Mekteb-i Tıbbiye Nedir, Hakkında Bilgi, Eğitim Kurumu, Tarihçesi,

Mekteb-i Tıbbiyye. Modern tıp eğitiminin verilmesi amacıyla 1827″de İstanbul’da kurulan askeri mektep.

Hekimbaşı Behçet Mustafa Efendi’nin, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’ye hizmet edecek tabip ve cerrahların yetiş­tirilmesi amacıyla II. Mahmud nezdinde yaptığı girişim sonucunda kuruldu. Bel­gelerde adı Tıbhâne-i Âmire, Dârüttıbb-ı Âmire şeklinde geçer. Günümüzde tıp bayramı olarak kutlanan 14 Mart’ta Beh­çet Mustafa Efendî’nin nazırlığında Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda öğretime başladı. Dört sınıflı olarak plan­lanan okulun ilk öğrencileri Asâkir-i Mansûre acemilerinden veya yetenekli genç­lerden seçildi. Bu arada Süleymaniye Tıp Medresesi’nden pek çok talebe Mekteb-i Tıbbiyye’ye kaydoldu. Sınıf sıralaması gü­nümüz anlayışının tersine büyükten kü­çüğe doğru yapılmıştı. Öğretim kadrosu maaşlı hoca, halife ve muallimlerden oluşuyordu. Sınıf-ı râbi’ denilen kırk kişilik ilk sınıfa tayin edilen saray hekimi MısrîSey-yid Ahmed Efendi tatil olan salı ve cuma günleri dışında öğrencilere dil bilgisi ve imlâ, tıbbî bitki ve İlâçların, hastalık ve sakatlıkların Türkçe ve Arapça olarak ta­nımlarını öğretecek, ayrıca Kur’ân-ı Kerîm ve ilmihal dersleri verecekti. Muallimler­den biri Fransızca okutacak ve cerrahî uy­gulamalar yaptıracak, diğeri ise yabancı diii ilerletmiş olanlara resimlerle anato­mi ve tıp bilimine giriş dersi verecekti. Bir hattat da güzel yazı yazmayı öğretecekti. Her öğrenciye 20 kuruş aylık ve tayinat veriliyordu. 36’şar kuruş aylıklı yirmi kişi­lik ikinci sınıfta tıp bilgileri yanında İtal­yanca da öğretilecek ve bu dilde yazılmış tıbbî eserler Türkçe’ye çevrilecekti. 50’şer kuruş aylıklı üçüncü sınıf 1829’da, 100’er kuruş aylıklı dördüncü sınıf 1833’te açı­labildi. Üçüncü sınıfa fizyoloji ve ilâçların yararlarıyla ilgili dersler eklendi. Son sı­nıfta ise fizik, botanik ve fen bilimlerine ağırlık verildi, ayrıca uygulamalı tıp eğiti­mi yaptırılmaya başlandı.

Asâkir-i Mansûre’nin tüzüğünde her bölüğe bir cerrah verilmesi öngörüldü­ğünden bu alanda da eleman yetiştirmek amacıyla daha kuruluş yıllarında ayrı bir cerrah sınıfı açıldı: İstanbul cerrahların­dan yirmi kişi seçilip eğitilerek Mansûre bölüklerine dağıtıldı. 50’şer kuruş aylıklı yirmi öğrenciye her gün kurşun çıkarma, damar bağlama, kemik kesme, kırık çıkık tedavisi gibi savaş cerrahisi ağırlıklı eği­tim ve uygulamalar yaptırılması, yetişen­lerin ordu cerrahlarının yanına gönderil­mesi kararlaştırıldı.

Mekteb-i Tıbbiyye Nâzırı Abdülhak Molla’nın cerrah adaylarının Gülhane’deki hastahanede pratik yapmalarının daha iyi olacağına dair raporu üzerine 1832’de Topkapı Sarayı sahilindeki Hastalar Oda-sı’nda Asâkir-i Hassa-İ Şahane Cerrahhânesi adıyla bir cerrahhâne kuruldu. Tu-lumbacıbaşı Konağı1 nın aynı çatı altında hizmet gören tıphâne ve cerrahhâneye (Cerrah hâne-i Âmire) dar gelmesi sebebiy­le cerrahlık sınıfının yirmi öğrencisi de 1833’te buraya nakledildi. Üç sınıflık cerrahhânenin başına getirilen Sade de Calere yatılı öğrencilere cerrahî uygula­malar yaptırıyor, Konstantin Efendi ilâç ve tıp bilgilerini öğretiyordu. Eğitimini ta­mamlayan öğrencilere staj yaptırılıyordu. Bu okul Cerrahhâne-i Ma’mûre adıyla tanındı. 1833 yılında Mekteb-i Tıbbiyye’nin ve cerrahhânenin son sınıf Öğrencilerin­den imtihanla seçilen altmış üç kişi hastahanelerde görevlendirildi. Hasta mua­yene ve ilâç yazma belgesi bulunanlar da alay ve tabur hekimlerinin yanına yardım­cı tabip ve cerrah, birkaç yıl stajyerlikten sonra da müstakil hekim ve cerrah olarak tayin edildi.

Tulumbacıbaşı Konağı’nın satılması üzerine 1836’da tıphâne yer darlığı çeken cerrahhâne ile birlikte Topkapı Sarayı’ndaki Otlukçu Kışlası’na nakledildi ve yatılı hale getirildi. Eğitim programı yeniden düzenlenerek tıp ve cerrahlık öğrencile­rinin üç yıl birlikte okutulmaları sağlandı. İlk sınıflar dil ağırlıklı olup üçüncü sınıfta anatomi öğretiliyor, son sınıflarda ise eğitim tıp ve cerrahlık bilimleri diye ikiye ayrılıyordu.

Hekimbaşı ve mektep nâzırı Ahmed Necib Efendi’nin yeni bir tıphâne binası­na ihtiyaç duyulduğu yolundaki raporu üzerine yeni bina inşaatının çok masraflı ve uzun süreceği endişesiyle mektep, onarımdan geçirilen ve yeni bölümler ek­lenen Galatasaray’daki Enderun Ağaları Mektebi’ne taşındı.[Ekim 1838] Mekteb-i Tıbb-ı Cedîd veya Mekteb-i Cedîd-i Âmire denilen okulun müdürü Osman Sâib Efen­di idi. Dört sınıfın öğrenci mevcudu görevlilerle birlikte 209’a ulaşmıştı.

II. Mahmud’un iradesiyle Viyana’dan getirtilen Kari Ambros Bernard okula mu­allim olarak tayin edildi. II. Mahmud’un 14 Mayıs 1839’da mektebi ziyareti üze­rine padişahın “Adlî” mahlasına nisbetle Mekteb-i Tıbbiyye-İ Adliyye-i Şâhâne olan okulun adı diplomalarda “L’Ecole Adlİyee Imperiale de Medecİne” şeklinde yazıl­maya başlandı. Bulunduğu yere bağlı ola-raK ise “L’Ecole de Medecine de Galata-Serai” diye anılıyordu. Okulda eğitim dili Fransızca idi. Sultan Mahmud’a izafe edi­len açılış nutkunda, bundan amacın Batı’-daki tıbbî gelişmeleri dilimize aktarmak ve ülkenin her yerine yaymak olduğu be­lirtilir. Galatasaray Mekteb-i Tıbbiyyesİ’n-de kütüphane, görevli odaları, klinik, 300 kişilikyatakhane ve yemekhane, padişah dairesi, matbaa gibi birimlerle anatomi preparatlan, tabiat tarihi koleksiyonları ve büyük bir botanik bahçesi bulunuyor­du. Hocalar arasında birinci muallim ola­rak yer alan Bernard ders programını Vi-yana’daki Josef Akademisi (Josefınum) tar­zında yeniden düzenledi. Hasta başında klinik eğitime önem verdi ve başarılı ame­liyatlar yaptı. Mahkûm ve esir kadavrala­rı üzerinde anatomik çalışmalar başlattı. Fizik laboratuvarı ve teşrihhane geliştiril­di. Öğrenciler bakalorya ve doktora tezi imtihanları vermeye mecbur tutuldu. Ye­ni programı takip edemeyenlerin cerrah ve eczacı yetişmeleri sağlanarak üç yıllık eczacılık mektebinin temeli atılmış oldu.

Tanzimat’ın ilânından sonra Mekteb-i Tıbbiyye Nâzın Abdülhak Molla’nın teklifi üzerine yabancı dile âşinâ olan ve tıp eği­timi almak için yurt dışına giden çocukları kazanmak amacıyla gayri müslim tebaa­dan da öğrenci alınmaya başlandı. Hahambaşının isteğiyle Musevî öğrencilerin ibadetleri için imkânlar sağlandı. 1842-1843 öğretim yılında Mekteb-i Tıbbiyye’-ye Öğrenci hazırlayan üç yıllık İdâdîlerin ilâvesiyle tıp ve cerrahî eğitiminin toplam süresi yedi yıla çıktı. Eczacılık dersleri pra­tik ve teorik olarak iki bölümden oluşu­yordu.

Mekteb-i Tıbbiyye’de cerrahî öğrencile­rine ebelik de öğretilmekle birlikte kadın­lara ebelik derslerinin verilmesi ve uygu­lamalar 1842’de başladı. 1844te Kimya-hâne yeniden inşa edildi ve anatomi mü­zesi zenginleştirildi. 1845’te Bernard’ın ölümüyle boşalan birinci muallimliğe Sig-mund Spitzer getirildi, aynı yıl Mekteb-i Fünûn-ı Tıbbiyye adıyla anılan okula er­tesi yıl Mekteb-i Tıbbiyye-i Mecîdiyye de­nildi. 184S-1846 öğretim yılında ibtidaî ve idâdî ile tıp ve cerrahî dönemleri beşer yıla çıkarılınca tahsil süresi on yıl oldu. Ec­zacılara birinci ve ikinci sınıf olmak üzere İki tip diploma veriliyor, ebe adayları da teorik ve pratik derslere devam ediyor, ayrıca cerrah yardımcısı ve yardımcı sağ­lık hizmetlisi yetiştiriliyordu.

Sultan Abdülmecid’in isteği üzerine bazı okul mezunları 1847’de Avusturya’ya gönderildi ve buradaki imtihanda göster­dikleri başarı Mekteb-i Tıbbiyye’dekİ eği­timin üst seviyede olduğunu kanıtladı. 1847-1848 öğretim yılında hazırlık süresi dört, tıp ve cerrahî sınıfları altı yıl olarak belirlendi. 11 Ekim 1848’de Galatasaray’­daki Mekteb-i Tıbbiyye yanınca tedrisat, Mühendishâne-i Berri-i Hümâyun olarak kullanılan Halıcıoğlu’ndaki Humbarahâ-ne’nin bir kısmında sürdürüldü. 1850’de hekimbaşılık kaldırıldı; Mekteb-i Tıbbiy­ye Nezâreti devam etti. 1861’de İstanbul eczacı usta ve kalfalıkları Mekteb-i Tıbbiyye diplomalılarına tahsis edildi. Kırık çıkık elamanı olmak isteyenlere de yapı­lan imtihandan sonra “küçük cerrahlık şe-hâdetnâmesf verilmekteydi. Okul 1866 yılında Sİrkeci’dekİ Demirkapı Kışlası’na nakledildi; Eylül 1873te de Galatasaray’­daki Mekteb-i Sultânı binasına taşındı. Ancak 1876’da Mekteb-i Sultanî kendi bi­nasına döndüğü için tekrar Dernirkapı Kışlası’na nakledildi. İdâdî kısmı da Kule-li’ye gönderildi.

