Mekke emîri tabiri genel olarak Mekke’nin fethinden başlayarak Mekke valilerini, Özel olarak da IV. (X.) yüzyılın İkinci yansından itibaren Mekke’yi yöneten şerifleri (Benî Hasen, Hasenîler) ifade eder. İbn Haldun, müşrik Araplar’ın Resûl-i Ekrem’i Mekke veya Hicaz emîri olarak nitelendirdiklerini kaydetmektedir. İlk Mekke emîri şehrin fethinden sonra Resûlullah’ın tayin ettiği At-tâb b. Esîd’dir. Mekke emirliği, Hulefâ-yi Râşidîn devrinde de Medine’den gönderilen valiler tarafından yürütülmüştür. Hilâfet merkezinin önce Küfe’ye, ardından Dımaşk’a nakledilmesiyle Mekke Emirliği’nin yapısında bazı değişiklikler oldu. Emevîler döneminde bazan Hicaz’a veya Haremeyn’e bağlı olan, bazan da bir vali tarafından yönetilen Mekke’ye tayin edilen emîrier genellikle Benî Ümeyye’den seçilir ve haca idare etme vazifesi de bunlara verilirdi. Muâviye b. Ebû Süfyân, Haremeyn’e vali yapacağı kimseyi önce Mekke ve Tâif emirliğine getirir, daha sonra buna Medine’yi eklerdi. Abbasîler, Emevîler’den aldıkları idarî yapıyı aynen korudular. Bu devirde Mekke, Haremeyn valisi adı verilen tek bir emîr tarafından yönetilmekte ve bu vali daha ziyade Mısır’a hâkim olan sülâlelerden seçilmekteydi. Abbasîler zamanında226’da hac için Mekke’ye gelen Eşnâs et-Türkî’nin, Halife Mu’tasım-Billâh’la birlikte adına hutbe okunarak Mekke emirliğini üstlenmesi gibi hutbelerde halifenin yanında ikinci bir isim zikredilmeye başlandı.
Hz. Ali döneminde hilâfet merkezinin Medine’den Kûfe’ye nakledilmesinin ardından ortaya çıkan iç karışıklıklar ve ihtilâflar sebebiyle bazı devirlerde Mekke müstakil olarak yönetildi ve merkezî idarelerin gönderdiği emîrler Mekke’ye giremedi. Yezîd b. Muâviye zamanında hilâfetini ilân ederek Hicaz’a hâkim olan Abdullah b. Zübeyr, Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar (73/692) hükümet merkezi edindiği Mekke’yi yönetti. Emevî Halifesi Abdül-melik b. Mervân, Haccâc’ı Mekke’yi de içine alan Hicaz, Yemen ve Yemâme vali-liğiyle mükâfatlandırdı. Hz. Hasan ve Hüseyin’in soyundan gelen şerif ve seyyid-lerin faaliyetleri sebebiyle zaman zaman Mekke Abbasî hâkimiyetinden çıktıysa da bu durum kısa sürdü. Ardından Mekke’ye hâkim olan Karmatîler’in çekilmesi ve İhşîdîler’in sukutu üzerine Hz. Hasan’ın dokuzuncu kuşaktan torunu Ca’fer b. Mu-hammed, Mekke’nin idaresini ele geçirerek bir süredir Mekke ile ilgilenen Fâtımîler adına hutbe okuttu (358/969). Fatımî Halifesi Muiz-Lidînillâh da Ca’fer b. Muhammed’e Mekke ve çevresinin emirliğini ifade eden bir nişan gönderdi. Ca’fer’in Mekke’ye hâkim olmasından itibaren Mekke’nin yerel yöneticilerinin adlarının da hutbelerde anılması âdet haline geldi. Mekke idaresinin şeriflerin kontrolüne girmesi üzerine Medine’nin siyasî üstünlüğü sona erdi. Benî Hüseyin bazan bağımsız olarak Medine’ye hükmetmişse de genellikle Mekke emîrine bağlı veya onun naibi sıfatıyla görev yapıyordu. Ancak zaman zaman müstakil hareket etme isteği iki şehir arasında hükümranlık mücadelelerine yol açıyordu.
Abbâsîler’in ikinci döneminde Hicaz’a hâkim olmak için sürdürülen mücadele ve rekabetten en iyi şekilde yararlanan şerifler Mekke’deki hâkimiyetlerini pekiştirdiler. Ca’fer b. Muhammed’den sonra oğlu îsâ b. Ca’fer emîr oldu. Onun ardından Mekke emîri olan (384/994) kardeşi Ebü’l-Fütûh el-Mûsevî, Hicaz’daki Abbâ-sî-Fatımî rekabetinden faydalanıp bağımsızlığını ilân ederek adına para bastırıp hutbe okuttu. Fatımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh, 403’te (1012) Remle’yi kendisine başşehir seçen ve Râşid-Billâh lakabıyla halifeliğini ilân eden Ebü’l-Fütüh’un Mekke’den ayrılmasını fırsat bilerek amcazadesi Ebü’t-Tayyib’i Haremeyn valiliğine tayin etti. Ancak Ebü’t-Tayyib’in emirliği uzun sürmedi ve Ebü’l-Fütûh, yönetimi ondan geri aldı. Ebü’l-Fütûh’tan sonra emîr olan, yirmi üç yıl bu görevi sürdüren ve çocuk bırakmadan ölen (453/1061) oğlu Şükür’ün yerine kölesi Abûle geçmek istedi. Fakat Abûle’nin emirliği yazılı bir belgeye veya şerifler arasında bir ittifaka dayanmadığı için kabul görmedi; şeriflerin ikinci tabakasından Hamza b. Vehhâs es-Süleymânî emirliği ele geçirdi. Emirlik, 969-1062 yılları arasında Mekke’yi yöneten ve Ca’fer b. Muhammed’in soyundan geldiği için Benî Ca’fer adı verilen tabakadan Benî Süleyman’a geçti. Mekke’ye 455’te (1063) hâkim olan Suleyhîler’den Ali b. Muhammed şehrin idaresini şeriflerden Ebû Hâşim Muhammed b. Ca’fer’e verdikten sonra Yemen’e döndü. Böylece Mekke Emirliği bunun künyesine nisbetle Hevâşim adı da verilen Benî Hâşim (Benî Füleyte) koluna geçti. Benî Hâşim’İn Mekke hâkimiyeti, Yenbu ve çevresini kontrol altında tutan Katâde b. İdrîs’in kendisini destekleyen kabilelerle birlikte şehri ele geçirmesine kadar sürdü.[27 Receb 596 / 13 Mayıs 1200] Mekke, Suûdîler’in İdaresine girinceye kadar (16 Ekim 1924) Benî Katâde ahfadından gelen emîrler tarafından yönetildi. İçlerinden özellikle Osmanlı döneminden itibaren üç aile öne çıktı. Bunlardan biri Zevî Zeyd (Şürefâ-i Zeydiyye), diğeri 1672’den sonra emirliği onlarla paylaşan Zevî Berekât (Âl-i Berekât), üçüncüsü de Abâdile diye bilinen Zevî Abdullah (Zevî Avn) ailesidir. 1830’lardan itibaren emîr-ierin daha güçlü olan Zevî Zeyd ve Zevî Avn ailelerinden seçilmesi âdet halini almıştı. 1851-1856 ve 1880-1882 yıllan dışında son dönem emirlerinin tamamı Zevî Avn ailesine mensuptu.
Tarih boyunca İslâm dünyasında ortaya çıkan devletlerin Mekke ve çevresiyle ilgilenmesi Mekke Emirliği’nin hareket alanını oldukça etkilemiştir. Abbâsîler’in zayıflaması ve Şiî olan “Fâtımîler’in Haremeyn üzerinde hâkimiyet kurması, Sünnîliği benimseyen Selçukluların Mekke emîrlerini kendilerine bağlamak ve şehri yeniden Sünnî nüfuzu altına sokmak için mücadeleye girmelerine yol açtı. Mısır’da hüküm süren kıtlık yüzünden Mekke’ye yeteri kadar yiyecek gönderileme-mesi üzerine Mekke Emîri Ebû Hâşim Muhammed b. Ca’fer hutbeyi Abbasî Halifesi Kâim-Bi-emrillâh ile Selçuklu Sultanı Alparslan adına okuttu (462/1069-70). Ardından Mekke’de hâkimiyet Abbasîler ile Fâtımîler arasında sık sık el değiştirdi. 465’te (1073) Selçuklu Sultanı Melîkşah, Mekke’ye Kabe Örtüsünü göndererek daha sonra da kız kardeşinin emîrle evlenmesini sağlayarak şehirde yeniden Sünnî hâkimiyetini oluşturmaya çalıştı. 468 (1076) yılında Mekke Emîri Ebû Hâşim Muhammed b. Ca’fer’in hutbeyi tekrar Fâtımîler adına okutmaya başlamasıyla Hicaz’daki mücadelenin bu safhası Şiîler lehine sonuçlandı. Fakat 472’den (1079-80) itibaren Mekke emîri Abbasî Halifesi Muktedî-Biemrillâh ve Sultan Melikşah’a bağlılığını bildirdi. Fâtımîler 482-483 (1089-1090) yıllarında Suriye’de kazandıkları başarılar sebebiyle Hicaz’da etkili olmaya çalıştılarsa da 479-485 (1086-1092) tarihleri arasında Mekke Abbasî halifesi ve Selçuklu sultanına tâbi olmaya devam etti. Mekke emîri Melikşah’ın ölümü üzerine (485/1092) hutbeleri yeniden Fâtımîler adına okutmaya başladı.
Turan Şah’ın Yemen’i ele geçirmesinden sonra569’da (1174) Mekke Emîri îsâ b. Füleyte hutbeyi Nûreddin Mahmûd Zengî adına okutmaya başladı. Mekke emîrlerinin tâbi oldukları Eyyûbî-ler’in Mekke hâkimiyetleri bazı kesintilerle 6S0 (1252) yılına kadar sürdü. ortadan kaldırılan Bağdat Abbasî hilâfetini Mısır’da yeniden kurmasıyla Mekke Emirliği Memlükler’e bağlandı. 1254-1301 yılları arasında Mekke emîri olan Ebû Nümey Muhammed b. Hasan, Memlûk sultanlarına bağlılığını sürdürerek şerif ailesi içerisinde kendisine karşı oluşan muhalefet hareketlerini bastırdı ve Benî Katâde’nin Mekke’deki hükümranlığını sağlamlaştırdı. Ebû Nümeyy’in vefatından sonra sağlığında kısa süreli olarak gerçekleşen çift emirlik uygulaması yaygınlaştı ve Memlûk Devleti’nin Mekke’ye müdahaleleri arttı. Mekke Emîri Aclân b. Rümeyse veliaht olan oğlu Ahmed’i müşterek nâib tayin edip (762/! 361) aile içindeki kavgaları önlemek istediyse de bunu başaramadı. 1396-1426 yıllarında Mekke emîri olan ve bunun yaklaşık on iki yılında ortağı bulunmayan Hasan b. Aclân hem Memlûk sultanlarıyla iyi ilişkiler kurdu, hem de onların buradaki nüfuzunu kırarak hâkimiyetini Hicaz bölgesinin tamamına yaydı. Daha önce belli bir periyoda bağlı olmayan Mekke emîrlerine hil’at ve mersûm gönderme işi, Hasan b. Aclân döneminden itibaren her yıl Mısır sultanları tarafından tekrarlanan bir âdet haline geldi. Hasan b. Aclân’ın oğullarından Berekât’ın emirliği zamanında (1406-1455) Mekke’de Mısır’dan gönderilen daimî bir birliğin bulundurulmasıyla şehir yönetiminde Memlûk Devleti’nin tesir ve nüfuzu arttı.
Osmanlı padişahları Memlûk hâkimiyeti altındaki kutsal topraklarda nüfuz arayışlarına, başta İstanbul’un fethi olmak üzere çeşitli cephelerde kazandıkları zaferleri fetihnamelerle Mekke emîrlerine bildirerek, ayrıca hediyeler göndererek onları hem başarılarından haberdar etmek hem de gönüllerini kazanmakla başladılar. Mısır’ın fethinden sonra o sırada Mekke emîri olan Şerif Berekât b. Muhammed, oğlu Ebû Nümeyy’i bir elçilik heyetiyle Mısır’a yollayıp Mekke’nin anahtarlarını Osmanlı padişahına takdim etti. Böylece Mekke de Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ebû Nümey babasının ölümü üzerine (1525) tek başına emîroldu ve kendisine Kanunî Sultan Süleyman tarafından emîrin görev alanını gösteren bir berat ve hil’at gönderildi. Ebû Nümeyy’in bilfiil emirliği alışı ile Osmanlı hâkimiyeti boyunca sürecek olan emaret ailesi teşekkül etti. Ebû Nümey, Osmanlı idaresinin Haremeyn’de yerleşme dönemini oluşturan uzun emirliği zamanında 1540′-ta hac için Mekke’ye gelen Süleyman Paşa’dan oğlu Ahmed’i İstanbul’a götürmesini istedi. İstanbul’da büyük ilgi gören Şerif Ahmed, bizzat padişah tarafından kabul edilerek kendisine babasıyla birlikte müşterek emirlik beratı verildi. Osmanlı resmî anlayışına göre muhatap kabul edildiği için bundan sonra Mekke emîri olarak Şerif Ahmed tanındıysa da Ebû Nümeyy’in yetki ve otoritesi sürdü. Osmanlı hâkimiyeti süresince istisna kabilinden üçlü emirlik örneği varsa da ikili emirlik devam eden bir uygulama olmuştur.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Mısır’a hâkim olan Bulutkapan Ali Bey, Hicaz’ı zaptetmeye gönderdiği Ebü’z-Zeheb Muhammed Bey vasıtasıyla Mekke’yi ele geçirip sahte bir fermanla Mekke emîri tayin ettiği Abdullah b. Hüseyin’den sultan unvanını aldı.[18 Rebîülevvel 1184/ 12 Temmuz 1770] Mekke’de iyi intiba bırakmayan Mısırlı askerlerin ayrılmasından sonra Şerif Ahmed bedevî birlikleriyle emirliği tekrar ele geçirdi. Mekke emîrlerinin zaman zaman hâkim oldukları Necid’de dinî bir hareket olarak ortaya çıkan ve Suûd ailesinin benimsemesiyle siyasî hüviyet kazanan Vehhâbîlik sürekli güçlenerek bir tehdit unsuru haline geldi. Tâif i alan Abdülazîz’in oğlu veliaht Suûd 30 Nisan 1803’te Mekke’yi işgal etti ve Cidde’ye kaçan Şerif Gâlib b. Müsâid’in kardeşi Abdülmuîn’i Mekke emirliğinde bıraktı. Şerif Gâlib, Cidde Valisi Şerif Pa-şa’nın da yardımıyla yirmi beş günlük kuşatmanın ardından Mekke’yi geri alıp yeniden emîr oldu (Ağustos 1803). Ancak Mekke’yi sürekli tehdit altında tutan Vehhâbîler’in baskısı sonucunda Şerif Gâlib emirlikte kalmak şartıyla şehri onlara teslim etti (Ocak 1806) ve hutbelerde Osmanlı sultanının adının okunması bid’at olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Hicaz’daki Vehhâbî hâkimiyeti, Mısır Valisi Ka-valalı Mehmed Ali Paşa’nın gönderdiği ordunun Mekke’yi ele geçirmesiyle sona erdi. Şerif Gâlib azledilerek yerine Şerif Yahya b. Sürür getirildi (1814). 1850’lere kadar emîr ve muhafızların onun isteğine uygun biçimde tayin edilmesinin bir sonucu olarak Mekke’de İstanbul’un etkinliği azalırken Mısır’ın tesiri arttı. Baş kaldıran Mehmed Ali Paşa’nın koruduğu Mekke Emîri Şerif Muhammed b. Avn uzaklaştırılıp yerine Abdülmuttalib b. Gâlib tayin edildi.[Haziran 1832] Şerif Abdülmuttalib. ancak Mehmed Ali Paşa’nın ölümünden iki yıl sonra (1851) Mekke’ye giderek emirlik görevine başlayabildi.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mekke emirleri Osmanlılar’la bağlarını koparmaya yöneldiler. Merkezî hükümetin etkinliğini arttıran faaliyetlerine, meselâ Hicaz demiryolunun Mekke’ye kadar uzatılması gibi tedbirlere karşı Mekke emirleri bedevilerle iş birliğine giriştiler ve fırsat buldukça siyasî güçlerini Osmanlı Devleti’nin aleyhinde kullandılar. M. Meş-rutiyet’in ilânından sonra şeriflerin öncülüğünde Osmanlı idaresi karşıtı faaliyetler arttı. Osmanlı Devleti de Mekke emîrlerinin mahallî güçlerini zayıflatmış ve onların bölge üzerindeki otoritelerinin ciddi biçimde sarsılmasına sebep olmuştu. Bir yandan İstanbul’dan daha fazla destek almaya çalışan, öbür yandan yerel inisiyatifini merkezî hükümetten bağımsız olarak kullanmaya gayret eden Şerîf Hüseyin, 1908 seçimlerinin sonuçlarına müdahalede bulunarak 1909’da yenilediği seçimlere göre oğlu Abdullah ile Hasan b. Abdülkâdir eş-Şeybî’yi Mekke mebusu olarak İstanbul’a gönderdi. I. Dünya Savaşı’nda da İngilizlerin desteğiyle bir Arap devleti kurmak için ayaklanarak (27 Haziran 1916) Mekke’ye hâkim oldu. Bunun üzerine Osmanlı idaresi, temmuz başında Mekke emirliğine Zevî Zeyd ailesine mensup Abdülmuttalib b. Gâlib’in torunu Şerîf Ali Haydar’ı tayin etti. Ali Haydar Mekke’ye giremediğinden görevini önce Medine’de, ardından Şam’da sürdürmeye çalıştı. 8 Mayıs 1919’da çıkarılan Meclis-i Vükelâ kararı ve irâde-i seniyye ile emirlik unvanı kaldırılıp Osmanlı tarihinin Mekke Emirliği safhası kapandı. Abdülazîz b. Suûd’un (Abdüiazîzb.Abdurrahmanb. Faysal) Mekke’yi ele geçirerek Hicaz Hâşimî Krallığı’na son vermesiyle (16 Ekim 1924) şeriflerin Mekke hâkimiyetleri de sona erdi.
Haremeyn’in kara ve deniz yoluyla dünyaya açıldığı bir kapısı durumunda olan Mısır, Mekke ve Medine’nin yönetiminde önemli bir yere sahipti. Bu bakımdan Mısır’da kurulan devletler Hicaz’da nüfuzlarını sürdürmeye çalıştılar. Merkezî yönetimlerle Mekke emîrleri arasındaki mücadeleler hac törenlerinin aksaması veya yapılmaması şeklinde sonuçlanıyordu. Emirlerin özellikle hac merasimlerinin düzenlenmesi konusunda büyük rolleri vardı. Dîvân-ı Hümâyun’da hazırlanarak Mekke emirlerine gönderilen mektuplarda onlardan hacla ilgili her türlü tedbiri almaları istenir, emirler de haccın selâmetle bittiğini her yıl İstanbul’a bildirirlerdi.
Eyyûbîler ve Memlükler döneminde Mekke emîrlerinin Mısır Abbasî halifelerine tâbiliği şeklî iken Osmanlı devrinde etkinlikleri azalarak bütün idarî ve malî işler Mısır beylerbeyine havale edilmiş, buradaki işleyişi yakından takip etmek için kadı. nâzır-ı emval ve şeyhülharem gibi memurlar görevlendirilmiştir. Mekke’de Osmanlı hâkimiyetinin ardından merkezî denetimle mahallî iktidar arasındaki dengeler değişti. Osmanlılar “eyâlet-i mümtâze” adını verdikleri Mekke’deki emîrleri miras aldıkları teamüle uygun olarak görevlerinde bıraktılar ve Mekke içindeki yetkilerini sürdürmelerine izin verdiler. Emirlerin kendi başlarına hareket etmeleri, Mekke dışında nüfuzlarını yayma girişimleri, başta hac emîrîeri olmak üzere buradaki görevlilerle çatışmaları, kendi aralarındaki iktidar mücadeleleri ve Cidde gümrük gelirlerine el koyma teşebbüsleri gibi merkezin doğrudan müdahalesini gerektiren faaliyetlerine rağmen onların statüsünü bozmaya yönelik bir düzenlemeye girişilmedi. Osmanlı Devleti’nin müdahalede bulunmaması, kutsal yerlere ve Ehl-i beyte mensup olan emîr ailesine duyulan saygıdan kaynaklanıyordu.
Mekke emîrleri Haremeyn ile ilgili bütün işleri doğrudan İstanbul’a yazarlardı. Ancak genellikle Mısır beylerbeyine arzedildikten sonra onun inceleme ve tasvibiyle konu İstanbul’a bildirilirdi. Osmanlı idaresi Haremeyn işlerini daha iyi izleyebilmek, şerifleri kontrol altında tutabilmek ve merkezî otoriteyi burada hissettirmek için Mısır’a bağlı olarak Cidde sancağını kurdu. Daha sonra Cidde eyaleti ve Habeş beylerbeyi ligiyle Harem-i şerifin işlerini doğrudan üstlenen Mekke şeyhülharemliği tesis edildi. Merkezden gönderilen idarecilerle Mekke emîrleri arasında yetki paylaşımından doğan ihtilâf ve çekişmeler, şeriflerin bağımsız davranma isteklerinin arttığı XIX. yüzyıla kadar ciddi sıkıntılara yol açmadı.
Emirlerin eşraftan bir danışma kurulu ve kendilerine ait askerî birlikleri vardı. Osmanlı döneminde doğrudan Mekke emîrlerinin görev alanını ve sorumluluklarını belirleyen bir yazılı metin yoktur. Ancak İstanbul’dan gönderilen menşur ve mektuplardan, onların bedevileri idare ederek özellikle çapulculuk ve yol kesici-lik faaliyetlerini önlemek, hac törenlerinin aksamaması için çabalamak, surre-lerin adaletli bir şekilde dağıtımını sağlamak, surre harici gönderilen yardımları yerine ulaştırmak, Cidde’de ve diğer limanlarda ticaretin aksamasına meydan vermemek, Mekke ve Kabe’ye dair işlere nezaret etmek gibi görevleri üstlendikleri anlaşılır.
Mekke emîrlerinin en önemli gelirleri hac için Mekke’ye gelenlerden alınan meks parasıydı. Bazan bu gelir hükümdarlar tarafından üstlenildiğinde Mekke emîrinin hazinesine toplu bir meblağ girerdi. V. (XI.) yüzyılda Mekke Emîrliği’nin aylık gideri 3000 dinardı ve Mekke emîrleri şehirlerine yapılan yatırımlardan da pay alırlardı Yavuz Sultan Selim, Şerif Berekât’ı Mekke emirliğine tayin ettikten sonra Mısır gelirlerinden kendi şahsî kullanımına (ceyb-i hümâyun) ayrılan paranın 23.000 kuruşunu Mekke emirlerine maaş olarak bağladı. Kanunî Sultan Süleyman, 1541′-de Portekizliler’i püskürten Mekke Emîri Ebû Nümeyy’e Cidde gümrük gelirlerinin yansını bağışladı ve Koca Sinan Paşa’nın Yemen’i fethinden sonra bu uygulama sürekli hale geldi. Mekke emîrierinin surreden de payları vardı. Ayrıca devlet kademesindeki üst düzey görevliler, hanedan mensupları, diğer sultan ve hükümdarlar Abbâsîler’den itibaren Mekke emirlerine çeşitli ihsanlarda bulunurlardı; Osmanlı döneminde de bu uygulama sürmüştür.
Osmanlı devrinde emîrin tayin beratı merkezdeki bürokratlar tarafından hazırlanır, yeşil atlas keseye konulur, üzerine altın kozak takılır, yaşmak adlı örtü ile örtülerek kürk ve kılıçla birlikte gönderilirdi. Tayin beratı ve hil’atyeni görevlendirilen şerif tarafından karşılanır, hil’at Mekke yakınında saygı ile giydirilerek tören tamamlanırdı. Mekke eşrafının ittifakıyla yeni bir emîr seçilse de tayin daima İstanbul’dan yapılırdı. Emîrin tayini dellâllar vasıtasıyla ilân edilir, on dokuz pare top atılır, menşur ulemâ ve devletin ileri gelenleri önünde okunur ve biat alınırdı. Genellikle Mekke emîrleri görevlerini hayatları boyunca sürdürmüşlerse de Memlûk ve Osmanlı döneminde azledildikleri, bazılarının bir müddet sonra yeniden tayin edildiği de olurdu. Mekke emirleri Memlükler’de ümerânın üzerinde yer alırken Osmanhlar’da vezirlerden bir üst derecede idi ve adları hutbelerde sultanınkinin ardından ikinci sırada zikredilirdi. Emirlerin kapılarında her gün Osmanlı öncesinde akşam Osmanlı devrinde ikindi vakitlerinde nevbet vurulurdu. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Mekke Emirliği’ne bağlı bir kavasbaşı ile maiyetinde kavaslar bulunurdu.
- Mekke Tarihi -Bugünkü Mekke, Nüfusu, Ekonomisi vd. Özellikleri-
- Mekke Tarihi -Literatür, Kitapları-
- Mekke Tarihi -Osmanlı Dönemi, Devri-
- Mekke Tarihi -Mekke’nin Fethi-
- Mekke Tarihi -İlim ve Kültür Hayatı, Osmanlı Devrine Kadar-
- Mekke Tarihi -İslam Fethinden Sonraki Dönem-
- Mekke Tarihi -Başlangıçtan Mekke Fethine Kadar-
- Mekke İsminin Anlamı, Eski İsmi, İsimleri,
- Mekke Tarihi -İmar Faaliyetleri, Osmanlı Devrine Kadar-
- Mekke Coğrafi Konumu, Özellikleri,
TDV İslâm Ansiklopedisi