Melek Nedir, İslam İnancında, Özellikleri, Görevleri, Hakkında Bilgi

Farklı suret­lere girebilen ve duyularla algılanamayan nûrânî varlıklar” şeklinde tarif edilen me­lek  Kur’ân-ı Kerîm’de [Bakara 2/285; Nisâ 4/136] ve tevatür derecesine ulaşan hadislerde inanç esasları arasında sayılmaktadır. Naslarda meleklerin hem özellik ve yete­nekleri hem de görevleri hakkında bilgi verilmiştir. İnsanlar ve cinlerden farklı olarak nurdan yaratıldıkları nakledilen meleklerin Âdem’in yaratılışından önce mevcut bulundukları ve Allah’ın hitabına mazhar olup bizzat O’nunla konuştukları anlaşılmaktadır. [Bakara 2/30-34; Hicr 15/28-29]Ayrıca meleklerin yiyip İçmedikleri, [Hûd 11/69-70; Zâriyât 51/ 24-28]görevleri icabı iri cüsseli ve güçlü olabildikleri [Necm 53/5; Tahrîm 66/ 6; Tekvîr 81/20] belirtilmiş, bu güçleri­ni temsil eden ellere [En’âm 6/93] ve birden fazla kanada [Fâtır 35/1] sahip bu­lundukları büdirilmiştir. Âyette geçen “ce­nah” (çoğulu ecnlha) kelimesi “uçan yara­tıklar için kanat” anlamına geldiği gibi “taraf, yan. el” ve mecazi olarak “kudret” mânalarına da alınabilir. Ancak melekle­re nisbet edildiğinde bu kelimenin mahi­yetini ve niteliğini kesin olarak bilmek mümkün değildir. Kur’an’da ayrıca müş­riklerin meleklere dişilik izafe edişleri ve Allah’ın kızları oldukları yolundaki iddia­ları reddedilmiş, [Sâffât 37/149-150; Zuhruf 43/19]akaid literatüründe de on­larda cinsiyet olgusu ve ayırımının bulun­madığı vurgulanmıştır.

Meleklerin yaptığı işler arasında diğer tabiat varlıklarıyla birlikte sürekli Allah’ı yüceltme,[A’râf 7/206; Ra’d 13/13; Enbiyâ 21/20] O’na secde etme, emir­lerine âmâde olup onları yerine getirme, [Nahl 16/49-50; Tahrîm 66/6]Peygamber’e salât ve selâm getirme,[Ahzâb 33/56] müminler için dua ve istiğfar­da bulunma [Mü’min 40/7-9; eş-Şûrâ 42/5] gibi davranışlar sayılmaktadır. Kur­’an’da sıkça rastlanan bu genel tasvirle­rin yanında bazı meleklerin isim veya gö­revlerine de yer verilir. Bunların başında kendi adıyla üç defa zikredilen [Bakara 2/97,98; et-Tahrîm 66/4] ve çeşitli âyetler­de “ruh” ve “resul” gibi sıfatlarla anılan, peygamberlere vahiy getirmekle görevli melek gelir. Bir âyette ge­çen [Bakara 2/98] Mîkâîl (Mîkâl) hadis­lerde rızık ve rahmet meleği olarak tasvir edilmiştir. Eceli gelenlerin ruhunu kabzeden meleğe âyetlerde genelde çoğul sîgasıyla yer verilmiş,[Ni­sâ 4/97; En’âm 6/61, 93; Enfâl 8/50; Muhammed 47/27] bir yerde de “melekü’l-mevt” şeklinde [Secde 32/11] atıf­ta bulunulmuştur. Yaygın olarak bilinen Azrail ismine ise sadece bazı zayıf hadis­lerde rastlanmaktadır. Kur­’ân-ı Kerîm’de kıyametin kopması ve âhiret hayatının başlaması sırasında sûra üf­lenme hadisesinden [Neml 27/87; Zümer 39/68] ve yeniden dirilişi haber ve­ren bir çağırıcıdan [Kâf 50/41; Kamer 54/6] söz edildiği halde bu işle görevli me­leğin adı anılmamış, ancak hadislerde söz konusu duyuruyu yapacak olan İsrafil’in adı büyük melekler arasında sayılmıştır. Bu dört büyük meleğin dışında Kur’an’da “el-melâiketü’l-mukarrebûn” diye geçen [Nisâ 4/172] ulûhiyyet makamına yakın melekler vardır. Ar­şı taşıyan ve onun çevresinde bulunanlar da [Zümer 39/75; Mü’min 40/7; Hâkka 69/17] mukarrebîn meleklerine da­hildir. Öte yandan insanların söz ve dav­ranışlarını kaydeden ve Kur’an’da “değer­li kâtipler” şeklinde nitelenen yazıcı me­lekler [Zuhruf 43/80; Kâf 50/17-18; İnfitâr82/1] ayrıca”muakkibât” (takipçi­ler) [Ra’d 13/10-11] “rakîbün atîd” (her an hazır gözetleyicüer) [Kâf 50/18] ve “hafaza” (koruyucular) [En’âm 6/61]melekle­ri de mevcuttur. Kabirde sorgu yapan ve Münker-Nekir adlarıyla bilinen iki melek ise yalnızca hadislerde geçmektedir. Âhirette müminleri selâmlayarak karşılayacak cennet bekçilerine,[Ra’d 13/23-24; Enbiyâ 21/103; Zümer 39/73] cehen­nemlikleri tahkir edip korkutan ve on do­kuz grup oldukları açıklanan görevlilere [Zümer 39/71-72; Tahrîm 66/6; Müddessir 74/30-31] genel olarak “hâzin” (çoğulu hazene) adı verilmiştir. Cehennem bekçilerini temsil eden melek bir âyette Mâlik,[Zuhruf 43/77] cennet meleği ise hadislerde Rıdvan is­miyle geçer. Cehennem görevlileri ayrıca “zebani” olarak da adlandırılmıştır.[Alak 96/18]

Türlerini ve sayılarını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği belirtilen melek­lerin [Müddessir 74/31] yaratılışında Allah-tabiat ve Allah-insan münasebet­leri açısından çeşitli hikmetlerin olduğu anlaşılmaktadır. Ulviyetin ve Allah’a tesli­miyetin sembolü olan melekler fizik âlem­le zaman ve mekândan münezzeh ulûhiyyet makamı arasında köprü vazifesi görür. Kur’an’da yerde ve gökte Allah’ın or­dularının bulunduğu [Feth 48/4, 7] ve meselâ gök gürültüsüyle beraber melek­lerin de Allah’ı teşbih ettiği [Ra’d 13/ 13] vurgulanırken melekler vasıtasıyla ta­biatın yönetiminin Cenâb-ı Hakk’in kont­rolü altında olduğuna işaret edilmekte­dir. Bu sebeple melekler Allah’ın birliği­nin şahitleri sayıldığı gibi [Âl-i İmrân 3/ 18] O’nun mesajlarının peygamberlere ve dolayısıyla insanlara iletilmesinin de ilk elden gözlemcileridir.[Nisâ 4/166] Dolayısıyla meleklere, özellikle de Cebrail ve Mîkâil’e düşmanlık etmek Allah’a ve resullerine düşmanlıkla eşit görülmüştür.[Bakara 2/97-98] Öte yandan melekler yeryüzünde yaşayan insanlar için dua ve istiğfar eder [Şûrâ 42/5] ve mümin­lerle dostluğa dayalı bir bağ kurar. Kur­’an’da, Allah’a inanıp dürüst bir hayat sü­renlere son nefesleri sırasında melekle­rin gelip ölümden korkmamalarını, ken­dilerini mutlu bir hayatın beklediğini ve onların dünya hayatında olduğu gibi âhirette de dostları olduklarını ifade ede­cekleri belirtilir.[Fussılet 41/30-32]

Allah tarafından kendilerine verilen gö­revleri eksiksiz yerine getirmekle yüküm­lü olan meleklerin günah işlemedikleri ve masum oldukları yönünde âyetlerde be­yanlar bulunmaktadır. Onlar, onurlandı­rılmış kullar olarak söz ve davranışta Al­lah’ı aşmaz ve sadece Û’nun emirleriyle hareket ederler. Me­lekler bu Özellikleriyle itaatsizlik göstere­bilen cinlerden ve insanlardan ayrılmak­tadır. Allah’ın Âdem’i ve dolayısıyla insan türünü yaratacağı yolundaki beyanına meleklerin itiraz etmesi [Bakara 2/30] onların Allah’a itaat yükümlülüklerine ay­kırı gibi görünüyorsa da müfessirler, bu­nun karşı çıkma amacına değil görüş bil­dirme veya gerçeği öğrenme gayesine matuf olduğunu kabul ederler. Nitekim bu âyetin devamında ve konuyla ilgili di­ğer âyetlerde meleklerin mutlak bir tes­limiyet içinde bulundukları açıkça görül­mektedir. Bâbil halkına imtihan ve bi­linçlendirme maksadıyla sihir öğretmek üzere gönderilen iki melek ise [Bakara 2/102] âyette vurgulandığı üzere muha­taplarını inançsızlığa karşı uyarma misyo­nuyla hareket ettikleri için günahkâr ola­rak nitelendirilemez. Meleklerin masumiyeti kelâmcilar arasında da tartışma konusu olmuş. Mutezile ve Ehl-i sünnet âlimlerinin ço­ğunluğu onların günah işlemedikleri yö­nünde görüş belirtmekle birlikte bu ko­nudaki delillerin zannî olduğunu vurgulamışlardır.

Bazı âyetlerde peygamberlerin gaybı bilmemesiyle melek olmaması arasında bağlantı kurulması [En’âm 6/50; Hûd 11/31]ve Âdem neslinin kan dökeceğine dair meleklerin öngörüsüne işaret edil­mesi [Bakara 2/30] meleklerin gaybı bilme kapasitesini belirtiyorsa da işaret bunun mutlak ve sınırsız olmayıp Allah’ın iznine bağlı kaldığı anlaşılmaktadır. Zira müteakip âyetlerde Allah meleklere bile­meyecekleri hususların bulunduğunu söyleyerek bazı nesnelerin isimlerini sor­muş, onlar da Allah’ın öğrettiklerinin dı­şında bilgilerinin olmadığını itiraf etmiş­lerdir. Yine meleklerin insanlar hakkın­daki şefaatinin bazı durumlarda sonuç vermeyeceğinin bildirilmesi [Necm 53/ 26] kapasitelerinin sınırlı ve Allah’ın dile­mesine bağlı olduğunu gösterir.

Meleklerin bu özellikleri bir taraftan varlıklar arası hiyerarşi, diğer taraftan in­sana verilen değer açısından meleklerin mi yoksa peygamber ve insanların mı üs­tün olduğu (tafdîl) meselesinin tartışılma­sına sebep olmuştur. Ancak bu tartışma­da ileri sürülen görüşler büyük ölçüde konuyla İlgili nasları anlama ve yorumla­madaki yaklaşım tarzına ve bazı aklî is­tidlallere dayanmakta olup itikadî bir bağlayıcılık taşımamaktadır. Mu’tezile’nin çoğunluğu meleklerin peygamberler­den ve dolayısıyla diğer insanlardan üs­tünlüğünü savunmuştur. Önde gelen Mutezile âlimi Ca’fer b. Harb’in me­leklerin insan türüne üstünlüğünü konu alan hacimli bir eser yazdığı da nakledilir. Sözü edi­len kelâmcıların delilleri arasında inkar­cıların taleplerine karşı peygamberlerin, “Ben gaybı bilmem, size melek olduğu­mu da iddia etmiyorum” şeklindeki ifa­deleri [En:âm 6/50; Hûd 11/31]ayrıca melek mertebesine yükselmemeleri için Âdem ile Havva’nın yasak ağaçtan menedildiklerine dair şeytanî telkin [A’râf 7/20] bulunmaktadır. Bunlardan başka meleklerin Allah’a yakınlıkları ve nefsânî arzulardan uzak olmaları da ileri sürülen deliller arasında sayılmıştır. Ruhanî var­lıkların üstünlüğünü savunan İslâm filo­zofları ile Eş’ariler’den Ebû Abdullah el-Halîmî ve Ebû Bekir el-Bâkıllânî gibi âlim­ler de bu görüştedir. Buna karşılık Ehl-i sünnet ve Şîa kelâmcılarınm çoğunluğu peygamberlerin, bir kısmı ise ayrıca mü­minlerin meleklerden üstün olduğu görüşündedir. Bu âlimler, peygamberlerin ve insanların di­ğer yaratıklar içindeki yüksek konumuna dair çok sayıda âyetin yanı sıra meleklere öğretilmeyen bilgilerin Âdem’e verilerek ona secde etmelerinin İstenmesi, onların da bu emri yerine getirmesiyle ilgili âyet­leri [Bakara 2/31 -34]delil olarak Öne sür­müşlerdir. Ayrıca bu kelâmcılar, insanla­rın tabiatlarındaki olumsuz eğilimlere rağmen bunlarla mücadele edip kendi iradeleriyle ibadet ve iyiliklere yönelme kapasiteleri üzerinde durmuşlardır. Abdülkâhir el-Bağdâdî, meleklerin mutlak üstünlüğü varsayıldığında cehennem gö­revlisi bir zebaninin peygamberden üs­tün bir konuma geleceğini belirterek kar­şı görüşü eleştirmiştir. Ehl-i sünnet ve Şîa âlimleri başta Hz. Peygamber olmak üzere resuller, bü­yük melekler, nebîler, takva sahibi mü­minler, müminlerin avamı ve en son me­leklerin avamı olmak üzere bir üstünlük sıralaması yapmışlardır. Tafdîl konusunda Kİyâ el-Herrâsî gibi iki görüş arasında tercihte bulunmayan âlimler de bulunmaktadır.

Bazı âyet ve hadislerde, meleklerin özel görevleri veya peygamberlerle diyalogları sırasında çeşitli maddî suretlere bürünüp (temessül) insanlarla konuştukları haber verilmektedir. Sapıklıklarına karşı Lût kavmini cezalandırmak üzere görevlendi­rilen meleklerin misafir olarak gittikleri Hz. İbrahim tarafından insanlardan ayırt edilemeyip kendilerine yiyecek hazırlan­ması [Hûd 11/69-70]ve Cebrail’in Mer­yem’e insan suretinde görünüp bir çocu­ğunun olacağını haber vermesi [Meryem 19/17-19] meleklerin farklı kimliklerle in­sanlara göründüğünü gösterir. Ayrıca Hz. Peygamber kendisine vahiy getiren Ceb­rail’i aslî hüviyetiyle de görmüştür.[Necm 53/5-7] Vahyin muhatabı ve insanlara tebliğ edi­cisi konumunda bulunan peygamberle­rin meleklerle doğrudan iletişimde bulun­maları, onları görüp seslerini işitmeleri tabiidir. Diğer insanların melekleri fizikî olarak müşahede etmeleri ise istisnaî hallerle sınırlı olup müjdeleme, ceza ver­me gibi görevler çerçevesinde gerçekleş­miştir. Ancak meleklerin Allah’ın lütuf ve inâyetiyle müminlere ve zor durumda kalanlara görünmeden destek vermesi,[Âl-i İmrân3/123-125; Enfâl 8/9; Tevbe 9/ 26, 40] mübarek gecelerde inip inanan­ların oluşturduğu manevî barış ortamını paylaşmaları [Kadr 97/4-5] veya Kur’an dinlemeye gelmeleri mümkündür ve di­nin metafizik boyutuyla tutarlılık arzetmektedir.

Melek inancı, pozitivistve determinist anlayışlara karşı varlığın sadece maddî ve görünen nesnelerden ibaret olmadığını ortaya koyup manevî ve ruhanî âlemle­rin mevcudiyetini ispat ettiği için bütün dinlerde olduğu gibi İslâm’da da önem taşımaktadır. Allah’ın rızâsına uygun, dü­rüst ve ahlâklı bir hayat sürmeye kendini adamış olan mümin, kâinatta bu ideal­leri temsil eden ve en üst mertebede ya­şayan görünmez varlıkların bulunmasın­dan manevî destek alır ve aynı seviyeye ulaşmak için çaba sarfeder. Buna karşılık insanları kötülüğe teşvik eden ve şerri yaymak isteyen şeytanlardan da uzak du­rup onların yolundan gitmemeye çalışır. İrade güçleriyle kendilerine iyi veya kötü davranışlar arasında tercihte bulunma özgürlüğü verilen insanlar, melek ve şey­tan türleri sayesinde her iki davranışın örnekleri üzerinde düşünüp karşılaştırma imkânı elde etmektedir. Vahiyle gelen te­orik mesaj ve prensipler yanında peygam­berlerin hayatı insanlara nasıl somut ör­nekler sağlıyorsa melek prototipi de ula­şılması beklenen hedef açısından benzer bir işlev görmektedir. Bu sebeple modern dönemdeki ilmî tefsir anlayışının etkisiy­le meleklerin rüzgâr, şimşek gibi maddî ve tabii güçlerle özdeşleştirilmesi evreni mekanik bir işleyişe indirgeyeceği gibi dinin özünde bulunan aşkınlığın ortadan kalkmasına, manevî rehberlik ve örnek­lik fonksiyonunun daralıp etkisizleşmesi­ne yol açar. Zira latif ve nûrânî bir yapıya sahip bulunmaları melekleri diğer varlık­lardan farklılaştırmakla birlikte onların müstakil ve gerçek bir varlık türü olma­sına engel teşkil etmez. Ayrıca naslarda meleklerin çeşitli görevleriyle ilgili olarak yer alan işaret ve izahlar, tabiatta Allah tarafından konan işleyişin şeklî uygula­masını anlatmaktan ziyade bu düzenin ilâhî kontrol altında bulunduğunu vurgu­lamaya yöneliktir. Dolayısıyla melekleri bu görevlere tekabül eden fizik olaylarla eş­leştirmeye ihtiyaç yoktur. Esasen bu tür açıklamalar birer yaklaşım ve tahmin­den öteye geçmemektedir. Kâinatın sa­dece beş duyunun kapsamına giren nes­nelerden oluşmadığı, maddî alanın mükemmel bir işleyiş için tek başına yeterli sayılamayacağı, ruh vb. görünmeyen var­lıklar sayesinde maddenin hayatiyet ka­zandığı inancını benimseyenler, naslarda Allah’ın mahlûkatı sevk ve idare etmesine aracılık ettiği bildirilen melek türünün du­yular üstü gerçekliklerini de kabul eder­ler.

TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Daha yeni Daha eski