Mehdiye Şehri -Tunus- Tarihçesi, Nüfusu, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Mehdiye. Tunus’un Akdeniz sahilinde tarihî bir şehir.

Tunus’un doğu sahilinde Akdeniz’e doğ­ru küçük bir çıkıntı şeklinde uzanan ka­yalık yarımadanın (İfrîkıye burnu) üzerin­de kurulmuştur. Adını ilk Fatımî halifesi Ubeydullah el-Mehdî’den alır. Tutuklu bu­lunduğu Sicilmâse’den kaçarak Kayrevan şehrine gelen ve buradaki Sünnîler’le Hâ-ricîler’in baskısından kurtulmak için Tu­nus şehriyle Kartaca arasındaki sahil şe­ridinde güvenli bir yer arayan Ubeydullah el-Mehdî, Tunus şehriyle Trablusgarp ara­sında sadece deniz yoluyla ulaşılabilen bu yarımadayı Mısır seferi için uygun bula­rak Mehdiye’nin temellerini attı. Baş­şehir Tunus’un 230 km. güneyinde deni­ze doğru S00 m. genişliğinde, 1.500 m. uzunluğunda bir çıkıntı yapan bu kayalık yarımada üzerinde önce surlarla çevrili bir kale inşa edildi. Kaleye biri denize, di­ğeri karaya bakan iki büyük kapıdan gi­riliyor, Ubeydullah el-Mehdî’nin sarayı ka­lenin içinde yer alıyordu. Anakara tarafın­da Berberilerin gönlünü almak için eski bir Berberi kabilesinin adının verildiği Zevîle adlı başka bir mahalle kuruldu. İnşa­sı 8 Şevval 308 (20 Şubat 921) tarihinde tamamlanan şehir Şiîler için güvenli bir sığınak olmuştu. Kalenin etrafı 8,30 m. yüksekliğinde surlarla çevrildi. Surların üstünde on altı kule bulunuyordu. Halife­liğinin İlk altı yılını Kayrevan’da, geri kalan on dokuz yılını Mehdiye’de geçiren Ubey­dullah el-Mehdî 322’de (934) vefat etti­ğinde buraya defnedildi.

Mehdiye’nin ortasında kayaların oyul-masıyla oluşan mendirek küçük gemile­rin içeri girmesine İmkân veriyordu. Güney tarafında dışarıdan gelebilecek teh­likelere karşı şehri koruyacak ve büyük ticaret gemilerinin yaklaşmasına imkân verecek bir limanla bir tersane yapıldı. Buraya İskenderiye, Suriye, Sicilya, İspan­ya ve diğer yerlerden gemiler gelmeye başladı.

Pîrî Reis’in bildirdiğine göre Mehdiye halkı şehri tahrip etmelerinden endişe ettikleri mühtedîleri sur içine almıyor ve girenleri de çıkarıyorlardı. Mehdiye tarih boyunca hiçbir zaman büyük insan kitle­lerini barındırmadı. Burada ticarî faali­yette bulunan ahalinin çoğunluğu daha ziyade Zevîle mahallesinde oturuyor, gün­düzleri kale içindeki iş yerlerinde çalışıp akşam evlerine dönüyordu.

Haricî Ebû Yezîd en-Nükkârî’nin 332 (943-44) yılında Fâtımîler’e karşı başlat­tığı büyük harekât sırasında Mehdiye, Fa­tımî Halifesi Kâim-Biemrillâh için güvenli bir sığınak oldu. İfrikıye’nin bütün şehir­leri Ebû Yezîd’in eline geçtiği halde Meh­diye sekiz ay boyunca direndi (333/944-45). Kâim-Biemrillâh kuşatma esnasın­da vefat edince yerine geçen oğlu İsmail Mehdiye’yi başarıyla savundu. Çekilmek zorunda kalan ve ardından yakalanan Ebû Yezîd aldığı yaralar yüzünden ölünce teş­hir için Mehdiye’nin ana giriş kapısına asıl­mıştı. Mehdiye’yi savunduğu için kendi­sine Mansûr-Billâh lakabı verilen İsmail, Kayrevan çevresindeki Sabra’da Mansû-riye adıyla yeni bir şehir kurarak Mehdiye yerine burayı başşehir yaptı.[Safer 337 / Ağustos 948] Mısır’ın Fâtımîler tarafın­dan 358’de (969) fethinden birkaç yıl son­ra Muiz-Lidînillâh’ın Kahire’ye gidişine kadar Mehdiye’nin başşehir olarak kaldığı da rivayet edilir. Muiz-Lidînillâh Mısır’a giderken İfrîkıye valiliğini Zîriler’den Bulukkîn b. Bâdîs’e bırakmıştı.

Mehdiye’deki Fatımî hâkimiyeti Zîrî ha­nedanının bağımsızlığını ilân ettiği 1048 yılına kadar devam etti. Bu duruma kı­zan Fâtımîler, daha önce Arap yarımada­sından getirip Yukarı Mısır’a yerleştirdik­leri bedevî Arap kabilesi Benî Hilâl’i Kay­revan üzerine şevkettiler. Zîrî Sultanı Muiz b. Bâdîs, bu akın yüzünden Mansûri-ye’yi terkederek daha iyi korunma imkânı olan, oğlu Temîm’in vali bulunduğu Mehdiye’ye sığındı (449/1057).

1087 yılında Mehdiye bir süre için Pizalı ve Cenevizli korsanların eline geçti. Si­cilya’yı zapteden Normanlar’ın 1148-1160 yıllarında Tunus’un doğusundaki sahil şe­hirlerine saldırdıklarında ilk aldıkları şe­hirlerden biri de Mehdiye idi. Zîrî haneda­nının son emîri Hasan b. Ali es-Sanhâcî, Normanlar şehri ele geçirince Benî Hilâl Emîri Muhriz b. Ziyâd’a sığındı. Emîr Ha­san ardından Muvahhidler’in kurucusu Abdülmü’min el-Kûmî’den yardım istedi. Abdülmü’min yedi ay süren bir muha­saradan sonra SSS’te (1160) Mehdiye’yi Normanlar’dan geri aldı.

Muvahhidler döneminde Mehdiye’nin idaresini üstlenen Muhammed b. Abdül­kerîm er-Recrâcî bağımsızlığını ilân ede­rek halife unvanını kullanmaya başladı.. 584’te (1188) Benî Gâniye’den Yahya b. Ganiye tarafından zaptedilen şehir 602 Cemâziyelâhirine (Ocak 1206) kadar Benî Gâniye’nin elinde kaldı. İfrikıye’nin bu bölgesinde çıkan karışıklıklar yüzünden Muvahhidler şehre Hafsî hanedanına mensup bir vali tayin ettiler. Daha sonra da Tunus’taki Hafsî sultanının oğulların­dan biri Mehdiye’nin idaresine memur edildi. 748’de (1347) Merîni Sultanı Ebü’l-Hasan şehri ele geçirdiyse de 754 (1353) yılında Hafsî sultanı tarafından tekrar ge­ri alındı.

Mehdiye VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren deniz korsanları için bir sığınma yeri ol­du. Cenevizli, Sicilyalı, Fransız ve Aragonlu hıristiyanlar, 792’de (1390) Bourbon dükünün kumandasındaki bir donanmay­la şehri bir ay müddetle kuşattılarsa da Hafsî Valisi Ebü’l-Abbas’ın güçlü savunması karşısında başarı sağlayamadılar. 927 (1521) yılında Kont Pierre Navarro da dokuz savaş gemisiyle şehri muhasara etti. ancak ahalinin direnişiyle karşılaştı­ğı için geri çekilmek zorunda kaldı.

Mehdiye, Hafsîler’in sonuna doğru İs-panyollar’la Osmanlılar arasında büyük bir mücadeleye sahne oldu. 1539 yılında Hafsî Sultanı Mevlây Hasan ile bir anlaş­ma yapan Şarlken, Tunus şehrini ele ge­çirdiği gibi Mehdiye’ye de bir garnizon yerleştirdi. Ardından şehrin ileri gelenleri Tunus’tan bağımsız hareket ederek beş kişilik bir şehir meclisi kurup burayı yö­netmeye başladılar.

Batı Akdeniz’i bir faaliyet alanı haline getiren Turgut Reis Mehdiye’nin güvenli bir karargâh olduğunu düşünüyor ve bu­rasının kendisine verilmesini istiyordu. Fakat böyle bir durumda hıristiyan Avru­palılar buraya saldıracağı için şehir mec­lisi üyeleri arasında ihtilâf çıktı. Turgut Reis. bunlardan İbrahim Berat’la anlaşa­rak onun sorumluluğundaki kuleden bir gece 500 kadar askeriyle şehre girdi (947/ 1540) ve idaresini ele alarak kendisi için müstakil bir emirlik haline getirdi. Ancak burada fazla durmadı, yerine yeğeni Hı­zır Reis’i bırakıp Güney Avrupa sahillerini vurmak için sefere çıktı.

Turgut Reis’in Mehdiye’yi ele geçirme­sinden tedirgin olan Şarlken Napoli, Sicil­ya, Floransa, papalık ve Malta’yı harekete geçirerek İspanyol Generali Don Garcîa de Toledo’nun emrinde ve Andre Doria’nın kumandasında 40.000 kişilik bir donan­ma hazırlattı. 22 Haziran 1550 tarihinde Mehdiye’yi kuşatan Haçlı donanması, ka­leyi savunan sınırlı sayıdaki Türk denizcisi üzerine âni saldırılar düzenlediyse de her defasında büyük kayıplar vererek geri çe­kilmek zorunda kaldı. Yardımcı kuvvete ihtiyaç duyan Şarlken, Avrupa’nın en di­rayetli amirallerinden Don Juan de Vega ve Don Garcia de Toledo dahil dört büyük amiralin sevk ve idaresinde muhasarayı sürdürdü.

Turgut Reis Avrupa seferinden dönü­şünde Mehdiye’nin kuşatıldığını görünce dışarıdan desteklemeye karar verdi. Ay­larca devam eden muhasara sırasında herhangi bir İlerleme gösteremeyen Haçlı donanması, kale içinden kendilerine yar­dım eden bir casusun yönlendirmesiyle Mehdiye’nin deniz tarafındaki güney sur­larının zayıf olduğunu öğrenip o tarafın yıkılabileceğini düşündüler. Buraya 28 Ağustosta başlattıkları saldın sonunda 10 Eylül’de kaleye girmeyi başardılar. Mehdiye’yi savunan Hızır Reis’i yaralı ele geçirirken Türkler’in tamamına yakınını katlettiler. 7000 kişiyi esir alan Haçlı do­nanması buraya bir garnizon bırakıp çe­kildi. Kanunî Sultan Süleyman, Şarlken’e bir mektup yazarak bu kuşatmanın 1545 yılında yaptıkları anlaşmaya aykırı olduğu­nu bildirdiği gibi kuşatma sırasında bu­radaki Türkler’e yardım etmediği için Ce­zayir Beylerbeyi Hasan Paşa’yı da azletti. Turgut Reis’in o dönemde diğer Türk de­nizcileri gibi henüz kendi başına hareket etmesi yüzünden Osmanlı kaynaklarında Mehdiye’nin kuşatılması ve düşmesine fazla yer verilmemiştir. Mehdiye’nin işga­line tepki gösteren Osmanlı donanması 958 (1551) yılında Trablusgarp’ı İspanyol işgalinden kurtarmış, Fransızlarla birlik­te Korsika’da Cenevizliler’e savaş açmış­tır.

İspanyollar, Mehdiye’yi uzun süre Tur­gut Reis’e karşı koruyamayacaklarını bil­dikleri için burayı Malta şövalyelerine vermek istediler. Fakat onlar da aynı sebeple bunu kabul etmeyince İspan­ya’dan Don Fernand de Cünha’te surlarını yıkarak şehri harabeye çevirdi. Burası Turgut Reis’in eline geçse bile ar­tık tehlikeli olmayacaktı. Nitekim 958’de (1551) Trablusgarp Osmanlı hâkimiyeti­ne girince Tunus’un doğu sahillerindeki diğer şehirler gibi Mehdiye de oraya bağ­landı. Ancak şehir eski önemini kaybet­ti. 999 (1591) yılında Mehdiye’ye gelen Temgrûtî burada yıkıntılardan başka bir şey göremediğini söyler.

Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardın­dan Mehdiye’de yeni bir dönem başladı. Şehir XVII. yüzyılda kaptanıderyâ eyaleti­ne [645] bağlı sâlyâneli bir sancak merkezi oldu. Bu devirde şeh­rin ileri gelenlerinden nakit akçe alınarak Osmanlı donanmasına bir gemiyle katıl­ması sağlandı. Mehdiye 982-1022 (1574-1613) yıllan arasındaki paşalık dönemin­de, 1041-1114 (1631-1702) yıllarında eya­letin idaresini üstlenen Murâdî hanedanı ve 1705-1957 arasında Hüseynî hanedanı devirlerinde Tunus eyaletine bağlı olarak yönetildi. Mehdiye’yi yeniden canlandıran Osmanlılar buraya Anadolu’dan, Endü­lüs’ten. Arnavutluktan nüfus getirip yer­leştirdiler. Mehdiyeliler, özellikle Tunus Beyi Osman Dayı tarafından getirilen En-dülüslüler’i iyi karşıladılar. Osmanlılar’ın 1018’de (1609) İspanya’dan kurtardıkları Endülüslü müslümanlarla oradan çıkarı­lan yahudileri Mehdiye’ye yerleştirmele­rinin ardından şehir ve çevresinde ziraat ve değişik meslek kollarında büyük bir
canlanma oldu. Osmanlılar döneminde Mehdiye’yi muhafaza etmek için eski ka­lenin surları kısmen onarıldı. 1003 (1595) yılında Ebû Abdullah Muhammed Paşa tarafından yaptırılan ve 1133’te (1721) tamir edilen Burcülkebîr hâlâ ayakta olup müze olarak kullanılmaktadır.

Mehdiye’de 1100 (1689) yılında veba salgını çıktı. 1153’te (1740) Tunus beyi, şehir ahalisini amcasına aşırı sadakatle­rinden dolayı cezalandırarak bir süre için şehirden çıkardı. 1856 yılında görülen ko­lera salgını çok sayıda insanın ölümüne sebep oldu. Tunus Valisi Mehmed Sâdık Paşa’nın 1864’te eyaletin dış borçlarını ödeyebilmek için halktan alınan vergiyi iki katına çıkarması üzerine halk ayakla­narak 25 Nisan günü şehri yağmaladı.

Bir Osmanlı eyaleti olan Tunus’a bağlı son dönemdeki yirmi kadar şehirden biri olarak Mehdiye isminin devlet salname­lerinde yer aldığı görülür. 1881 ‘deki Fran­sız işgalinin ardından burada bir okul açıl­dı. Ertesi yıl sömürge idaresi şehri bir ida­rî birime dönüştürdü. Kısa süre sonra ül­kede sömürgeciliğe karşı yayılan millî ha­reketler Mehdiye’yi de etkiledi. 6 Ağustos 1920 tarihinde hayat pahalılığına karşı harekete geçen halk şehri bir defa daha yağmaladı.

Osmanlılar zamanında Mehdiye’ye Ana­dolu’dan sevkedilen çok sayıda asker ve diğer görevlilerin yerli kadınlarla evliliğin­den doğan ve “kuloğlu” denilen kimseler son dönemlerde şehrin nüfusunun ço­ğunluğunu oluşturuyordu. Bunlar, yaşa­yış biçimleriyle olduğu kadar isimleriyle de diğer ahaliden kolayca ayrılmaktadır. Özel­likle Anadolu’dan gelen Hamza ailesiyle Arnavut asıllı Safer ailesi meşhurdur.

Sahildeki bütün şehirler gibi buraya da değişik zamanlarda Maltalı, İtalyan, Fran­sız ve Yunanlılar gibi yabancılar ihracat ve balıkçılık yapmak üzere yerleştiler. Son dönemlerde Mehdiye’nin en büyük zen­ginliği zeytin ticareti, balıkçılık, halıcılık ve sabunculuk olup bu sektörlere ait çok sayıda işletme açılmış bulunmaktadır. 1994’te uluslararası turizme açılmasının ardından Mehdiye için yeni bir gelir kay­nağı doğdu.

Kurucusu Ubeydullah el-Mehdi’nin biz­zat kendisi ve ölümünden sonra yerine geçecek oğlu Kâim – Biemrillâh için yaptır­dığı sarayların dışında idari binalar, ta­hılların muhafazası için yer altı binaları, kuyular, sarnıçlar ve denizin doldurulma­sıyla inşa edilen Mehdiye Ulucamii başlıca tarihî eserlerdir. Cami XVIII. yüzyılda ve XIX. yüzyılın başlarında gördüğü tamir­lerden sonra 1961-1965 yılları arasında ilk mimarisine uygun tarzda yeniden in­şa edilmiştir. Günümüzde Mehdiye’de mi­mari eserlerden ayakta kalanların çoğu Osmanlı dönemine aittir. Anadolu’dan bu­raya göç eden Hamza ailesinin ileri gelen­leri tarafından 1192 (1778) yılında yaptı­rılan ve 1914″te tamir edilen Hacı Musta­fa Hamza Camii, 1239’da {1824) inşa edi­len ve 1976’da ciddi bir onarım geçiren Hacı Süleyman Hamza Camii, XVIII. yüz­yıl sonlarına ait Dalioğlu Mescidi, 1289′-da (1872) kimin tarafından yaptırıldığı bilinmeyen Ramazanoğlu Zaviyesi ve Hamza Türbesi bu eserler arasında sayı­labilir.

Şehrin XX. yüzyılın başlarında 10.000’i geçen nüfusu (1905’te 12.000) 1946’da 15.000’e ulaşmış, 1966’da 20.000’i aş­mış, 2003 yılında 45.000’e yaklaşmıştır (44.600). Mehdiye halkı farklı etnik kimlik­lerden gelmesine rağmen genelde Arap kültürünü benimsemiştir. Şehir, nüfusun­daki artışa paralel olarak mekân üzerin­de de Sfaks ve Sûs istikametinde genişle­me eğilimi göstermektedir. Mehdiye’de yetişen önemli şahsiyetler arasında İbn Arabiyye (İbn Ureybe) diye tanınan Ebû Amr Osman b. Atîk el-Kaysî el-Mehdevî, şair İbnü’s-Simâtve Kuzey Afrikalı muta­savvıf Ebû Medyen’in öğrencisi Kutb ed-Dahmânî zikredilebilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski