Mektûbât. İmâm-ı Rabbânî’nin (ö, 1034/1624) mektuplarından derlenen eser.
Bir mutasavvıf tarafından yazılan en kapsamlı ve en meşhur mektup külliyatı olup tevarüs ettiği ve geliştirdiği Nakşibendî geleneği hakkındaki başlıca kaynak durumundadır.
Mektûbât, her şeyden önce İmâm-ı Rabbânî’nin manevî tekâmül sürecini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Eser ayrıca onun mürşidi Bâkî-Billâh ve halifeleriyle olan münasebetlerini, vahdet-i şühûdun vahdet-i vücûda tercih edilebilirliği gibi konularda geliştirdiği ihtilaflı görüşlerini, ikinci İslâmî binyılın müceddidi olduğu iddiasını, Kabe’nin hakikatinin hakîkat-i Muhammediyye’ye üstünlüğü fikrini, kendi tanımladığı Sünnî akidenin yegâne doğruluğunu. Nakşibendî tarikatının mükemmeliyetini yansıtan düşünceleri içerir. İmâm-ı Rabbânî’nin Muâviye b. Ebû Süfyân’ı idealleştirmeyi uygun gördüğü dikkat çekmektedir. Bu durum onun aşırı bir Şiî düşmanı olmasının sebebini de açıklığa kavuşturmaktadır ki bu tavır kendisinden sonraki Nakşîbendî-Müceddidî geleneğinin ana çizgisini oluşturmuştur. Hindistan’daki siyasî duruma ve bu ülkede İslâm’ın etrafındaki Hint çevresine temas eden mektupların sayısı nisbeten azdır ve bu mektuplar günümüz âlimlerinin göstermiş olduğu ilgiye lâyık değildir.
İmâm-ı Rabbânî mektuplarını ihtiyaç doğdukça farklı zamanlarda çeşitli kişilere hitaben yazmıştır. Ancak kendisi mektuplarının çok değerli ve ilâhî tasdike mazhar bir bütün oluşturduğu fikrindedir. İleri gelen halifelerinden Muhammed Hâşim Kişmî’ye, “Yazdığın bütün ilimler, söylediğin her şey Allah’ı hoşnut etmektedir; Allah bunların tamamını kabul etmiştir” şeklinde bir ses duyduğunu söylediği rivayet edilir. İmâm-ı Rabbânî, mektuplarına atfettiği bu büyük değerden dolayı bunların derlenmesi ve yayılmasını bir görev telakki etmiştir. Mektuplarını içeren ilk defterin (cilt) derlenmesini onun adına Yâr Muhammed Tâlekânî üstlenmiştir. 1025’te (1616) derlenmesi tamamlanan bu defter, Hz. Peygamber’in Bedir Gazvesİ’ne katılan sahâbîlerinin sayısını sembolize eden 313 mektup, Mevlânâ Abdülhay Hisârî’nin 1028’de (1619) derlediği ikinci defter esmâ-i hüsnâyı sembolize eden doksan dokuz mektup, Muhammed Hâşim Kişmî’nin 1031’de (1622) derlediği üçüncü ve son defter herhangi bir sembolik anlatımı olmayan 123 (veya 124) mektupihtiva eder. Böylece eser İmâm-ı Rabbânî’nin ölümünden önce son şeklini almıştır. Mektuplara tarih düşülmemekle birlikte bunların kronolojik sırayla derlendiği söylenebilir.
İmâm-ı Rabbânî’nin üslûbunun güzel ve etkileyici olduğu söylenemez. Eser tasavvuf teorileri ve kelâm terminolojisi ağırlıklı bir muhteva taşır. Mektupların bazan mantıkî tutarlılıktan yoksun olduğu, nazarî bir konudan bahsedilirken hissî veya edebî bir ifadeye geçiş yapıldığı görülmektedir. Eseri neşreden Nûr Ahmed Amritsârî de Mektûbât’ta bu tür problemlerin olduğunu kabul eder ve okuyucudan anlayamadığı meseleleri Allah’a havale etmesini ister.
Mektûbât’ın Hindistan, Orta Asya ve Osmanlı-Türk dünyasında Nakşibendî -Müceddidî tarikatının geniş kitlelere yayılmasında oynadığı rol muhtemelen oldukça sınırlı ve tarikatın faal müridlerinin etkisinden daha az olmuştur. Eserin Mevlânâ’nın Meşnevi’si ile kıyaslanabilecek derecede etkili olduğu iddiası olsa olsa bir abartı olarak görülebilir. Bununla beraber yeni baskılarının yapılması ve çeşitli dillere tercüme edilmesi Nakşibendî çevrelerinde sürekli okunduğunu göstermektedir. Son yıllarda Me/cîübât’ın ilmî yönden incelenmesine yönelik dikkate değer bir ilginin ortaya çıktığı görülmektedir.
Eserin Farsça metni ilk defa 1290’da (1873) Delhi’de, ardından 1889’da Leknev’de yayımlanmış, Nûr Ahmed Amrit-sârî’nin “hisse” başlığı altında bölümler halinde ve her bölümün sayfalarını ayrı ayrı numaralandırarak 1328 (1910) ve 1352 (1933) yılları arasında yaptığı neşirler bu iki neşrin yerini almıştır. Metin kenarına kelime ve kavramları açıklayıcı not ve yorumlar ilâve eden Amritsârî’nin ilk deftere ilişkin açıklamaları Dürrü’l-marife, ikinci defter İçin olanları üçüncü defter için olanları ise Marifetü’l-tıakâ ik başlığını taşır. Amritsarî neşri birinci defter bir, ikinci ve üçüncü defterler diğer bir cilt olarak iki cilt halinde çeşitli tarihlerde yeniden yayımlanmıştır. Baskıların bazısında her “hisse”deki ayrı sayfa numaralandırması dikkate alınmayıp iki cilt birbirini tamamlar şekilde aralıksız numaralandırılmıştır.
Mektûbât’ın Türkçe’ye ilk tercümesi 1158 (1745) yılında Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin tarafından yapılmıştır. Mütercim bu çeviriye yazdığı girişte İmâm-ı Rabbânî ve onun Nakşibendî silsilesinin kısa hikâyesini anlatmış, Nakşibendî- Müceddidî tarikatının izahını yapmıştır. Müstakimzâde ayrıca İmâm-ı Rabbânî’nin oğlu Hoca Muhammed Ma’sûm’un MeMûödr’ını da tercüme etmiş, bu iki tercüme bir arada 1277 (1860) ve 1978’de İstanbul’da basılmıştır. Necip Fazıl Kısakürek bazı mektupların tercümesini Küçük Mektubat adıyla yayımlamış Büyük Doğu dergisinin çeşitli sayılarında eserden seçtiği mektupların yayımını sürdürmüştür. Mehmet Süleyman Teymüroğlu’nun İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûki’nin Mektubatı, Hüseyin Hilmi Işık’ın birinci defterin çevirisi ve Abdülkadir Akçiçek’in Muhammed Murad el-Kazânî’nin yaptığı Arapça tercümesinden yaptığı sadeleştirilmiş tercümesi eserin diğer Türkçe çevirileridir. Mektûbât Urduca’ya Kâdî Alîmüddin ve Züvvâr Hüseyin tarafından tercüme edilmiştir. Kazânî’nin Arapça çevirisi ed-Dürerü’l-meknûnâtü’n-nefîse Mektûbât’ın şimdiye kadar yapılan en başarılı tercümesidir.
Fazlurrahman ve Muhammed Abdülhak Ensârî Mektûbât’tan seçtikleri mektupların bir kısmını İngilizce’ye çevirmişlerdir.
İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ta zikrettiği hadisler iki ilmî çalışmanın konusu olmuştur: Muhammed Saîd, Teşyîdü’l-mehânî fî tahrîci ehâdîşi Mektûbâti’l-îmâm er-Rabbânî, Babur Baig Mitaly, Maktû-bât-i Mujaddidi Alf-i Sani: Takhrij-i Ahadis. Mektûbât’ın çözümlemeli indeksleri Arthur Buehler tarafından yayımlanmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi