuna temas eden âyetlerin bir kısmında onun peygamberler silsilesinin son halkasını oluşturduğu [Ahzâb 33/40] peygamberlere gelen ilâhî emir ve yasaklan tebliğ edip fert ve toplumları manevî arınmaya tâbi tutma, onlara kitap ve hikmeti öğreterek hak dini yaşayacak bir olgunluğa kavuşturma görevinin Hz. Muhammed’e de verildiği ifade edilmektedir.[Şûrâ 42/13; Cuma 62/ 2-3] Bütün semavî din mensuplarının hürmetle anıp sahiplendiği Hz. İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi inşa ederken sonraki toplulukların içinden bu görevleri ifa edecek bir elçi göndermesini Allah’tan dilemiştir.[Bakara 2/129] Nübüvvetinin geçmişle bağlantısının ne olduğu hususunda sorulan bir soruya Hz. Peygamber’in verdiği cevap ilgili âyetlerin bir açıklaması mahiyetindedir: “Nübüvvetimin tarihî kaynağı atam İbrahim’in duası ve isa’nın benim peygamber olarak gönderileceğimi müjdelemesidir. Yine Resûl-i Ekrem, kendisinin diğer peygamberlerle olan münasebetini mükemmel inşa edilen, fakat bir tuğlası eksik bırakılan binaya benzetir. Sâffât sûresinde Hz. Nuh’tan itibaren bazı peygamberlere ismen selâm okunduktan sonra Allah’ın bütün elçilerine selâm gönderilmiş, buna bağlı olarak Hz. Peygamber de, “Bana selâm okuduğunuzda Allah’ın diğer elçilerine de selâm okuyun, zira ben de onlardan biriyim” demiştir. Bu âyet ve hadisler bütün peygamberlerle birlikte Hz. Muhammed’e de iman etmenin gereğini ortaya koymaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de. Hz. Muhammed’in nübüvvetle görevlendirilip gönülleri gerçeklere açık olan topluluklara gönderilmesi ilâhî bir lütuf diye nitelendirilmekte [Âl-i İmrân 3/164] onun tebligatı ve oluşturduğu inançlı toplum, bunların tarih içinde oynadığı rol bütün insanlık için bir rahmet olarak değerlendirilmektedir.[Enbiyâ 21/107]
Resûl-i Ekrem’in Kur’an’ın muhtevasında çok önemli bir yer tuttuğu görülür. Kur’ân-ı Kerîm’de çoğul sîgasıyla gelip Hz. Muhammed’ide kapsayan 170 civarındaki âyette “resul” ve “nebî” kelimeleri geçmekte, ayrıca Peygamber’in kendisi kastedilmek üzere resul 171, nebî de otuz dokuz defa tekrarlanmakta, yirmi beş kadar âyette de “irsal” kalıbından fiillerle risâlet görevi ona nisbet edilmektedir. On üç âyette “yâ eyyühe’n-nebî”, iki âyette “yâ eyyühe’r-resûl” hitabı yer almaktadır. Mâtürîdî, Allah’ın bütün peygamberlere kendi isimleriyle hitap ederken Muhammed aleyhisselâma “ey resul, ey nebî” diye hitap etmesini onun diğerlerine üstünlüğünün işareti olarak kabul etmiş, onun bu görüşü talebesi Ebü’l-Leys es-Semerkandî vasıtasıyla Kâdî İyâz’a da intikal etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de dört âyette Muhammed ismi yer almaktadır. Bunların ikisinde “resûlullah” tabiri geçmekte [Ahzâb 33/40; Feth 48/29] birinde resul olduğu ifade edilmekte [Âl-i İmrân 3/144] birinde de dünya ve âhiret mutluluğuna erişmek için Muhammed’e inanmak şart koşulmaktadır.[Muhammed 47/2] Diğer bir âyette, Hz. îsâ’nın kendisinden sonra gelecek resulü müjdelerken onun adının Ahmed olacağını söylediği bildirilmektedir [Saf 61/6] Seksen altı âyette Allah ve Muhammed kastedilerek resul kelimesi vav edatı ile bir arada zikredilmiş, on yedi âyette de “bizim resulümüz”, “O’nun resulü” anlamındaki terkipler yer almıştır. Kur’an’da ikinci ve üçüncü şahıs olarak Hz. Pey-gamber’le bağlantılı zamirlerin sayısı binleri bulmakta, ona yönelik “kul” (de ki) hitaplarının sayısı 300’ü aşmaktadır. Ezan içinde yer alan Muhammed ismi yirmi dört saatin her anında Allah adıyla birlikte anılmaktadır. Buna çeşitli münasebetlerle tekrarlanan kelime-i tevhid ve keli-me-i şehâdeti. farz namazlardan önceki ikâmette, ayrıca namaz içindeki Tahiyyat, Saili ve Bârik dualarında nebî ve Muhammed isminin tekrar edilişini eklemek gerekir. Çok defa dikkat çekmeyen bu iç içe sistem Hz. Peygamber’in dindeki konumunu göstermektedir.
İnsan sadece maddî sıkıntılarının giderilmesiyle huzur bulamamakta, manevî desteğe de ihtiyaç duymaktadır. Tarih dinin bu desteklerin başında yer aldığını ortaya koymaktadır. Resûl-i Ekrem de yakın ve uzak muhataplarının bu ihtiyacını derinden hissetmiştir. “Tebliğ ettiğin ilâhî mesaja inanmayacaklar diye neredeyse kendini helak edeceksin [Kehf 18/ 6; Şuarâ 26/3] “Kur’an’ı sana güçlük çekesin diye değil kalpleri etkilenip ürperecek kimseler için bir uyarıcı olarak indirdik [Tâhâ 20/2-3] mealindeki âyetler bu gerçeğe işaret etmektedir. Müfessirler, Hicr sûresinde görülen (15/72) “hayatın hakkı için …” anlamındaki hitabın Resûl-i Ekrem’e Allah’ın bir iltifatı sayıldığını, böyle bir mazhariyetin başka hiçbir peygambere nasip olmadığını İfade eder.[474] Eski peygamberlerin hitap ettiği kavimler çoğunlukla iman etmedikleri için helak edildiği halde Hz. Muhammed’e, kendisi kavminin içinde bulunduğu sürece onların dünyevî bir cezaya mâruz bırakılmayacağı bildirilmistir.[Enfâl 8/33] Mi’rac dolayısıyla İsrâ ve Necm sûrelerinde Resûlullah’ı yüceltici ifadeler kullanılmış, Kevser sûresinde birçok iyilik ve güzelliğin ona verildiği zikredilmiştir. Bu sûrede yer alan Kevser ile İsrâ sûresinde (17/79) Resûl-i Ekrem’e vaad edüen makâm-ı rnahmûd bir arada düşünüldüğünde Peygamberin getirdiği mesajın dünya var oldukça etkinliğini sürdüreceği yolunda bir sonuca ulaşmak mümkündür.
Bütün peygamberler hitap ettikleri toplumları eğitime tâbi tutmakla görevlendirilmiştir. Çeşitli âyetlerde Resûl-i Ekrem’e muhataplarını manevî kirlerden temizleyip arındırması yolunda faaliyet göstermesi, huzur ve sükûnete kavuşmaları yönünde kendilerinin de şahit olacağı şekilde dua ve niyazda bulunması emredilmiş şahsına karşı işleyebilecekleri kusurları affetmesi, ayrıca günahlarının bağışlanması için Allah’tan mağfiret dilemesi istenmiştir.[Âl-i imrân 3/1 59; Nûr 24/62; Muhammed 47/ 19; Mümtehine 60/12] Âyetlerde Peygamber ile münasebetleri konusunda topluma da sorumluluklar yüklenmiş, fertlere Allah tarafından görevlendirilen bir elçinin mutlak itaatle karşılanması gerektiği hatırlatılmış, günah işlediklerinde Peygamber’e başvurup af dilemeleri, Peygamber’in de kendileri için bağışlanma talebinde bulunması halinde Cenâb-ı Hakk’ı fazlasıyla bağışlayıcı ve merhametli bulacakları bildirilmiş [Nisâ 4/64] ayrıca müminlerin resuiün duasını istemeleri tavsiye edilmiştir.[Tevbe 9/99]
Çeşitli âyetlerden hareketle bir müslü-manın Resûl-i Ekrem’e karşı görevlerini, dolayısıyla gerçek bir mümin olmasının şartlarını ona inanmak, itaat etmek, onun izinden gitmek, onu sevmek ve salâtü selâmla anmak şeklinde beş kategori halinde sıralamak mümkündür. Kur’an’da Hz. Peygamber’in risâletinin bütün insanları kapsadığını belirten âyetin devamında Allah ile birlikte resulüne de iman edilmesi emredilmiş [A’râf 7/158] bu emir başka âyetlerde iman ve itaat şeklinde tekrarlanmıştır [Âl-i İmrân 3/32; Nisâ 4/ 136] Kur’ân-i Kerîm’in on iki yerinde emir şeklinde, beş âyette fiil kalıplarıyla Allah’a itaatle resulüne itaat beraber zikredilmiş resule itaat edenin Allah’a itaat etmiş sayılacağı belirtilmiş, Allah ile birlikte resulüne itaatin kadın ve erkek müminlerin şiarı olduğu bildirilmiştir.[Tevbe 9/71] Kâdî İyâz, Cenâb-ı Hakk’ın bu tür âyetlerde kendi ismiyle resulünün ismini, kendisine itaatle resulüne itaati iştirak ifade eden atıf “vâv”ı ile yanyana getirdiğini, böyle bir bağlantının Hz. Muhammed’-den başkası için mümkün olmadığın! kaydetmiştir.
Kur’an’da her şeyi kuşatan ilâhî rahmetten faydalanacak kimselerin nitelikleri belirtilirken Tevrat’ta ve İncil’de kendisine atıfta bulunulan ve ümmî bir nebî olan resule tâbi olmalarından söz edilir böylece yahudilerle hıristiyanların da ona inanmaları gerektiğine işaret edilir. “De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” mealindeki âyet [Âl-i İmrân 3/31] Hz. Peygamber’in Asr-ı saadetteki muhatapları yanında bütün insanlığa bir çağrıdır. Ayrıca meşakkatli Tebük Seferi’ne katılan muhacir ve ensar gruplarının “zor gününde nebîye uyma” sınavını başardıkları için ilâhî rahmet ve yakınlığa lâyık görüldüğü bildirilmektedir. Bu olayla ilgili âyetlerin sonuncusunda, “Medine halkına ve onların çevresindeki bedevî Araplar’a Resûlullah’tan geri kalmaları ve onun hayatından önce kendi hayatlarını düşünmeleri yakışmaz” denilmek suretiyle Hz. Peygamber’e gösterilmesi gereken saygı ve bağlılık vurgulanmıştır.[Tevbe 9/1 17-120]
Diğer nebilerin yanında Hz. Muhammed’in de muhataplarının hak dini benimseyip ebedî mutluluğa erişmelerini gönülden arzu etmesi ve bunun gerçek-leşmemesinden derin üzüntü duyması onun insan sevgisinin bir göstergesidir. Resûl-i Ekrem insanların Allah’ı tanımalarına ve sevmelerine aracı olduğuna göre [Âl-i İmrân 3/31] hem yaratanı hem yaratılmışı seven bir insandır. Kendisi “habîbullah” olduğunu, fakat bunu övünme vesilesi kılmadığını söylemiş habîbullah nitelemesi müslümanların “resû!ullah”tan sonra en çok tekrar ettikleri vasıf olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber’in müminlere kendi canlarından daha yakın olduğu [Ahzâb 33/6] sıkıntıya düşmeleri halinde üzülüp üzerlerine titreyen, şefkat ve merhamet gösteren bir duyarlılığa sahip bulunduğu [Tevbe 9/128-129] ifade edilmektedir. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem muhatapları karşısındaki konumunu, ateşe düşmekte ısrar edenleri bellerinden yakalayıp kurtarmaya çalışan kimsenin durumuna benzetmiştir.
Ebû Abdullah el-Halîmî. Resûlullah’ın özelliklerini bilen aklıselim sahibi birinin onu babasından ve hocasından daha çok sevmesi gerektiğini söylemiş, bu da bazan sevginin sevilenden beklenilecek menfaatlerden kaynaklandığına işaret etmiş, ancak Peygamber sevgisinin bu merhaleyi aşarak tazim ve hürmet derecesine yükselmesinin lüzumunu belirtmistir. Resûl-i ekrem, muhtemelen övünç vesilesi olarak algılanmaması ve sonraki dönemle Hıristiyanlık’ta görüldüğü gibi aşırı tepkilere yol açmaması için kendisinin üstünlüğünü dile getiren beyanlara fazla vermemişse de birçok hadis mecmuasıda Peygamber sevgisine dair bazı ifadeleri mevcuttur. “Sizden hiçbiriniz ben babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz” mealindeki hadis bunlardan biridir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş peygamberlere, seçkin kullara ve cennet ehlim Resûlulah’ın selâmı ifade edildiği gibi Al!; ve meleklerinin Peygamber’e salât e leri bildirilerek müminlerden de ona: salâtü selâm getirmeleri istenmiştir.[Ahzâb 33/56] Allah’ın birine salâtı “raht günahlardan arındırma, manevî makamını yüceltme” mânasına kabul edilmiş, meleklerin ve müminlerin salâtı da o kir nin bağışlanıp yüceltilmesi şeklinde yorumlanmıştır. Namazlarda tekrar edilen Tahiyyat sırasında Allah’a, Peygamber’e, namaz kılanların kendilerine ve Allah’ın bütün : kullarına salâtü selâm okunur, ardır Resûl-i Ekrem’e ve Hz. İbrahim’e öze salât ve bereket dualarında bulunulur tür metinler Hz. Muhammed’in ki sünnet. İslâm inancı ve dolayısıyla İbadetteki konumunu göstermektedir.
Müminlerin Hz. Peygamber’e karşı görevleri sıralandıktan sonra belirtili gereken bir husus da ona karşı saygızlık gösterilmesine izin verilmeme; Bütün peygamberler, inkarcıların I kuvvete dayanan reaksiyonlarının ya ra psikolojik eziyetlerine de mâruz kalmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de “nebîye vey lah’a ve resulüne eziyet” diye ifade edilen, dünyada ve âhirette lanete ve t verici cezaya sürükleyeceği haber ve bu davranış [Tevbe 9/61; Ahzâb 57] II. (VIII.) yüzyıldan itibaren gündeme getirilmiş, muhtemelen ilk defa Kâdi tarafından derli toplu olarak ele alınmıştır. Peygamber’e eziyet alay, küçümseme, çekiştirme, ayıplama, iftira, aile hayatını karalama vb. şekillerde olabilir. “Seb” ve “şetm” (dil uzatma, ta’netme, şahsiyetini zedeleyici asılsız eleştiriler yapmal kelimeleriyle ifade edilen bu tür eziyetler dinî ve ahlâkî hayata maddî eziyetlerden daha büyük zararlar getirebilir. Âlimler Hz. Peygamber’e dil uzatan müşrik, münafık, inkarcı ve bozguncuların zararlarını ortadan kaldırmak için bazı maddî müeyyideler belirlemiştir.
Kur’an’da Cenâb-ı Hakk’ın, resulü Muhammed’i bütün dinlere hâkim olacak hak dinin nebîsi olarak gönderdiği [Feth 48/28-29] onu peygamberlerin sonuncusu yaptığı [Ahzâb 33/40] Kur’an’ı bozulmak ve yok olmaktan koruyup kendi muhafazası altına aldığı [Hicr 15/9] hak dinin son halkasını teşkil eden İslâmiyet’i nihaî şekline erdirdiği [Mâide 5/3] ve ondan başka din arayışına kalkışanın bu davranışının asla kabul görmeyeceği [Âl-i imrân 3/85] ifade edilmiş, bu suretle Resûluilah’ın son peygamber olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca bunu belirten birçok rivayet hadis kitaplarında yer almıştın. Hz. Muhammed’e verilen risâletin evrenselliği çeşitli âyetlerde belirtilmektedir.[A’râf 7/158; Enbiyâ 21/107; Sebe’ 34/28] Son peygamberin nübüvvetinden günümüze kadar geçen on dört asırlık zaman içinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkanlar olmuşsa da bu hareketler sapkınlık olarak değerlendirilmiş ve iddia sahipleri kitleleri etkileyememiştir. Bu sosyolojik realite sözü edilen faaliyetlerin ilâhî irade ve planla da bağdaşmadığını göstermektedir.
Allah nezdinde makbul ve seçkin insanlar olan peygamberlerin arasında üstünlük farkının bulunduğu Kur’an’da bildirilmiştir.[Bakara 2/253; İsrâ 17/55] Resûl-i Ekrem, övünç vesilesi yapmadan kendisinin insan türünün ve kıyamet gününün efendisi olduğunu söylemekle birlikte, Yine, “Meryem oğlu îsâ aşırı bir şekilde övüldüğü gibi beni de övmeye kalkışmayın” demiş ve konuşması sırasında onu överken aşırılığa kaçan bir sahâbîyi uyarmıştır. Kâdî İyâz, Hz. Peygamberin beyanları arasındaki farklılığı tevazu gösterme, diğer peygamberlere bir nakısa getirmeme ve esasen nübüvvetle risâletin kendisinde bir üstünlük tercihinin bulunmaması gibi sebeplerle açıklamıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş peygamberler için “abd” ve “beşer” kelimeleri kullanılmış, on âyette Resûlullah’tan abd olarak söz edilmiş, ayrıca beşer olduğunu söylemesi emredilmiştir. Bu husus birçok hadiste de yer almıştır. Resûl-i Ekrem kendisine hürmette aşırıya kaçılmasını menetmiş ölüm döşeğinde iken, peygamberlerinin kabrini mâbed edinenleri ağır bir dille yermiş, müslümanları böyle bir davranıştan sakindırmıştır.
İslâm dininde Peygamber sevgisine büyük önem verilmekle birlikte bütün sevgilerin üstünde Allah sevgisinin bulunduğu özellikle belirtilmiştir.[Bakara 2/ 165] “Bir şeyi aşırı derecede sevmen gözünü kör, kulağını sağır edebilir” mealindeki hadisin de işaret ettiği gibi Peygamber sevgisi onun gerçek hayatı, şahsiyeti ve dindeki konumuyla paralel olmalıdır. Ehl-i kitap, aslında tek tanrı inancına sahip olduğu halde peygamberlerine beşer üstü bir konum biçmiş, böylece tevhid ilkesini zedelemiştir.[Tevbe 9/30] İslâm tarihinde Hz. Peygamber’i tanrılaştırmaya kadar giden inanç grupları ortaya çıkmamişsa da onun gerçek hayatı, şahsiyeti ve konumuyla bağdaşmayan bazı aşın telakkiler bilhassa halk kitleleri arasında etkili olmuştur. Zaman zaman yabancılar tarafından Resûl-i Ekrem’in şahsiyetiyle ilgili yakıştırmalar ileri sürülmüş, bunun yanında Peygamber’i yüceltme amacıyla asılsız rivayetler ve hayal ürünü malzemeler de üretilmiştir. Aklî ve naklî ilimler alanında uzman olan bir kısım âlimler dahi Resûlullah’a dair haber ve rivayetlerde bazı yanlışlıklara düşmüştür. Nitekim Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc il şu’a-hi’l-îmûn adlı eserinin Peygamber sevgisine ayırdığı bölümlerinde sahih olmayan birçok rivayeti toplamıştır. Aynı şey. Kâdî İyâz’ın eş-Şifâ3 ve Süyûtî”nin el’Haşâ\şü’l’kübrâ adlı eserleri için de söz konusudur. Süyûtî, el-Le’âli’l-maşnüVsında mevzu olduğuna hükmettiği rivayetlerle ilk dönem muhaddislerinin zayıf veya mevzu kabul ettiği nakillerine bile bu eserinde yer vermiştir. Hz. Muhammed’in şahsiyetini doğru olarak bilip tanımak, iman ve gönül hayatını ona göre düzenlemek her müslümanın önemli görevlerinden biridir. Zira Muhammed aleyhisselâmın Kur’an ve Sünnet ile sahih siyer kitaplarında yer alan gerçek şahsiyeti taklit edilip uyulması mümkün olan en güzel örnektir.
TDV İslâm Ansiklopedisi