Memlûk Mimarisi, Memlük Sanatı -Dönemin Özellikleri- Hakkında Bilgi

Memlükler, Eyyûbîler devrinin mimari özelliklerini sürdürmüş olsalar da, mimari tarzlarında zamanla gelişmeler olduğu gözlemlenir. Özellikle bina boyutlarının büyüdüğü ve yapıların daha görkemli hale geldiği dikkat çeker. Bu dönemde medrese binaları önem kazanmaya başlar. Plan düzenlemesi bakımından medreseler, İran ve Anadolu yapılarıyla benzerlik gösterir, ancak bu benzerlik fiziksel olarak İran'a daha yakındır.


Yapılarda kubbe kullanımı artar ve kubbeler yüksek kasnaklar üzerine yuvarlak veya sivri şekillerde inşa edilmeye başlanır. Bu tarz taş kubbe oluşumları, Suriye etkisini yansıtır. Yüksek kasnaklı, büyük mukarnas veya tromp nişli kubbeler, genellikle üçlü gruplar halinde tekrarlanan mukarnas nişlerini hareketlendirir. Nişler veya trompların sayısı arttıkça, pencereler ince uzun açılır veya altı pencere (bir üstte, ikisi ortada, üçü altta) kubbe kasnağında yer alır. Beden duvarları üzerindeki pencereler genellikle kırık kemerlidir ve farklı taş süslemelerle hareketlendirilmiştir. Bu dönemin pencere uygulamalarında Suriye'nin etkisi görülür. Bazı durumlarda, gotik etkili yüksek kemerli pencereler de kullanılır. Dış cephe, bölümlenmiş sistem içindeki pencere açıklıklarını tek bir kemer altında gruplayarak simetri sağlar. Memlük döneminde kullanılan kemer tiplerinde zengin bir çeşitlilik vardır. Kırık kemerler, at nalı kemerler ve konsollarla desteklenen geniş kemerler, Suriye, Mağrib, gotik, Anadolu ve İran etkilerini taşıyan çok seslilik içinde kullanılır.

Memlûk mimarisine bağlı olarak geli­şen diğer dekoratif sanatlar aslında ya­pıların tamamlayıcısıdır. Özellikle âbidevî ve yüksek dış cephelerin saçak altlarında ve gaberelerinde görülen, testere dişi sa­çak barbataları ve mazgalları taklit eden küçük dendanlar yapıların heybetini pe­kiştiren uygulamalardır. Köken olarak incelendiğinde bu tarz uygulamaların Me­zopotamya çıkışlı olduğu görülür.

Yapılar içinde ortak olan özelliklerin ba­şında âbidevî ve tek bir yapı gibi algılan­ması kaçınılmaz olan taçkapılar dikkat çe­ker. Bunlar cephe kompozisyonunun ay­rılmaz bir parçasıdır. Arazi konumuna gö­re bazan ekseninden kaymış olsa, bir te­ras üstünde eğimli bir rampa ile ulaşılsa ve bazan eski bir kiliseden alınmış gotik bir kapı kullanılsa da Memlûk taçkapilan yapıların hatta mimarinin ayrılmaz bü­tünüdür. Taçkapılarda dışa taşkın görü­nüm, kalkanvari yükseklik, binanın bü­tün olarak algılanmasındaki rolü, mukar­nas niş kullanımı ve süslemedeki denge­ler takip edildiğinde etkileşim alanlarının Anadolu ve Suriye Zengî bölgesi olduğu anlaşılır.

Memlûk minareleri taçkapılara bağlı olarak gelişim gösterir. Genelde kare bir kürsü üstünde yuvarlak bir gövde şeklin­de yükselen minareler niş ve sathî kemer atkılan ile süslüdür. Taçkapilardaki deği­şimle orantılı biçimde minarelerin kalın ve yüksek kare kaidelerinde alçalma ol­muştur. Sadece Suriye bölgesi minareleri yüksek kare gövdelerini korumuştur. Yu­karıya doğru çokgen kademelerde incel­me ve uzama görülür. Kahire minarelerindeki başka bir özellik de katları belir-ginleştiren mukarnaslardır. Zamanla mi­narenin üst kısmında da değişiklikler olmuştur. Tepe noktasına ince direkler ve sütunçeler yerleştirilerek gökyüzünü gö­rebilen bir nevi küçük galeri oluşturul­muştur. Bu uygulama ile minaredeki küt-levî etki hafifletilmeye çalışılmış ve mina­reler daha fazla yükseltilebilmiştir. Mi­narelerin bütün yüzeylerinde taçkapı ve dış cephe ile uyumlu süsleme programı kullanılmıştır.

Memlükler devrinde Kahire’deki bazı külliyelerin bünyesinde sebilküttâb adı ile tanınan ve alt katı sebil üst katı sibyan mektebinden oluşan bir yapı tipi bulun­maktadır. Bu yapılar Osmanlı devrinde de benimsenmiş ve sayılan giderek art­mıştır.

Memlûk yapılarının iç mekân süsleme­lerinde önceleri Fatımî, daha sonra Suriye ve Selçuklu etkileri hissedilir. İlk dönem­lerde kullanılan tuğlanın üzeri kesme alçı ve stuko ile kaplıdır. Özellikle Şeceretüd-dür Türbesi alçı dekorları ile Büyük Sel­çuklu alçı süslemelerinin âdeta bir tek­rarıdır. Alçı süsleme kubbe iç kenarların­da, kasnaklarda veya kubbe geçişlerin­de, pencere kemerlerinde bilhassa mih­rap süslemelerinde yoğun olarak kullanılmıştır. Daha çok bir iç mekân süsleme­si olan alçı süslemeye dış mekânda mina­reler üzerinde rastlanır. el-Mefikü’n-Nâsır Muhammed Medresesi’nin minaresi alçı dekoru ile ünlüdür. Zaman içinde özelliğini kaybeden alçı süsleme yerini mozaik ve mermer mozaik kullanımına bırakmıştır.

Mozaik daha çok mihraplarda kullanıl­mış olup en özgün örneği Şeceretüddin Türbesi’nin mihrabında bulunur. Mihrap nişinin arkasında mavi, kırmızı, yeşil, al­tın rengi taşların Bizans tekniğinde yer­leştirilmesi ve sedeften daireler ve bak­lavalarla çevrelenmesiyle zengin bir mo­zaik uygulaması oluşturulmuştur. Kulla­nılan desen bitkisel ağırlıklıdır. Bu desen­ler Kudüs Kubbetü’s-sahre mozaikleriyle benzerlik gösterir.

I. Baybars’ın türbesin­de rastlanan mozaikler İse Şam Emeviyye Camii mozaikleriyle benzerdir. Kahİre’de mozaik ustalarının kökleri araştırıldığın­da uygulayıcıların Bizans etkisindeki yer­li ustalar olduğu görülür. Çünkü Mısır’da mozaik sanatı Bizanslı ustalar eliyle ge­lişmiştir. 1285 yılından itibaren yeni bir değişimin etkileri ortaya çıkar. Mihrap­larda renkli mermer mozaik kaplamalar uygulanmaya başlanır, bunun İlk örneği Kalavun Külliyesi’nin mihrabıdır. Girift ge­ometrik geçmeler, bitkisel kıvrımlar, iç içe geçmiş renkli madalyonlar, zambak­lar beyaz, kırmızı, siyah, san ve yeşil mer­merlerin desenlere göre kesilip birleşti­rilmesiyle oluşmuştur. Ayrıca iç mekân duvarlarında kullanılan yekpare duvar panoları bazan düz, bazan çiçeklerle dolgulanmıştır. Yer döşemelerinde de renkli mermer kaplamalar kullanılmıştır. Döne­min en güzel mermer zemin döşemesi Sultan Hasan Medresesi’ndedir. Bu dö­şeme çokgenler, daireler, baklavalar, üç­genler ve yıldızlardan oluşur. Kompozisyon oldukça basittir. Bizans etkili olduğu düşünülen renkli mermer kaplamalar Şam ve Kudüsten Mısır’a geçmiştir.

Çok renkli taşların iç içe geçmesiyle olu­şan duvar süslemesi Memlûk sanatında önemli yer tutar. Ablak (eblak) adı verilen bu uygulamanın ilk örneğine 667 (1269) yılında tamamlanan I. Baybars’ın yaptır­dığı camide rastlanır. Daha sonra aynı sultanın Şam’da inşa ettirttiği Kasrü’l-eblak’m cephesi kırmızı-beyaz, siyah-be­yaz, kirmızı-sarı ve siyah-kırmızı-beyaz renkli taş bantlarla kaplanmıştır. Çok renkli taş daha önce Bizanslılar tarafın­dan da kullanılmıştır. Bir sıra tuğla, bir sıra taş örgüsüyle bu çift veya üç renkli taş örgüsü arasında fark vardır. Çok renkli taş örgüsü Mağrip sanatında da uygulanmıştır. Oradan Endülüs’e, diğer taraftan Sicilya’ya geçerek Fransa ve Gü­ney İtalya’da Roman sanatını etkilemiş­tir. Mısır’a ancak XIII. yüzyılda Suriye ve Mağrib etkisiyle gelmiş olsa da renkli taş­ların kolay bulunabilmesi ve yaratma gü­cünün birlikteliğiyle zengin bir desen dünyası oluşmuştur. Taş, Memlûk mima­risine önceleri Suriye ve Yukarı Irak’ta kullanılan birçok dekoratif şekilleri de be­raberinde getirmiştir. İç mekânda kulla­nılan diğer bir malzeme çinidir. Özellikle minarelerde, kubbe kasnaklarında veya kitabe kuşaklarında görülür. el-Melikü’n-Nâsır ve Mârİdânî camilerinde kullanıl­mıştır. Mozaik çini tekniği olan bu uygu­lamalar XIII. yüzyıl Anadolu Selçuklu ve İran bölgesinin uzantıları olarak kabul edilir.

Ağaç ve maden işçilikleri de Memlûk dönemi yapılarının tamamlayıcı özellik­leri olarak kapı, pencere kanatları, dolap kapaklan ve minberlerde uygulanmıştır. Bronzdan yapılan yüksek taçkapı kanat­larında, ahşap kapı detayları kullanılmış­tır. Özellikle I. Baybars ve Kalavun yapıla­rının kapılan anıtsal ölçülerde yekpare bronz dökümdür. Üzerlerinde ahşap kündekâri tekniğindeki gibi çalışılmıştır.

Daha yeni Daha eski