Mehdi Nedir, Kimdir, İnancı, -İslam İnancında- Hakkında Bilgi

Kur’ân-ı Kerîm’de hidâyet kökünden türeyen fiil ve isim kalıbında birçok kelime bulunmakla birlikte mehdî kelimesi yer almamakta, genelde hidayet kavramı Allah’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e nisbet edilmekte, ay­rıca “insanın hidayeti benimsemesi” an­lamında da kullanılmaktadır.

Mâlik b. Enes, Buhârî ve Müslim gibi ti­tiz davranan hadis âlimleri mehdî kelime­sinin geçtiği rivayetlere yer vermezken Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce, Ebû Dâvûd. Tirmizî, Hâkim ve Taberânî gibi muhaddisler eserlerinde bu tür rivayetleri nak-letmişlerdir. Hz. Peygamber’e atfedilen ve râvileri güvenilmez bulunan  bazı metinlerde belirtildiğine göre dünyanın ömründen bir gün bile kal­sa Allah bu günü uzatıp mutlaka bir meh­dî gönderecektir. Hz. Hasan veya Hüse­yin’in neslinden gelecek olan bu kurtarı­cının adı Resûl-i Ekrem’in adına, babası­nın adı da onun babasının adına uygun olacak {Muhammedb. Abdullah) ve zu­lümle dolu olan dünyayı adaletle doldu­racaktır. Beş, yedi veya dokuz yıl hüküm sürüp bütün müslümanları hâkimiyeti altına alacak, iktidarı sona erince de kı­yamet kopacaktır. Süyûtî, Sünnî kaynaklarında nakledilen mehdî rivayetlerinin kırktan fazla olduğunu söyler. İsnâaşeriyye Şîası’na ait kaynaklarda bun­lara 200’ü aşkın rivayet eklenir. Bu riva­yetlerde daha çok mehdînin on ikinci imam Muhammed b. Hasan olduğu iddia edilir. Ona Mehdî el-Muntazar da denilir.

Mehdî nitelemesi ilk defa Hassan b. Sâbit’in bir şiirinde Hz. Peygamber’e yö­nelik olmuş, daha sonra Hulefâ-yı Râşidîn’in yanı sıra Hüseyin b. Ali ve bazı Eme-vî halifeleri için de kullanılmıştır. Ancak bu nitelemeler kelimenin sözlük anlamın­da olup bu kimseleri Allah’ın hak yola eriştirdiğine vurgu yapmayı amaçlamış­tır. Mehdî kelimesinin terimleşerek bir inanç konusuna dönüşme süreci oldukça erken dönemde başlamıştır. Tesbit edile­bildiğine göre ilk defa Abdullah b. Setoe’ mensupları, Ali b. Ebû Tâlib’in ölmediği­ni ve kıyametin kopmasından önce dün­yaya dönüp zulümle dolan yeryüzünde adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüştür. Bununla birlikte mehdî inancının, daha çok Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesinin ardından Kâ’b el-Ahbâr’ın Yahudilik’ten İslâm dinine taşı­dığı sanılan rivayetlerin etkisiyle ortaya çıktığını ve hilâfetin Ali b. Ebû Tâlib’in soyundan gelenlere ait bir hak olduğunu savunan gruplar arasında yayıldığını söy­lemek gerekir. Hüseyin’in şehid edilmesi üzerine Muhtar es-Sekafî ve Keysân’ın Öncülüğündeki Keysâniyye’ye bağlı bir grup, Ali b. Ebû Tâlib’in oğullarından Mu­hammed b. Hanefıyye’nin müslümanla-rın gerçek halifesi ve yegâne kurtarıcısı olduğunu iddia etmiş, vefatında Medi­ne’deki Cennetülbaki Kabristanı’na def­nedildiği halde onun ölmediğini ve Radvâ dağında yaşadığını, kıyametin kopmasın­dan önce mehdî olarak geri gelip dünya­da adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüş, böylece mehdîlik ilk defa Keysâniyye ta­rafından I. (VII.) yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılmış ve diğer Şiîler’e intikal ede­rek müslümanlar arasında yayılmaya baş­lamıştır. Şiî fırkala­rından Nâvûsiyye ise Ca’fer es-Sâdık’ın vefatından sonra onun ölmediğine ve mehdî olarak bir gün zuhur edeceğine inanmıştır. Ortaya çıktığı erken devirde mehdî inancı sadece Şiî zümreleri arasın­da rağbet görmemiş. Emevîler de Süfyâ-nî adını verdikleri kendi mehdilerini icat etmişler ve buna dair hadis uydurmuş­lardır. Muhtemelen ilk defa Hâlid b. Ye-zîd halkı Emevîler’in mehdîsi Süfyânî’ye inanmaya çağırmış ve bunu yaymaya ça­lışmıştır. Emevîler’den sonra iktidara ge­len Abbâsîler’in yöneticileri de mehdînin kendilerinden çıkacağına dair hadis uydu­rup insanları buna inanmaya davet et­mişlerdir. Abbasîler bir taraftan kendi mehdîlerinin çıktığını söylerken diğer taraf­tan âhir zaman mehdisinin gelecekte zu­hur edeceğini de kabul etmişlerdir. Mehdî inancı Haricîler arasında da görülmüş ve onlar Ali b. Mehdî’yi kendi mehdileri ilân etmişlerdir.

Mehdî telakkisi III. (IX.) yüzyıldan iti­baren İsnâaşeriyye arasında kökleşmiş ve bu fırkayı diğerlerinden ayıran Önemli bir inanç esası haline gelmiştir. İsnâaşeriyye’nin benimsediği mehdî inancında, zuhur ettiği anda Ehl-i beyt düşmanlarından intikam alma fikri­nin yanı sıra gaybet döneminde bulun­duğu ve zuhur edeceği ana kadar taraf­tarlarına, mazlumlara, düşkünlere ve hastalara yardım ettiği telakkisi de bü­yük önem taşır.

Önce Şiîler, ardından Emevîler ve Ab­basîler arasında yayılan mehdî inancı, III. (IX.) yüzyılda hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ve hadislerin sıhhati konu­sunda titiz davranmayan muhaddislerce mehdî rivayetlerinin mecmualara alın­masının ardından Sünnîler arasında da benimsenmeye başlanmıştır. Ancak er­ken devir Sünnî literatüründe bu inanca hemen hemen hiç temas edilmemiş, ko­nu daha çok hadisçilerin dahil olduğu Selefiyye’ye ait eserlerde yer almıştır. Geç dönemde oluşan Sünnî kelâm literatürü ile “fiten ve melâhim” türü eserlerde ise mehdî telakkisinden genellikle kısaca bahsedilmiştir.

Mehdî inancının menşeiyle müslümanlar arasında ortaya çıkışının sebepleri hakkında ileri sürülen farklı görüşleri şöy­lece özetlemek mümkündür:

1. Mehdî telakkisi her toplumda yankı bulan bir sığınma mekanizmasıdır. Sosyal şartların bozulup zulmün arttığı dönemlerde halk bir kurtarıcı beklentisi içine girmiş, daha sonra bu beklenti dinî bir inanca bürüne­rek mehdî inancı şeklinde ortaya çıkmıştır.

2. Mehdî anlayışı Yahu­dilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm gibi din­lere ait bir inanç olup Kâ’b el-Ahbar ile Vehb b. Münebbih tarafından Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler yoluyla müslümanlar arasında yayılmıştır. Meh­dî kelimesinin mesîhin Arapça’ya tercü­me edilmiş şekli olması bunun kanıtını teşkil etmektedir.

3. Mehdîlik, iktidar mücadelesinde yenilgiye uğrayan veya mevcut iktidarını güçlü kılmak iste­yen siyasî zümreler tarafından ortaya atılmış, önce aşırı Şîa (Gâliyye), ardından mutedil Şîa ve Sünnîler tarafından İslâm dinine mal edilmiş siyasî kökenli bir inançtır. Şiî düşüncesinden etkilendiği kabul edilen tasav­vuf ehlinin mehdî inancını benimsemesi bu akidenin müslümanların çoğunluğu arasında yayılmasına zemin hazırlamış­tır.

4. Mehdî inancı İslâmî bir akîde olmakla birlikte yabancı kültürlerden etkilenmiştir. Zira sahih hadis mecmualarında yer alan ri­vayetlerde mehdinin çıkacağından bah­sedilmiş ve mehdî tabiri I. (VII.) yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren müslümanlarca bilinmiştir. Hulefâ-yi Râşidîn’e mehdî un­vanının verilmesinin yanı sıra Sıffîn Savaşı’nda Ali b. Ebû Tâlib’e mehdî diye hitap edilmesi ve Muâviye b. Ebû Süfyân taraf­tarlarınca Osman b. Affan’ın aynı unvanla anılması bunu kanıtlar.

Tarih boyunca sosyal sarsıntılara ve zulme mâruz kalan toplumların bir mo­ral kaynağı olarak benimsedikleri anlaşı­lan kurtarıcı ve mehdî telakkisi hakkında İslâm tarihinde değişik görüşlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

1. İsnâaşeriyye Şîası, dünyanın son zamanlarında belli bir sülâleden belli vasıf ve yeteneklere sahip bir mehdînin geleceğini kabul eder. Ta­savvufla teşeyyu’ arasındaki ilişki sebe­biyle olacaktır ki Ferîdüddin Attâr, Muh-yiddin İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadreddîn-i Konevî ve Abdurrahman Câmî gibi mutasavvıflar veya mistik ruhlu kişiler de aynı kanaate sahiptir. Bu anlayışa göre kıyametin kopmasından önce müslümanları içinde bulundukları kötü durumdan kurtaracak bir mehdî çıkacaktır, bu da “Sâhibüzzamân” olarak da anılan on ikinci imam Muhammed b. Hasan el-Mehdî’dir. Babasının vefatından (260/874) sonra insanlardan gizlenen Mu­hammed el-Mehdî ölmemiştir. Deccâl’in ortaya çıkışının ardından Mekke’de zu­hur edip iktidarı ele geçirecek, zalimleri cezalandırıp adaleti hâkim kılacak, ilâhî emirlere itaat edilmesini sağlayacak ve müslüman olmayanları öldürecektir. İsnâaşeriyye anlayışına göre Kur’an’da kırktan fazla sûrenin 100′-den çok âyetinde Muhammed b. Hasan’ın mehdî olarak geleceğine işaret edilmiş ve Hz. Peygamber’e ulaşan rivayetlerde ilgili âyetlerin bu anlamı içerdiği belirtilmiş­tir. Bu bağlamda gayba iman eden müttakiler [Bakara 2/2-3] yeryüzüne vâris olacaksâlih kullar [Enbiyâ 21/105] Al­lah hidayete erdirmedikçe hidayete ere-meyeceklerini ikrar edenler [A’râf 7/ 43] Allah’ın getireceği umulan fetih [Mâide 5/52] vb. âyetlerde zikredilenlerle mehdî ve onun taraftarları kastedilmiştir.

Aynı telakki çerçeve­sinde Hz. Hüseyin’in soyundan gelen on ikinci imamın beklenen mehdî olduğuna dair birçok rivayet nakledilir. Bu rivayet­lerin sayısının 6000 civarında olduğu ve 400 kadarının Sünnîler’İn muteber say­dığı hadis kaynaklarında da yer aldığı ileri sürülür. Mehdînin zuhurunu kabul eden­lere göre bu husus aklen de sabittir. Çün­kü sonunda başarıya ulaşılacağı ümidini taşımadan zulme karşı direnmek ve ada­letin hâkim olduğu bir düzeni gerçekleş­tirmek mümkün değildir. Mehdî inancı ise böyle bir mücadeleye girişmeye ze­min hazırlamaktadır. Mehdînin asırlarca yaşaması akla ve bilime aykırı görünse de Allah’ın gücüne göre imkân­sız sayılmaz. Nitekim Hz. Nuh’un 950, Ashâb-ı Kehf’in 300 küsur yıl, Hızır’ın ve İb-lîs’in asırlarca yaşamış olması bunu teyit eder niteliktedir. Bu tür olaylar harikulade hadiseler olduğundan mevcut tabiat ka­nunları çerçevesinde değerlendirilmemelidir. İsmâiliyye’ye göre zuhur edecek mehdî İsmail b. Ca’­fer, Keysâniyye’ye göre Muhammed b. Hanefiyye, bazı Zeydîler’e göre ise Mu­hammed b. Abdullah el-Mehdî en-Nefsüzzekiyye’dir.

2. Mehdînin zuhuru hakkında nakledi­len birçok rivayetin etkisiyle olacaktır ki Selefiyye ile hadis âlimleri, Şîa’nınkinden farklı da olsa âhir zamanda bir mehdînin geleceğini kabul etmişlerdir. Onların te­lakkisine göre kıyametin büyük alâmet­lerinden biri olan mehdî, Hz. Hasan veya Hüseyin’in soyundan gelen bir ailenin ço­cuğu olarak Medine’de doğacak, Mek­ke’de mehdîliğini ilân edecektir. Adı Mu­hammed b. Abdullah’tır. İlâhî emirleri ha­yata geçirecek, sünnetleri ihya edip bid-‘atları ortadan kaldıracak, başta Cebrail ve Mîkâil olmak üzere meleklerden olu­şan orduların da desteğiyle dünyanın ta­mamına hâkim olan bir devlet kuracak, Tevrat ve İncil’in asıllarını bulup Ehl-i ki­tabın müslüman olmasını sağlayacak, zulmü kaldırıp adaleti tesis edecek, dev­rinde herkes zenginleşecek, barış orta­mını gerçekleştirip düşmanlıkları sona erdirecektir. Yedi yıl süren bir iktidardan sonra Hz. îsâ gökten inecek ve deccâli birlikte öldürdükten sonra yönetimi ona devredip otuz beş veya kırk yaşlarında ve­fat edecektir. Kesinlik ifade eden hadis­lerle sabit olduğundan bu olayların kabul edilmesi zaruridir. Bazı âyetlerde de mehdîye işaret edilmiş ve kıyametin kesin bir alâmeti olduğuna dikkat çekilmiştir. Sünnî kelâmcıları ise eserlerinde mehdî inancına ya hiç temas etmemiş veya kıyamet alâ­metleri arasında kısaca değinip bunun aslî bir inanç konusu olmadığına dikkat çekmişlerdir.

3. Dünyanın son zamanlarında adı, so­yu, nitelikleri ve icraatı belli bir kurtarıcı­nın geleceğine dair açık bir nas bulun­madığı, aklın da bunun mevcudiyetine hükmetmediği düşüncesinden hareket­le mehdînin zuhurunu kabul etmeyenler arasında Kâdî Abdülcebbâr, İbn Haldun. M. Reşîd Rızâ, Ahmed Emîn, Ferîd Vecdî, Abdullah es-Semmân ve Abdullah b. Zeyd gibi eski ve yeni âlimler yer almaktadır. Bunların değerlendirmesine göre mehdî hakkında rivayet edilen hadisler ya zayıf veya uydurmadır.

4. Çağdaş bazı âlimlerle Zeydiyye’nin büyük çoğunluğu, İsnâaşeriyye ile Selefiyye’nin benimsediği mehdî anlayışını kabul etmemekle birlikte İslâm tarihinin belli dönemlerinde dinî hayata canlılık ge­tiren ve getirmeye devam edecek olan bazı seçkin kişilerin mehdî veya müced-did olarak nitelenebileceği kanaatini ta­şımaktadır. An­cak Zeydiyye bu anlamdaki mehdînin sa­dece Hz. Fâtıma soyundan gelebileceği­ne inanmaktadır. Bun­ların telakkisine göre iyiliği emredip kö­tülüğe engel olma görevini yerine geti­ren ve dinî hayatı canlandıran her dinîsiyasî lider mehdî konumundadır. Meh­dînin çıkacağına dair çok sayıdaki hadisi göz önüne alarak mehdiyi müceddid ve­ya muslih anlamına gelen bir yoruma tâbi tutmak daha doğru olur. Nitekim ilk halifelere bu mânada mehdî unvanı ve­rilmiş, Muhammed b. Hanefiyye de bu bağlamda kendini mehdî ilân etmiştir. Allah’ın her asırda ümmet içinden dinî hayatı can­landıracak bir kimseyi göndereceğini bil­diren hadis de mehdînin âhir zamanda çıkacak tek bir kişi değil her asırdaki müceddidler olduğu görüşünü teyit etmektedir. Bunlar hari­kulade güç ve kabiliyetleriyle değil bilgi, irade ve kudretlerini kullanarak zulme karşı çıkmak ve adaleti gerçekleştirmek amacıyla mücadeleye girişirler.

Mehdî hakkında İleri sürülen görüşler çeşitli yönlerden eleştiriye tâbi tutulmuş­tur. İsnâaşeriyye Şîası ile Sünnîler’ce be­nimsenen birinci ve ikinci görüşler rasyo­nel ve reel bilgilere aykırı bulunmuş, Ya­hudilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm’e ait inancın yansımaları olarak kabul edilmiş, kanıt diye gösterilen âyetler konuyla alâ­kasız, hadisler ise zayıf veya uydurma ola­rak değerlendirilmiş, mehdînin kimliği, soyu, nitelikleri hususunda nakledilen bil­gilerin çelişkili olması ve her mezhebin kendi mehdîsini icat etmesi bunun kanıt­lan arasında gösterilmiştir. Ayrıca rüşdünü idrak etmemiş bir çocuk olan Mu­hammed b. Hasan’ın on iki asırdan beri yaşamakta olması ve ortaya çıkacağı za­mana kadar yaşayacağı iddiasının bilim­sel yönden tutarsız olduğuna dikkat çe­kilmiş, Allah’ın vazettiği tabiat kanunla­rını bu kişi için geçersiz kıldığına dair her­hangi bir dinî ve aklî gerekçenin bulun­madığı bildirilmiştir. Eğer Allah, sâlih bir kulu vasıtasıyla zulmün kaldırılıp insan­lar arasında adaletin hâkim kılınmasına yardım edecekse O’nun bir çocuğu asır­larca yaşatması yerine bu değişimin vuku bulacağı zamanda murat edeceği bir kişi vasıtasıyla bunu gerçekleştirmesinin da­ha mâkul olduğu belirtilmiş, sonuçta in­sanların aldatılmasına ve dolayısıyla fit­neye sebep teşkil eden bu tür telakkilerin yanlışlığına hükmedilmiştir. Ayrıca nesep âlimlerinin Hasan el-Askerî’nin bir çocuğu olmadığını söyledikleri ifade edilmiştir. Mehdî’nin Hz. Hüse­yin veya Hasan’ın soyundan çıkacağı id­diası da soyla övünmeyi ön plana çıkaran Câhiliyye düşüncelerini çağrıştırdığı için eleştirilmiştir.        

İsnâaşeriyye Şîası’nca benimsenen mehdî inancı ile muhafazakâr âlimlerin baskısı altında Ehl-i sünnet çoğunluğu­na sirayet eden mehdî inancı arasında mehdînin Muhammed b. Hasan olması, halen hayatta bulunması ve Hz. Hüse­yin’in muhaliflerinden intikam alması dı­şında- fonksiyonları açısından özde bir farkın olmadığı görülür. Bu durum meh­dî inancının Ehl-i sünnet’e Şia’dan intikal ettiği ihtimalini güçlendirmektedir. İsnâaşeriyye’nin, iddialarını temellendirmek için dayandığı âyetlerin muhtevasında mehdî inancını destekleyici bir beyan bu­lunmamaktadır. Muhammed el-Mehdî”nin 260 (874) yılından beri yaşadığını ka­nıtlamak için Hz. Nuh’un 950, Ashâb-ı Kehf’in 300 küsur yıl yaşadığını delil ola­rak ileri sürmek de isabetsizdir. Çünkü sözü edilen kişilerin asırlarca yaşadığı âyetle sabittir. Halbuki Muhammed el-Mehdî ile ilgili herhangi bir âyet yoktur. Şiîler’ce on iki asırdan beri yaşamakta ol­duğu iddia edilen Mehdî el-Muntazar’m ortaya çıktığı zaman mücadele vereceği ordu ve silâhın, dünyada mevcut strate­jik organizasyona karşı nasıl başarı elde edeceği gibi sorulara tatminkâr cevap verilememiştir. Mehdî adı ister geçsin is­ter geçmesin Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler. Muhammed b. Hanefiyye gibi lider kabul edilen kişilerin mehdî olarak ilân edilip buna inanılmasından ve III. (IX.) asırda bir inanç esası haline getiril­mesinden sonra ortaya çıkmış olmalıdır.

Mehdî inancı, dinî deliller açısından sübut bulmamasının ötesinde İslâm tarihi­nin akışında birçok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse mehdî olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp müslümanlann sosyal birliğini par­çalamış ve savaşlara yol açmıştır. Hareket noktası olarak ileri sürülen iddiaların ak-sine mehdî inancı insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun harekete geçilmesini engellemiş, kitleleri mehdîyi beklemeye itmiş, zulmü mehdî dışında birinin yok edemeyeceği düşün­cesini zihinlere yerleştirmiş ve müslümanları çözümsüzlüğe sürüklemiştir.

Mehdî inancına dair telif edilen eser­lerden bazıları şunlardır: Ebû Nuaym el-İsfahânî el-Mehdî, Şevkânîef-Tavzih fî tevâtürimâ câ’e ü’l-mehdî el-müntazar ve’d-deccâl ve’l-mesîh, Süyûtî el-cörfü ‘l-verdî fî ahbâri’l-mehdî (Kahire 1401); İbn Hacerel-Heytemî e l-Kavlü’l-muhtasar fî ‘alâmâtİ’l-mehdî el-muntazar {Kahire 1986); Dermaster, Le mehdi depuis îes origines de l’îslam iusqu’â nos jours (Paris 1885); Ebû Salim Muhammed b. İbrahim, el-Mürşid ilâ ve şâ3iki’l-mehdî {Hartum İ9ö9); Muhammed Hasan Âl-i Yasin, ei-Mefrdî el-muntazar beyne’t-taşavvur ve’t-taşdîk (Beyrut 1972); Ekrem Sankçıoğlu Dinlerde Mehdi İnancı ve Tasavvuru (Erzurum 1977); Abdullah b. Zeyd Âl-i Mahmûd, Lâ mehdî yüntazar bd-de’r-resûî hayri’l-beşer (Katar 1980); Muhammed Ali es-Sâbûnî, el-Mehdî ve eşrâtü’s-sâ’a (Beyrut 1401); Abdülmuh-sin b. Hamdü’l-İbâz, er-Red ‘alâ men kezzebe’l-ehâdişe’ş-şahîha (Medine 1402); Muhammed Ferîd Hicâb, el-Meh-dî el-muntazar beyne cakideti’d-dîniyye ve’l-madmûni’s-siyâsî(Cezayir 1984); Muttaki el-Hindî, el-Burhân ü calâmâti mehdiyyi âhiri’z-zamân (Tarıta 1412/1992); Cevâd Hüseyin el-Hüseynî, el-İmâmü’l-mehdî ve zuhurun {Beyrut 1412/1992); Muhammed Saîd el-Kaddâl, el-İmâmü’l-mehdî Muhammed Ahmed b, ‘AbdiUâh (Beyrut 1992).

  • Mehdi Nedir, İnancı -İslam Öncesi İnançlarda- Hakkında Bilgi

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski