Mısır’ın Yavuz Sultan Selim tarafından 922 Zilhiccesinde (Ocak 1517) fethiyle başlayan Kahire’de Osmanlı devri, görünüşe göre 1914’te sona ererse de fiilen XIX. yüzyılın başında etkisini yitirmiştir. Bundan önceki Memlûk hâkimiyeti boyunca Mısır Akdeniz’in doğu havzasının ana merkezi olmuş, Kahire ise Doğu dünyasının en önemli şehirlerinden biri özelliğini kazanmıştı. Roma ve Venedik’i başka şehirlerle kıyas edebilecek derecede iyi tanıyan seyyah Felix Fabri 1483’te Kahire’yi bütün dünya şehirlerinin en büyüğü ve meşhuru, dünyadaki en harika bir şehir olarak belirtir.
Osmanlı Kahiresi hakkında çeşitli araştırmacılar tarafından genellikle olumsuz fikirler ileri sürülmüştür. Bu husus, Osmanlı dönemiyle ilgili küçümseyici bir tavrı yansıttığı kadar Osmanlı Kahiresi’nin Memlükler’e ait metropol ve onun âbidevî azametiyle karşılaştırılmasından kâynaklanmaktadır. Mercel Clerget klasikleşmiş eserinde, “Şehir anlaşılmaz bir şekilde yavaş yavaş sönüyor, ölmeye yüz tutuyor. Şaşaalı mazisinin kalıntıları yıkılmaya terkediliyor” demektedir. Söz konusu fikirleri doğrulamak için çeşitli deliller de sıralanmıştır. Bunlara göre Kahire, bütün Ortadoğu’yu kaplayan bir sultanlığın başşehri iken bir eyaletin merkezi durumuna indirilmiş, böylece gelir kaynaklan küçülmüş ve sonraki yılarda Babıâli’nin aldığı vergilerle bu kaynaklar daha da azalmıştır. Geniş ölçüde Doğu ticareti üzerine kurulmuş olan ülke ekonomisindeki çöküş Portekizlilerin Hindistan’a ulaşması sonucu doruk noktasına varmış, kurulan sert rejim zihnî ve kültürel tembelliğe yol açmıştır.
Bugün Osmanlı Devleti hakkında sahip olunan daha düzenli malûmat ve Osmanlı arşivlerinin (mahkeme belgeleri, merkez arşivleri] sağladığı kesin bilgiler Osmanlı Kahiresi’nin mahiyetini artık daha doğru tesbite imkân vermektedir. 922’den (1517) itibaren Mısır’da kurulan siyasî idarenin uzun süre tasvir edildiği gibi hiçbir şekilde haksızlık ve zulüm sistemi olmadığı, Osmanlı Devleti’nin ülkenin gelir kaynakları üzerinden aldığı payın toplam kaynakların çok cüzî bir kısmını oluşturduğu, ayrıca valiler veyönetici sınıfın gerek kendi Özel giderleri gerekse dinî, sosyal ve kültürel nitelikli harcamalar için aldıkları vergileri sonuna kadar mahallinde kullandıkları bilinmektedir. Mısır’ın ekonomisi, Batılı müelliflerin yazdıklarından farklı olarak 1500’lerde birden bire çök-mediği gibi kârlı baharat ticareti de XVIII. yüzyıla kadar sürdü ve yavaş yavaş çöktü. Ayrıca XVII. yüzyılda Mısır’ın büyük bir pay aldığı Yemen kahve ticareti, bu geleneksel ticarî faaliyetlerin ana mihveri ve kaynağı haline gelerek Kahire’nin kalkınmasını ve refahını sağladı. Bu iş için Kahi-re’de “vikâle” adıyla anılan altmış İki kervansaray ve kahve ticareti yapan 300 büyük tüccar mevcuttu. Bu yıllarda Kahire dış ticareti besleyen bazı zanaat faaliyetlerinin de merkeziydi. XVIII. yüzyılın sonlarında hemen hemen ithal edilen kumaş kadar da ihracat söz konusuydu. Avrupa ekonomik nüfuzunun bozucu etkileri henüz çok sınırlı kalıyordu. 1780’li yıllarda Kahire dış ticaretinin sadece% 15’ini Avrupa ile yapıyordu ve bir ekonomi dünyası teşkil eden Osmanlı ekonomisiyle tamamıyla bütünleşiyordu.
Nihayet Kahire, büyük Ezher Medresesi sayesinde son derece itibarlı ve parıltılı ilmî bir metropol haline gelmişti. Ezher Medresesi, 3000’e ulaşan hoca ve talebesi yanında İslâm dünyasından gelen çok sayıda âlimi bir araya getirmişti. Ayrıca hac sayesinde Kahire’ye her yıl 30-40.000 kadar hacı geliyor ve bunlar pek farkına varılmasa da önemli ölçüde ekonomik faaliyete yol açıyordu.
Şehrin Fizikî Gelişmesi. Memlükler dönemi sonundaki şehrin durumu açıklıkla bilinmemektedir. Ancak yapılan yeni çalışmalar ve Osmanlı dönemi sonlarındaki planlarından yola çıkılarak şehrin gelişme seyri takip edilebilmektedir. 1517’de Kahire’nin meskûn alanının 450 hektardan fazla olmadığı söylenebilir. Bu da şehir nüfusunun en fazla 150 ile 200.000 kişi olduğunu düşündürmektedir. 1798′-de 660 hektarlık meskûn alan için nüfusun 263.000 kişiye ulaştığı bilindiğine göre Osmanlı dönemi boyunca Kahire’nin iskân sahası ve nüfusunun % 50 civarında arttığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı hakimiyetindeki Kahire’nin demografik gelişmesi hakkında olumsuz değerlendirmeler Memlükler dönemindeki nüfusun mübalağalı rakamlarına dayanmaktadır. Bu durum ise 1517 ile 1798 yılları arasında demografik bir düşüş yaşandığı kanaatine yol açmıştır. Ancak bütün veriler Kahire’deki gelişmeyi desteklemektedir. Öte yandan Memlûk döneminden Osmanlı dönemine kadar çeşitli ticari faaliyetlerle ilgili yapıların tesbiti de bu gelişmeyi doğrulamaktadır. Nitekim Ka-hire’de Memlükler devrindeki elli sekiz kervansaraya karşılık Osmanlılar zamanında 348 kervansaray, seksen yedi çarşıya karşılık ise 144 çarşı yer almaktaydı. Şehrin eski kesimi daha Memlûk dönemi öncesinde yoğun bir yerleşmeye sahne olduğundan burası hem Memlükler hem de Osmanlılar zamanında çok az bir gelişme gösterdi. Nüfus bakımından artışın görüldüğü Osmanlı Kahiresi’nde şehirleşme tabii olarak boş olan güney ve batı varoşları yönüne doğru yayıldı.
Güneydeki varoşun iskânı geniş biçimde Eyyûbîler döneminde kalenin inşasından sonra başlamış ve özellikle Memlükler devrinde sürmüştü. Bu hareketin XVI ve XVII. yüzyıllarda da devam ettiği tes-bit edilebilmektedir. Nitekim burada şehircilik girişimlerini teşkil eden büyük vakıflar kurulmuştu. Meselâ Bâbüzüveyle ve Bâbülhark arasındaki İskender Paşa Külliyesi (963-966/I556-1559) bunun ilk örneğini oluşturmaktadır. Şehrin büyümesini engelleyen Bâbüzüveyle’nin güney batısındaki tabakhaneler İli. Mehmed’in emriyle 1008’de (1600) kaldırılmış ve bu atölyeler Kahire’nin tam batısındaki Bâ-büllûk civarına nakledilmiştir. Ardından Rıdvan Bey, 1038-1057 (1629-1647) yılları arasında kendi adını taşıyan büyük kapalı çarşının çevresinde Fatımî surunun güneyinde kurulmuş olan bölgeyi yeniden düzenlemiştir. Nihayet yeniçeri ağası İbrahim Ağa 1060’lara (1650) doğru Tabbâne bölgesinde dinî, İçtimaî ve iktisadî maksatla kullanılan bazı âbideleri inşa ve restore ettirdi. İkametgâhlarını gitgide’ güneydeki varoşa kuran eşrafın buraya yerleşmesi gelişmeyi hızlandırdı. Nitekim alt yapısı hazırlanan bu kesime XVII. yüzyılın sonlarında emîrlerin dörtte üçü yerleşmiş, beşte ikisi de Birketülffl gölünün etrafını tercih etmişti. Böylece şehrin bu kesimi zengin ve önde gelen zümrelerin oturduğu bir mahalle haline geldi. Yerleşmenin durumu kamu eserlerinin yapım faaliyetleriyle de kendini göstermektedir. 1009 (1601) ile 1137 (1725) yılları arasında güneydeki varoşta on dört cami ve otuz iki çeşme inşa edilmişti. Bu varoşta yaptırılan kamu eserleri o dönemde bütün Kahire’de mevcut olan yirmi iki cami ve elli altı çeşmenin yansından fazlaydı. Söz konusu gelişme, XVIII. yüzyılda şehrin bu bölgesinin doyum noktasına ulaşması sebebiyle yavaşlamaya ve batı bölgesine doğru kaymaya başladı. Gerçekten de XVII. yüzyılın sonlarında zanaatkar ve tüccarların % 20,6’sı güneydeki varoşta çalışıp % 29,7’si orada ikamet etmekteyken bir asır sonra bu oranlar % 21,2 ve % 19 olmuştur. Bunların karşılaştırılması, XVIII. yüzyılda bir durgunluğa ve hatta güneydeki varoşta bir gerilemeye işaret etmektedir.
Fatımî dönemi Kahire’sini batıya doğru çevreleyen Halic’in ötesinde Kahire’nin gelişmesi tamamen Memlûk döneminde başlamıştır. XIV. yüzyılın ilk yansında el-Melikü’n-Nâsır Muhammed’in, daha sonra 1476 ile 1484 arasında Emîr Özbek’in girişimleri devamlı bir nüfus patlamasına yol açmıştı. 1517’de meskûn saha. Haliç boyunca ve batıya doğru uzanan ana geçiş yollan etrafında güney kısmında 100 hektarı geçmiyordu ve nüfus 30.000 kişi civarındaydı. XIV ve XVII. yüzyıllarda bu bölgede yer alan göl ve bahçelerin bulunduğu kesimlerin çevresinde çok defa yazlık ikametgâhlar şeklinde Kahire burjuvası yerleşmeye başlamıştır. Bununla birlikte Özbekiye yakınında Ahmed er-Rû-viî’nin yapıları (1608 civarı) ve Emîr Âbîdin Bey Vakfı (1631) sınırlı kalmış olan bir inşa faaliyetinin başlangıç örnekleridir. XVII. yüzyılın sonlarında Kahire’nin zanaatkar ve tüccarlarının sadece % 4,6’sı orada çalışıyor, % 9’u orada oturuyordu. Emirlerin ise % 13’ü bu varoşun güney kısmında ikamet ediyordu. XVIII. yüzyılın başında Özbekiye muhtemelen bir kır (köy) bölgesiydi ve halkına da köylü (fellâh) deniyordu. XVIII. yüzyılın başında bu durum değişti. Kahire’nin batı bölgesine doğru akın eden nüfus hareketi, hiç şüphesiz 1730-1770 yılları arasındaki gelişme ve refah döneminin demografik gelişmesiyle alâkalıydı. Bu hareket, büyük tüccar Kasım eş-Şereybîve özellikle Osman Ket-fıüdâ’nın Özbekiye’nin doğu kıyısı üzerindeki inşa teşebbüsleriyle başlamıştı. Osman Kethüdâ’nın vakfı, yanında bir halk hamamıyla birlikte gölün güneybatı köşesinde inşa edilmiş bir cami, bir çeşme ve ticarî kullanımlı bazı yapılan da bünyesinde topluyordu. Kahire’nin batı varoşu yüzyıl boyunca seçkin sınıfın tercih ettiği semt haline geldi. 1798’e doğru emirlerin yansı orada, altıda biri de Zeybekiye çevresinde ikamet ediyordu. Bu hareket Kadire nüfusunun tamamını ilgilendiriyordu. J 726 ile 1798 yıllan arasında incelenen zanaatkar ve tüccarların % 9,5’i batı varoşunda çalışıyordu. Bu ise XVII. yüzyıldaki oranın iki katıydı ve aynı kategoriden nüfusun % 26,finin ikametgâhı da oradaydı. İnşa hareketinin incelenmesi de bu sonucu teyit eder. Nitekim 1726-179Ö yıllarında inşa edilen on beş cami ve on iki çeşme ile batı varoşu Kahire’nin diğer bölgelerindekine denk bir mimari faaliyete mazhar olmuştu. Daha önceki iki asır boyunca (1517-1725) orada sadece dokuz cami ve iki çeşme yapılmıştı. Şu halde J798’in Kahire “si, Descriplion de S’Egypte adlı kitabın müellifleri tarafından haritaları çizilip tasvir edildiği gibi Osmanlılar’in Memlükler’den miras aldığı nüfus ve fizikî yönden geliştirdiği oldukça büyük bir şehirdi.
XVIII. Yüzyılın Sonunda Kahire. XVIII. yüzyılın sonunda Kahire’nin genel yapısı geleneksel Arap şehirlerinin yapısına uygundur. Şehrin ana mabedi (Ezher Külliyesi) etrafında iktisadî faaliyetlerin esasını bir araya toplayan çarşıdan oluşan merkezle ikamete ayrılmış birtakım semtler arasındaki tezat orada da görülmektedir. Bu merkez Kahire’nin kalbini elinde tutuyordu, Fatımî şehrinin bir ucundan öbür ucuna devam eden başlıca ana caddesi Memlûk ve Osmanlı şehrinin de ana caddesi olarak kalmıştı. Ticaret merkezinden itibaren şehir kademe kademe dairevî şekilde açılıyor, fakir bölgeler, çevreyi en çok kirleten işyerleri ve ziraat alanı şehrin kenar kesimini oluşturuyordu. Nelly Hanna tarafından bir araştırma konusu yapılan yerleşim ve konut biçiminin dağılımı aynı şekilde merkezden dışa doğru uzanıyordu. Ana faaliyet bölgesinin etrafında tüccar ve şeyh evlerinin bulunduğu rahat ve zengin bir yerleşim alanı yayılıyordu. Hali vakti yerinde olanların oturduğu avlulu evler (rab’). bunların dışında orta hallilerin barındığı meskenler ve nihayet şehir kenarında muhtemelen havuz tipinde bir avluya bakan fakir ve basit konutlar sıralanmıştı.
Kahire gittikçe düzenli bir yapılaşmadan uzaklaşsa da önceleri yerleşme alanları, semtler hususi bir mantığa uyuyordu. Yahudi mahallesi merkezin hemen yakınında kurulmuştu. Kıptî semtleri nis-beten merkezden uzak bir mesafede Kahire’nin batı bölgesindeydi. Seçkinlerin mahalleleri Birketülfîl ve daha sonra Öz-bekiye çevresinde toplanmıştı. Hâkim sınıf, yerleşme için gereken geniş alana sahip su ve yeşillik bulunan bazı kenar semtlerde de oturmaktaydı. Kahire’nin gelişmesi kuzeydoğu istikametinde Memluk mezarlıkları, kalıntılardan oluşan tepeler ve Mukattam kenarının fizikî engeliyle sınırlanmıştı. Kuzeye doğru bir varoş olarak gelişen fakir Hüseyniye mahallesi, her ne kadar Suriye ve hac yolu üzerinde kurulmuş olsa da ancak çok sınırlı bir gelişme göstermişti.
Fâtımîler tarafından inşa edilmiş surlarının içinde Kahire gerçek bir ferdiyeti yansıtıyordu. Mahkeme kayıtlarında dış mevzileşmeler XVII. yüzyıla kadar “zâhi-rü’I-Kâhire” olarak zikredilmişti. Burada 1S3 hektarlık bir alan üzerinde yaklaşık 90.000 kişi yaşıyordu. Bu ise hektar başına 588 kişiden daha fazla olan büyük bir nüfus yoğunluğudur. Bu yoğunluk, çok Önemli miktarda ortak konutların (kervansaray ve rab’gibi avlulu evler) varlığını ve mimarinin düşeyliğini açıklamaktadır. Ezher ve pek çok dinî kuruluşun mevcudiyetinden dolayı burası itibarlı bir bölgeydi. Bu dinî kurumlar eğitimin verildiği ve adaletin dağıtıldığı yerlerdi; kadı mahkemesi orada merkezî bir yer tutuyordu. Bu kesim şehrin belli başlı iktisadî faaliyetlerinin sergilendiği yerdi. Toplam 144 çarşının altmış sekizi (% 47,2) ve 348 kervansaraydan 244’ü (% 70) orada toplanmıştı. Kahire tüccar ve zanaatkârlarının tereke kayıtlarının (muhallefât) incelenmesi. 1776 ile 1798 arasında fertlerin % 67,5’inin orada çalıştığını ve bunların gelirlerinin toplamının % 89,3’üne sahip olduğunu göstermektedir (ortalama meblağ 11 5.000 para). Kasabanın içinde bulunduğu 60 hektarlık bölgede özellikle toplanma çok fazla idi. Kasabanın bir kısmı olan Beynelkasreyn bu ismi Fâtımîler devrinden kalma iki saraydan alıyordu. Varoşun büyük kahve ve baharat ticareti altmış iki vikâlette ve şeker ticareti bu bölgede Hânü’l-Halîlî, Hamzavî, Gûriye ve Cemâliye gibi büyük merkezlerde toplanmıştı. Aynı şekilde kıymetli taş işlemeciliği ve para alışverişi de burada yapılıyordu. Şehir kenarında gelişen fakir semt uzantılarına rağmen Kahire bütünü içinde rahat bir bölgeyi temsil ediyordu. Burada ikamet eden 173 zanaatkar (toplam 344 kişi) ve tüccar ortalama 125.000 para değerinde servete sahipti genel ortalama olan 109.000 para idi.
XVIII. yüzyılın sonunda 266 hektarlık bir alan üzerinde inşa edilmiş güney varoşu yaklaşık 100.000 kişilik bir nüfusu barındırıyordu. Bu yoğunluk hektar başına 375 kişi etmektedir ve normal sayılabilir. Kale kesimi paşa ve onun kalabalık hanesi, azeb ve yeniçerilere ait iki geniş kışla 10.000 kişilik bir nüfusu temsil ediyor ve siyasî bakımdan hâkim unsuru niteliyordu. Burada oturanlar yüksek servetleri sebebiyle ayrıca önemli bir tüketim pazarı oluşturuyordu. Kahire’nin zanaatkar ve tüccarlarının % 21,2’si burada çalışıyordu; fakat bölgede yasaklanmış, uygun olmayan bazı meslekleri icra eden fakir insanlar da (ortalama servet 24. l 30 para) bulunmaktaydı. Kale çevresinde yönetici askerî sınıfa bağlı meslekler arasında silâh, semer ve yolculuk malzemeleri işiyle uğraşanlar veya İbn To-lun’un yakınında kumaş ticareti yapan Mağribîler de bulunmaktaydı. XVIII. yüzyılın sonundaki örneğe göre Kahire’nin tüccar ve zanaatkârlarının % 19’u ortalama çok düşük bir gelirle (15.000 para) bu varoşta oturuyordu. Fakat Birketülfîl çevresi XVIII. yüzyıl sonunda seçkin sınıfın tercih ettiği bir mahalle haline gelmişti.
Batı varoşu yaklaşık65.000 kişilik bir nüfusla 215 hektarlık bir alana yayılıyordu. Hektar başına 302 kişilik oldukça düşük bu yoğunluk semtin yeni oluşundan kaynaklanmaktadır. XVII. yüzyılın sonundan XVIII. yüzyılın sonuna kadar bu varoşta faaliyet gösteren Kahire’nin tüccar ve zanaatkârlarının oranı iki katına (% 4,6′-dan% 9,5’e) yükselmişti. Gelir ortalamaları güney varoşu halkının gelirinden (39.436 para) daha yüksek olmakla birlikte Kahire’nin geliriyle karşılaştırıldığında çok düşük kalıyordu. İkamete ayrılmış bölge olarak batı varoşu daha da belirgin bir gelişme göstermişti. 1679 ile 1 700 yılları arasında tüccar ve zanaatkarların konutları % 9 seviyesinde iken 1776-1798 yıllarında bu oran % 26.1 ‘e çıkmıştı. Yüksek bir ortalamaya sahip gelir düzeyi de (154.000 para) Özbekiye civarında ve Haliç yakınında zengin tüccarların varlığını göstermektedir. Bâbüşşa’riye ve Bâbüllûk çevresinde gelişen batı varoşu iktisadî bakımdan önemli faaliyetlerin çekirdeğini teşkil ediyordu. Bu varoş hem seçkin tabakanın hem de azınlıkların ikamet yeriydi. Belli başlı Kıptî semti Özbekiye’nin kuzeyinde uzanıyordu. Bazı hıristiyanlar ise Haliç boyunca himayelerini bekledikleri Frenkler’e (Avrupalılar) yakın bölgelerde yerleşmişlerdi. Kahire’nin bu bölgesi az insanın meşgul olduğu pek çok sektörü de ihtiva ediyordu. Ayrıca semt Kahire halkının Bâbüllûk çevresinde, Özbekiye’nin batı kenarında ve Kasım Bey’in bahçesi civarında gezip eğlendiği bir bölge olmuştu.
Çok defa gözden düşürücü değerlendirmelere konu teşkil eden şehir mimarisi açısından bile Osmanlı devrinin bilançosu olumsuz değildir. Osmanlı fethinin Kahire’de mimari hareketin durmasına yol açtığını ileri süren beyanların ekseriyeti peşin hükme veya anıtlarla ilgili sathî bilgilere dayanmaktadır. Fiilî olarak mimari üretim, bu üç asır boyunca ne keyfiyet ne de kemiyet olarak Kahire’nin tarihine ters olmuştur.
Kahire’deki tasnif edilmiş anıtların listesi 1517-1798 dönemi için 199 olarak kaydedilmektedir ki bu aynı süreye denk Memlûk dönemindeki yapılardan (233 yapı) biraz düşüktür. Fiilen inşa edilmiş eserlerin sayısı çok daha yüksek olmuştur. 233 kamu binasından yetmiş yedisi cami. otuz sekizi tekke, medrese. 118’i çeşmedir. Fakat gerçekte bu sonuncusu çok daha fazladır. Meselâ 1798’de Kahire’de mevcut bulunan 300 sebilin ekseriyeti Osmanlılar devrinden kalmadır.
Bu eserlerin pek çoğu gerçek bir mimari ilgiyi ortaya koymaktadır. Ancak burada hemen dikkati çeken özellik mahallî geleneklerin belirginliğidir. Meselâ Memlûk sanatı, kendi estetik kurallarını mimarlara kabul ettiren tamamen millî bir sanat olmuştur. Osmanlılar ise Kahire’ye bir imparatorluk sanatını kabul ettirmeye çalışmamışlardır. Dolayısıyla bu üslûbun eserleri orada çok fazla miktarda değildir. Hadım Süleyman Paşa Camii (935/ 1528), Sinan Paşa (979/1571), Melike Sa-fiyye (SafiyeSultan) (1019/1610), Ebû’z-Zeheb Muhammed Bek (1188/1775) gibi geniş birkaç cami vardır. Bunların inşası da çok defa siyasî birtakım sebeplerle izah edilmektedir. Bu camiler dekorasyon detayı İçinde mahallî üslûptan miras kalmış pek çok unsur ihtiva etmektedir. Camilerin büyük bir kısmı, çeşmelerin yarıya yakını “neo-Memlük” diye nitelendirilebilecek bir tarzdadır. Mahmudiye (975/1568) Bürdeynî (IO38/l629), Osman Kethüda (1147/1734), Şâzeliye (1167/1754), Yûsuf Çorbacı (1176/1763) camileri gibi büyük camilerin durumu ve Sultan Kansu Gavri Sebili’nin (909/1503) güzel bir taklidi olan Hüsrev Paşa Sebili’nin (941/1535) durumu da kesinlikle böyledir. Sadece süslemede belli bir değişiklik ve kendini Kahire’ye kabul ettiren Osmanlı minaresi veya çini süslemeleri gibi İstanbul’dan getirilen bazı çizgilerin benimsendiği görülmektedir.
Bu mimari faaliyet asıl doruk noktasına XVIII. yüzyılda yeniçeri kethüdası Ab-durrahman’ın çalışmalarıyla ulaşmıştır. Abdurrahman gelirlerini bir inşa ve imar politikasının hizmetine vermiş, böylece bütün dönemlerde Kahire’nin büyük ilim ve sanat hamilerinden biri olmuştur. 1744-1765 yılları arasında on iki cami, üç tekke ve on üç çeşmenin inşası onun tarafından gerçekleştirilmişti. Bu yapıların süslemesindeki büyük ilgi ve dikkat kendini açığa vurmaktadır. Süslemenin orijinalitesi Memlûk çizgilerinin ve İstanbul’dan gelen etkilerin bir karışımıyla 1744′ yılında inşa edilen büyük sebilden itibaren ortaya çıkmaktadır. Bu Osmanlı ilha mı ve Abdurrahman Kethüdâ’nın eserle rindeki üslûbun etkisi. 1750’den itibaren Kahire’de büyük bir başarı ve şöhret ka zanan ve Kahire mimarisindeki çokoriji nal bir gelişmeyi temsil eden, yuvarlak’ aştırılmış biçimdeki yeni bir kamu çeş mesi stilinin ortaya çıkışında kesin rol oy namıştır. Diğer taraftan bu mimari faali yet, aynı zamanda ilginç bir biçimde pren sip olarak yabancı idareci sınıfla mahallî halk arasında kurulan bağların gücü ve mahallî geleneklerin belirginliği hakkında bilgi vermektedir. Meselâ kamu çeşmelerinin çoğalıp yayılması ve bunların her yerde görülmesi, bu dönemde kesin biçimde oluşan geleneksel şehrin karakteristik çizgilerinden birini teşkil etmiştir. Kahire, iki buçuk asır boyunca Mısır’ın gelişme ve refah dönemi olan 1730-1770 yıllarında doruk noktasına ulaşan bir şehircilik gelişmesi yaşamıştır. O sırada şehir, uzun tarihinin başka hiçbir döneminde görülmemiş bir şekilde daha geniş ve 300.000 civarında nüfusuyla daha kalabalıktı. Bu durum 1770’li yıllara doğru Meh-med Ali Paşa’nın girişimlerini, ihtiras ve başarısını açıklamaktadır. Fakat XVIII. yüzyılın sonlarında Mısır çok yönlü bir krize uğramıştır.
Bölgedeki ekonomik kriz geniş ölçüde Avrupa nüfuzunun etkilerinden ve bunun ülKe ticareti ve üretimi üzerinde yaptığı rekabetten kaynaklanmıştır. Batı mamulleri Mısır pazarına girmiş, mahallî üretim karşısında kendilerini zorla kabul ettirmiştir. Diğer taraftan Batı ürünleri, aynı zamanda Mısır’ın Osmanlı ülkelerindeki geleneksel pazarlarını kapamıştır. Daha önceden yayılan şeker ve dokumacılık işleri gibi bazı zanaatlar 1750’den itibaren büyük bir kriz yaşamıştır. Özellikle kahve ticaretinde ortaya çıkan düşüş durumun ne ölçüde ağır olduğunu göstermektedir. Batı rekabeti hem içeride hem Avrupa kolonilerinde üretilen kahvenin Avrupa’ya ve Şark’a girmesiyle dışarıda kendini göstermiştir. Bu rekabetin etkileri Mısır’a ithal edilen kahve miktarındaki azalmayla ölçülebilir: 1750yılına kadar yıllık 30.000 yük, 770’lere doğru 24.000, yüzyılın sonunda 21.000 yük (veya ton ?). Mahkeme kayıtlarına göre ise 1660-1700 yılları arasında i 14 tereke kaydı 1750-1798 arasında altmış üçe inmiştir.
Osmanlı idaresi yerine Memluk hâkimiyeti ve beylerin iktidara gelişi Mehmed Ali Paşa’dan itibaren, belki de Mısır’ın geleneksel kaynaklarının azalmasından doğan bir zorbalık ve şiddet politikasıyla kendini göstermişti. İbrahim ve Murad beylerin idaresi dönemi oldukça sert geçmişti. Onların Babıâli’ye yıllık vergi ödemeyi reddetmeleri 1786’da bir Osmanlı seferine yol açmıştır. 1791 ‘de tekrar iktidara gelişlerinde baskı daha da şiddetlenmiştir. Bu şiddet ve baskıları sıralamaktan usanan tarihçi Cebertî’nin 1210 (1795-96) yılı için, “Bu sene, emîrlerin keyfî fiilleri ve eziyetler dışında kaydetmeye değer hiçbir olay geçmemiştir” şeklindeki beyanı bu durumu ortaya koyar. Bu baskı ve aşırı vergiler, o sırada Mısır’ın geçirdiği genel yapıyla ilgili krizin etkilerini ağırlaştırıyordu. 1784’ten itibaren ve 1792’ye kadar pahalılık, kıtlık ve veba salgınları gibi ülkeyi fakirleştiren ve nüfusu azaltan birçok felâket memleketin üzerine çökmüştü. Voiney’e göre 1785’te Kahire’de günde 1500 kadar cinayet işleniyordu. 1791 yılının veba salgını on dört beyin hayatını kaybetmesine yol açmış ve 1792’de kıtlık ve açlık korkunç ve dayanılmaz hale gelmiştir. Cebertî bu hususta sefaletten ağlayan kadın, erkek, çoluk çocuğun sokaklarda ve pazarlarda toplandığını, sokaklarda sefalet ve açlıktan bunalmış insanların üzerine basmaksızın bir adım atmanın mümkün olmadığını, merkep ve at leşleri için kavga edildiğini, hatta küçük çocukların etini yiyen bazı insanların bile görüldüğünü yazar. Kahire, nüfusunun üçte birini o sırada kaybetmiş olabilir. Description yazarları 1798’de Kahire’nin nüfusunu 263.000 olarak değerlendirmiştir. Hiç şüphesiz bu nüfus 1750’lerdeki nüfusa göre son derece düşüktür. Benzer bunalımlar, geçmişte de Mısır’ın başına gelmiş ve bunların etkileri, yaraları zamanla unutulmuş ya da yatışmıştı. Fakat bu defa mâruz kalınan kayıpların yarası tam olarak kapanmadan ülke ve başşehri önce Fransız işgalinin (1798), daha sonra ise 1801-1805 yıllarının krizini yaşadı. Yine de bu son felâket 1517’den beri gerçekleştirilmiş olan gelişmeleri silemedi.
- Kahire Şehri Mimarisi, Kahire Tarihi Eserleri
- Kahire Şehri Tarihi -1798’den Günümüze-
- Kahire Şehri Tarihi -Kuruluştan Osmanlı Dönemine Kadar-
TDV İslâm Ansiklopedisi