Memi Can Efendi Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Memi Can Efendi (ö. 1008/1599-1600) Halveti-Uşşâki şeyhi.

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Adını Şeyh Muhyiddin Mehmed b. İlyâs Memî Cân Saruhânî şeklinde kaydeden Nevlzâde Atâî ve Şeyhî’nin verdiği bilgi­lerden aslen Saruhanlı (Manisa) olduğu ve ilk tahsilini memleketinde yaptığı, Mani­sa, Bursa ve İstanbul yöresinde Uşşâki ta­rikatının yayılmasında önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. Şeyhî ve Müstakimzâde’nin, Memi Can Efendi’yi Hüsâmeddin Uşşâki’nin de feyiz aldığı Ümmî Sinan’ın (ö. 976/1568) halifelerinden biri olarak göstermeleri, onun önce Ümmî Sinan’a intisap edip ardından Halvetiyye’nin Uşşâkıyye kolunun pîri Hüsâmeddin Uşşâki’den seyrü sülûkünü tamamlamış olabi­leceğini düşündürmektedir. Hüsâmeddin Uşşâki’nin 100’ü aşkın halifesi içinde gü­nümüze kadar ulaşabilen yegâne kolun kendisiyle devam etmesi Memİ Can Efen­di’yi Uşşâkilik tarihinde önemli bir yere sahip kılmaktadır.

Evliya Çelebi’nin Kutb-i Aktâb eş-Şeyh Memî Can Efendi diye zikrettiği Memİ Can on altı halife yetiştirmiş, silsilesi bun­lardan Gelibolulu Şeyh Ömer Karîbî’den yürümüştür. Bir diğer halifesi de Bursalı şair Şeyh Mehmed Subhî Efendi’dir. Me­mi Can Efendi’nin tekkesi, bir hâne-dergâh olarak Fatih’te bugün cami şeklinde kullanılan Emîr Buhârî Tekkesi’nden Hüs-rev Paşa’ya inen (şimdi Sarıgüzel caddesi) yokuş üzerinde bulunmaktaydı. 1708 ta­rihli bir belgede kurban bayramı müna­sebetiyle bu tekkeye iki kurban, 1875 ta­rihli bir diğer belgede de muharremiyye olarak 30 kuruş verildiği yazılıdır. Vefat ettiğinde bu müstakil tekkeye defne­dilen Memi Çan’ın ölümüne şair Hâşimî tarafından şu tarih düşürülmüştür: “Ey­leyip rûh-ı revan virdi Memî Cân-ı azîz (1008/1599-1600). Ahmed Rifat Efendi, Memi Can Efendi’nin türbesini İstanbul ve civarındaki ziyaretgâhlar arasında zikreder. Türbenin 1920’lerdeki durumu hakkında bilgi veren Hüseyin Vassâf bu­rasının Cibali yangınında tamamen yan­dığını söyler. Cumhuriyet dönemi İmar çalışmaları esnasında türbenin bulunduğu arsadan yeni açılan bir sokak geçmiş, arsanın bir kısmı üzerine yeni binalar ya­pılmıştır. 1940’li yıllarda kagir bir binanın girişinde kalan Memi Can Efendi’nin me­zarının yerinin belli olması için mahalle sakinleri tarafından üzerinde “Bîcan Baba Mezarı” yazılı bir mezar taşı yaptırılmıştır. 1967’de mevcut binanın yerine Cemâleddin Server Revnakoğlu’nun ifadesiyle “nakl-i kubur dahi yapılmadan” bir apart­man inşa edilmiştir. Söz konusu mezar taşı, az ileride Emîr Buhârî Camii’nin hazîresindeki boş bir yere bir kabirmiş gibi konulmuştur.

Eserleri

1. Lübbü’l-usûl îî mâ’hfeti’t-tariki’l-vüsûl. Seyyid Alizâde’nin Şircatü’l-îslâm adlı kitabından nakiller, Ferî-düddin Attâr ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rû­mî gibi sûfîlerden alınan beyitlerle süsle­nen kitapta daha çok ibadetlerin fazilet­leri üzerinde durulmuştur. Eserin beş nüshası bilinmektedir.

2. Metâlibü’s-süîûk fî beyâni’t-tarîki’l-mesiü. Bir önceki esere zeyil olarak yazılmıştır. Memi Can Efendi’nin 998 (1590) yılında istiğrak halinde iken müridi Muslihuddîn-i Rûmî’ye imlâ ettir­diği eser III. Murad’a sunulmuştur.

3. Di­van. XVI. yüzyıl tekke şairleri arasında adı geçmeyen Memi Can Efendi’nin divançesinin tek nüshası bulunmaktadır. III. Murad’ın şiirleri tasavvuf ehli birçok kişi tarafından “muhakkikâne ve muvahhidâne” bulunduğu için şerhedildiği bilinmektedir. Bunlar arasında Me­mi Can ile halifesi Bursalı Mehmed Subhi efendiler de bulunmaktadır. Divançede Memi Can Efendi’nin, “Ol nice mahlûk-ı bî-candır ki halk olalı bir kerre söyledi” mısraıyla başlayan lugazı şerhettiği gö­rülmektedir.

4. Uknûmü’l-hikem fîma’-rifeti’l-sırri’l-kidem. Memi Can Efendi’nin III. Murad için yazdığı bir methiyesinin mü­ridi Mehmed Kadı el-Çorûmî tarafın­dan yukarıdaki adla şerhedildiği kaydedilmekteyse de eser incelendiğinde bu kişinin şârih değil kâtip olduğu an­laşılmaktadır. Söz konusu eserde Meh­med Kadı, Memi Can Efendi’nin önceki iki kitabını Muslihuddîn-i Rûmî adlı mü­ridi, bunu ise kendisi için imlâ ettiğini belirtmektedir. Esere, Memi Can Efendi’­nin Sultan Murad’ın methine dair yazdı­ğı beş beyitlik bir manzumenin şerhi ya­pılarak başlanmış, seksen varakta ancak iki beyit şerhedilebilmiştir. Bir şairin ken­di şiirini yine kendisinin şerhetmesine gü­zel bir örnek olan eser, ilk bakışta padi­şaha yaranmak için yazılmış gibi zannedilirse de şerhte padişahın adının geç­mediği ve mücerret tasavvuf! yorumla­rın yapıldığı görülmektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski