Mektup. Sözlükte “yazmak” anlamındaki ketb kökünden türetilmiş olup “yazılan şey” demektir. Ancak Araplar bunun yerine daha çok kitâb, risale, ahd, vasıyye ve sahîfe kelimelerini kullanmaktadır. Türkçe’de bunun yanında Farsça’dan geçen nâme kelimesiyle “ihbarname, temliknâme, vasiyetname” gibi yazılı evrak adları yapılmıştır. Mektubu yazan kişi muhatabından birtakım isteklerde bulunuyorsa bu tür mektuplara vasıyye adı verilir. Bir kimsenin ölümü halinde yakınlarına bıraktığı, mallarının paylaşımı ve tasarrufu hususundaki isteklerini içeren mektubuna da bu bakımdan “vasiyet” veya “vasiyetname” denilmiştir. Ayrıca mektup bir edebiyat türüdür (mektûbat, münşeat, resâil). Çeşitli âyetlere dayanılarak [meselâ bk. A’râf 7/62,68, 93; Ahzâb 33/ 39; Cin 72/28; Abese 80/11-16] Kur’ân-ı Kerîm de Allah Teâlâ’nın kullarına gönderdiği emir ve uyarılarını içeren bir mektuplar mecmuası kabul edilebilir.
Günümüze ulaşan en eski mektuplar, milâttan önce II. binyılın başlarında Kayseri yakınlarındaki Kültepe ile (Kaniş-Kârum) Mezopotamya’daki Asur şehri arasında karşılıklı gönderilen, çivi yazısıyla kilden tabletler üzerine yazılmış ve yine kilden zarflar içine konularak metni ve zarfı mühürlenmiş mektuplardır. Kitâb-i Mukaddeste de birtakım mektuplardan söz edilmektedir. Bunların en eskileri Hz. Dâvûd ve Süleyman’ın yazdıkları olup çoğunlukla Mescid-i Aksâ’nın ve Süleyman Sarayı’nın inşasıyla ilgilidir. Yeni Ahid’in büyük bir bölümü ise Pavlus, Petrus ve Yuhanna’nın çeşitli milletlere gönderdikleri dine davet mektuplarından oluşmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes gibi Kur’an’da da Hz. Süleyman’ın yazdığı bir mektuptan (kitâb) bahsedilir. Bu mektup. Sebe melikesine (Belkıs) gönderilen ve onunla kavmini güneşe tapmaktan vazgeçip Allah’a ve Süleyman’a itaate çağıran bir mektuptur. Kur’an’da Belkıs’ın ağzından nakledilen ifadelerden mektubun besmele ile başladığı anlaşılmaktadır.[Neml 27/28-31] Araplar’da, mektuba Allah’ın adıyla başlama geleneğini ilk başlatanın Hz. Peygamber’in çağdaşı Hanîfler’den Ümeyye b. Ebü’s-Salt olduğu rivayet edilir. Ümeyye mektubuna “bismikellâhümme” ifadesiyle başlardı. Resûl-i Ekrem de ilk dönemlerde mektuplarının başına tevhid akidesine uygun düşen bu ibareyi koydurmuştur. Daha sonra sırasıyla Hud sûresinin 41. âyetinden ilhamla “bismillah”, İsrâ sûresinin 110. âyetinden ilhamla “bismillâhirrahmân” ve Nemi sûresinin 30. âyetinden ilhamla “bismillâhirrahmânir-rahîm” ifadelerini kullanmıştır.
Neml sûresinin 30. âyetinde Belkıs’a yazılan mektubun vasfını belirleyen “kerîm” sıfatını “güzel, değerli, önemli” gibi zahirî manasıyla anlayanlar bulunduğu gibi mektubun mühürlü olduğu şeklinde yorumlayanlar da vardır. Mektubun mühürlenmesi işi mektubun ilk ortaya çıktığı günden beri devam eden bir gelenekti. Tablet mektuplar ve zarflan gibi parşömene yazılan mektupların altı ve rulo halinde içine konuldukları mahfazaların ağızları da mühürlenirdi. Hz. Peygamber, İran kisrâsına mektup göndermek istediğinde kendisine Acemler’in mühürsüz mektupları okumadıkları hatırlatılmış, o da üzerinde “Muhammed Resûlullah” yazan akik bir mühür edinmiştir. Abdullah b. Abbas mühürsüz mektubu işareti olmayan, yani işe yaramayan fal-kumar okuna (gufl) benzetir. Daha sonra kişilerin birbirine yazdıkları mektuplara imza atmaları âdet olmuştur. Resmî mektupların ise yetkili kişi tarafından imzalanmış olsa dahi mühürlenmesi -veya özel bir alâmetle işaretlenmesi- işi devam etmiştir. Hz. Süleyman Belkıs kıssasında dikkat çeken diğer bir husus da söz konusu mektubun bir kuş tarafından götürülmüş olmasıdır. Mektup göndermede eskiden beri güvercinlerden yararlanılmaktadır. Müslümanlar da bu geleneğe uymuşlar ve mektubu hızla yerine ulaştırmada posta güvercinlerinden [el-hammâmü’z-zâil, el-hammâmü’l-hevâdî]faydalanmışlardır. Mektuplar güvercine ağırlık verip yormasın diye küçük boyutlu ince parşömen üzerine gubâri hatla (kalemü’l-cenâh “kanat yazısı”) iki suret halinde yazılır ve bunlar iki saat arayla gönderilirdi.[Berid]
Müslüman geleneğinde kişiye yazılmış özel mektupların mahremiyeti vardır. Hz. Peygamber, sahibinin izni olmadan bir kimsenin mümin kardeşinin mektubuna bakmasının günah olduğuna işaret eder. Ancak askerî sırların haber verilme ihtimali ve casusluk faaliyeti gibi durumlarda bu mahremiyet kalkar. Nitekim müslümanların Mekke’nin fethi için yaptığı sefer hazırlıklarını Mekke’deki yakınlarına bildirmek isteyen Hâtıb b. Ebû Beltea’nın mektubu onu götüren kadın yolda yakalanarak ele geçirilmiş ve bu olay üzerine Allah’a ve inananlara düşman olanları dost edinmeyi ve onlara sır vermeyi yasaklayan âyet [Mümtehine 60/1] inmiştir. Gizlilik gerektiren işlerde mektuplar sır kâtipleri tarafından yazılır, bunların açılmamasına ve başkalarının eline geçmemesine dikkat edilirdi. Özellikle siyasî mektupların ve muaheclenâmelerin mahremiyetini korumak veya tahrifini önlemek için bazı tedbirler alınmıştır.
Hz. Peygamber arkadaşlarına, ordu kumandanlarına ve yabancı devlet adamlarına birçok mektup göndermiştir. Onun vahiy kâtiplerinin yanında resmî yazışmalarını kaleme alan kâtipleri ve mütercimleri vardı. Gönderilen mektupların büyük bir bölümü İslâm’a davet amacıyla yazılmıştır. Bunlardan Bizans İmparatoru Herakleios’a yolladığı mektubu Buhârî, Ehl-i kitaba mektup yazmanın usulüne dair açtığı babda verir.
Resûl-i Ekrem mektubuna besmele ile başlamış, adını açıkladıktan ve Allah’ın kulu ve elçisi olma vasfını belirttikten sonra Herakleios’un adını zikretmiştir. Bu arada ona “melik” yerine “Rumlar’ın büyüğü” şeklinde hitap ederek mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu vurgulamayı amaçlaması dikkat çekicidir. Ardından selâm faslı gelmektedir; ancak muhatabı müslüman olmadığı için dua anlamı taşıyan selâmı “hidayete erenlere” şeklinde genel ifadeyle vermiştir. Mektubun sonunda, yazılmasındaki asıl amacı teşkil eden İslâm’a davet gelir. Buraya muhatabın hıristiyan oluşu sebebiyle müslümanlarla ortak bir söze yani Allah’ın birliğine davet eden Âli İmrân sûresinin 64. âyeti konulmuştur. Hz. Peygamber’in mektubu gereksiz ifadelere yer verilmediğinden dolayı kısa ve özdür. Onun mektuplarından bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır; bunlardan Mukavkıs ile yalancı peygamber Müseylime’ye yazdıkları Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
Resûl-i Ekrem ve Hulefâ-yi Râşidîn resmî yazışmalarda yazının güzelliğine ve üslûbuna büyük bir önem vermiştir. Hz. Peygamber mektup yazan kişinin kendi adıyla başlamasını ve yazdığı mektubu topraklamasını istemiş, bunun işi daha kolay kılacağını belirtmiştir. Hadiste geçen “topraklama” ifadesini muhataba tevazu ile hitap etme şeklinde mecaz olarak yorumlayanlar varsa da onu yazıdaki fazla mürekkebin toprağa emdirilerek dağılmasının önlenmesi şeklinde anlayanlar da vardır. Hadisin farklı rivayetlerinden bu ikinci yorumun daha doğru olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim kurutma kâğıdının kullanılmasına kadar yazı üzerine tebeşir tozu serpildiği bilinmektedir. İdareciler tarafından mektupların imlâsına özen gösterilmesi istenirdi. Nitekim Hz. Ömer, Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den aldığı bir mektupta “min Ebî Mûsâ” yerine “min Ebû Mûsâ” yazıldığını görünce ona kâtibini cezalandırmasını emretmiştir. Arap yazısının yeni geliştiği, henüz nokta ve harekenin olmadığı dönemlerde yazışmalar sebebiyle bazı sıkıntılar yaşandığında şüphe yoktur. İslâm tarihi boyunca büyük kargaşalara ve iç savaşlara sebep olan ve etkilen günümüze kadar uzanan ilk fitne olayına Hz. Osman’ın, kâtibi Mervân b. Hakem’e yazdırdığı bir mektubun nokta ve harekesi olmadığı için yanlış anlaşılması veya Mervân’ın kasten halifenin ağzından farklı anlama gelen bir mektup yazması sebep gösterilir. Herhalde bu gibi sebeplerden dolayı resâil ve inşâ divanlarıyla berîd teşkilâtı erken bir dönemde kurulmuştur.
- Mektup Nedir -Tasavvufta-
- Mektup Nedir -Osmanlı Bürokrasisinde-
- Mektup Nedir -Türk Edebiyatında-
- Mektup Nedir -Arap Edebiyatında-
- Mektup Nedir -Fars Edebiyatında-
TDV İslâm Ansiklopedisi