1853-1856 Kırım savaşında duyulan âcil hekim ihtiyacı üzerine eğitim dilinin Türk­çe olması için başlatılan çalışmalar 1866′-da kurulan Cem’iyyet-i Tıbbİyye-i Osmâ-niyye’nin gayretleriyle daha da hızlandı. Aynı yıl içinde Mekteb-i Tıbbiyye bünye­sinde Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye-i Şâ-hâne’nin devreye sokulmasıyla 1867’de Türkçe tıp eğitimi kısmen başlatıldı. Bu sivil tıbbiyede özellikle İstanbul dışında çalışacak belediye hekimlerinin yetiştiril­mesi amaçlanmıştı. Buraya ilk anda rüşdiye mezunu veya o derecede bilgisi olan on altıyirmi yaşları arasında elli kişi alı­nacak ve eğitim süresi beş yıl olacaktı. Askerî ve sivil mektebin hocaları genellik­le aynı kişilerdi. Okula ilgi çoğalınca teşvik için kaldırılan doktora mecburiyeti tek­rar getirildi ve bir yıllık klinik eğitim ekle­nerek okul süresi altı yıla çıkarıldı. Öğrenci sayısının artması üzerine Mekteb-i Tıb­biyyei Mülkiyye-i Şâhâne Ahırkapı’da biri mektep, diğeri klinik olarak inşa edilen binalara taşındı. Ancak zamanla burası da yetersiz kaldığı için 1894’te Kadırga meydanındaki Menemenli Mustafa Paşa Konağı sivil tıbbiyeye tahsis edildi, ayrıca burada ek binalar yapıldı.

Türkçe eğitim başarılı olunca 1870’te Askerî Tıbbiye’de de ilk sınıftan itibaren tedrisatın Türkçeleştirilmesine başlandı. Askerî Tıbbiye mezunları 1870’te hekim, cerrah ve eczacılar için askerî tatbikat mektebi kabul edilen Haydarpaşa Askerî Hastahanesi’nde iki yıl staja tâbi tutula­rak tabur ve hastahanelere tayin edildi. Aralarında başarılı olanların Paris ve Viyana’ya gönderilerek bilgilerini arttırmaları sağlandı. Eğitimin Türkçe olmasından sonra Türk tıp gazeteleri, dergiler ve çok sayıda tıp kitabı yayımlandı. Mektepteki Türk ve müslüman hoca ve öğrenci sayısı arttı. Ancak Fransızca eğitimin zararlı et­kileri senelerce sürmüş, uzun yıllar reçe­teler Fransızca yazılmış, konsültasyonlar­da Fransızca konuşulmuş ve sağlık kuru­luşlarının kadrolarında üstünlük yıllarca gayri müslimlerin elinde kalmıştır.

1887’de Demirkapı’daki Askerî Tıbbiye bünyesinde kuduz müessesesi, ertesi yıl aşı evi, 1893’te bakteriyolojihâne ve bir yıl sonra doğumevi açıldı. Tamir ve tâdil edi­len Gülhane’deki bina 150 yataklı hastahane haline getirilip 1898’de Gülhâne Tatbikat Mektebi ve Serîriyat Hastaha-nesi olarak açıldıktan sonra stajlar bura­da yapılmaya başlandı. Aynı yıl her iki tıb­biyede tahsil süresi idadiden sonra altı yıl oldu. Kuleli’deki Mekteb-i İ’dâdî-i Tıbbiyye”den çıkan talebeler Askerî Tıbbiyye’ye, Mekteb-i İ’dâdî-i Mülkiyye’den çı­kanlar Tıbbiyye-i Mülkiyye’ye alındı. De-mirkapı Kışlası’nın yetersiz kalması üze­rine Askerî Tıbbiye de II. Abdülhamid ta­rafından Mimar Alexandre Vallaury ile Raimondo d’Aronco’nun planlarına göre 1894’te Haydarpaşa’da inşasına başlanan binada 1903’te eğitime başladı.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilânını müte­akip İstanbul’da iki tıp okulunun birleşti­rilmesi söz konusu olunca sivil tıbbiye ho­calarının Maarif Nezâreti nezdindeki gi­rişimleriyle Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye, Tıp Fakültesi adıyla yeniden kuruldu ve İstanbul Dârülfünunu’nun bir şubesi ol­du, ilk dekanlığına Cerrahî Kliniği mualli­mi Cemil (Topuzlu) Paşa getirildi. 1909′-da Askerî Tıbbiye’nin ilhakıyla iki okul Dârülfünûn-ı Osmânî Tıp Fakültesi adıyla birleştirildi ve 1933 yılına kadar Haydarpaşa’daki binada kaldı. 1933’te yapılan üniversite reformuyla okul İstanbul Üni­versitesi Tıp Fakültesi adını aldı. Ancak zamanla kadroların yığılması ve yer dar­lığı sebebiyle burası 1967’de İstanbul Tıp ve Cerrahpaşa Tıp fakülteleri şeklinde iki­ye bölündü.

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski