Esir veya köleler arasından seçilip özel eğitimden geçirildikten sonra hükümdarın muhafız birliğine alınan ve zamanla aristokrat bir sınıf oluşturan ücretli askerler.
Sözlükte “mâlik olmak” anlamındaki mülk kökünden türetilen memlûk “mâlik olunan şey” demektir. Çeşitli İslâm ülkelerinde memlûk yerine gulâm ve Kuzey Afrika’da abîd kelimeleri kullanılmıştır. Endülüs’te özel muhafız birliklerinin hemen tamamını oluşturan Slav kökenli paralı askerlere verilen sakâlibe adı da “memluk” anlamındadır.
Muhafız birliklerinde görev yapan, kendilerine has içtimaî ve hukukî statüye sahip memlükler bir tür profesyonel asker niteliğinde İslâm toplumuna girmişler ve zamanla siyasî iktidarları ele geçiren bir güç halini almışlardır. Bunu gerçekleştirirken köle olmalarını yadırgamamışlar, hatta ulaştıkları konumu bir eleme ve seçilme sonucunda elde ettikleri için memlük kimliğini bir imtiyaz ve asalet belirtisi olarak görmüşlerdir. Memlûk sınıfının ortaya çıkışında bazı önemli kriterler bulunmaktadır. Bunların başta geleni İslâm âlimlerinin uygun bulduğu kölelik statüsünde ve beyaz ırktan olmaktır. Memlük-ler, genellikle Kafkaslar’dan ve Orta Asya steplerinden gelen ve Türk diye adlandırılan kavimlerden seçilirdi. Etiyopyalı, Batı Afrikalı ve Hintli hadımları memlûk gibi görmek doğru değildir; bunları memlük-lerin hizmetinde bulunan bir unsur olarak değerlendirmek gerekir.
Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn devrinde İslâm ordusu Arap asıllı askerlerden meydana geliyordu. Fetihlerle birlikte Araplar dışında İslâm’a girenlerin sayısında hızlı bir artış görüldü. Yeni müs-lüman olanlardan İranlılar ve Kıptîler gönüllü veya ücretii asker konumunda orduya katıldılar. Emevîler döneminde başta Türk, Berberî ve İranlılar olmak üzere Arap dışı müslüman askerlerin sayısı daha da arttı. Emevîler için en önemli asker kaynağı Horasan’dı. Öncelikle sınır boylarında yaşayanlar büyük ölçüde müslü-manların tarafına geçmişler ve “mevâlî” sıfatıyla Arap ordularına katılmışlardı. Ancak ordunun kumanda kademesinde Araplar yer alıyor ve mevâlî statüsünde bulunanlar onların kendilerine ikinci sınıf insan gözüyle bakmasını kabullenemiyordu. Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd, 54 (674) yılında Buhara seferinden dönerken beraberinde getirdiği 2000 kişilik bir Türk birliğini Basra’ya yerleştirmişti. Kuteybe b. Müslim’in emrindeki 12.000 askerin de yaklaşık7000 kadarı çoğunluğu Türk olmak üzere Arap dışı rnüslümanlardan oluşuyordu. Diğer taraftan Velîd b. Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen Kuzey Afrika ve Endülüs’teki fetihlerden sonra İslâm ordusunda yer alan Berberi asıllı askerlerin sayısı da çok artmıştı.
132 (750) yılında Emevîler’in yıkılmasına sebep olan Horasan kuvvetleri arasında Türk ve İranlı unsurlar çoğunluktaydı. Bu tarihten itibaren Horasanlılar yaklaşık iki nesil boyunca Abbasî ordusunun en önemli birliklerini teşkil ettiler. Göçebe menşeli bu askerler İrak’taki yeni konumlarına çok çabuk uyum sağladılar ve kısa zamanda halife ve halk nezdinde büyük itibar kazandılar. Emîn ile Me’mûn arasındaki İç savaşta kardeşini yenen Me’mûn, Horasan dolaylarından topladığı kuvvetlerle iktidarı ele geçirmiş ve korumayı başarmıştı. İslâm ordusundaki Arap dışı unsurlar arasında Türkler kadar nüfuzlu olanlar yoktu. Me’mûn’un Horasanlı askerlerinin hemen tamamı Türkler’den oluşuyor ve Mu’tasım devrine kadar daha çok Horasanlılar diye biliniyordu. Bu askerler hem milliyetleri hem askerî kimlikleri bakımından memlûk sisteminin bir prototipiydi. Mu’tasım zamanında memlûk sayısında çok hızlı ve önemli bir artış oldu. Bunun başlıca sebebi, Abbâsîler’in kuruluşuna büyük katkıları olan İranlı-lar’ın nüfuzunun gittikçe artmasıyla birlikte Araplarla aralarındaki rekabetin devletin işleyişini tehlikeli biçimde etkilemeye başlaması ve Me’mûn ile haleflerinin bu güçler arasında denge kurmak amacıyla İslâm devleti sınırları dışından Türkler’i getirterek onlardan özel askerî birlikler kurmasıdır. Böylece ordudaki memlüklerin sayısı kısa zamanda 30.000’e ulaştı. Bu birliklerin kumanda kademelerinde yine Türkler bulunuyordu. Mu’tasım, Türk birlikleri için Sâmerrâ şehrini kurarak onlara geniş iktâlar verdi ve yerli halkla karışmalarını engellemek amacıyla Asya steplerinden evlenecekleri kızlar getirtti.
Memlûk sistemi kısa zamanda devletin hüküm sürdüğü bütün topraklara yayıldı. Artık halifelerin memlükleri yanında eyalet valilerinin de memlükleri vardı. Ancak bu durum ülke içinde devlet otoritesinin ortadan kalkmasına yol açtı. Başlangıçta vilâyetlerdeki düzeni memlükler sayesinde sağlayan halifeler ve valiler bu defa onların merkeze karşı bağımsızlık mücadeleleriyle karşılaştılar. Babası, Me’mûn’un hizmetinde bir memlûk olan Mısır vali vekili Ahmed b. Tolun soydaşı memlüklerin desteğini alarak Mısır’da ilk müslüman-Türk devletini kurdu (254/ 868). Yine Tolunoğullan’nın yıkılmasından sonra Mısır valiliğine getirilen ve Abbâsîler’in hizmetindeki başka bir Türk mem-lükünün oğlu olan Muhammed b. Tuğç el-İhşîd, emrindeki 8000 memlükün desteğiyle Mısır’da iktidarı ele geçirip İhşîdî-ler Devleti’ni tesis etti (323/935). 358’de (969) bu devleti yıkan Fâtımîler de memlûk sistemini uygulamak durumunda kaldılar. Fatımî ordusunda başlangıçta Berberî ve Zenci birlikleri bulunuyordu. Mns-tansır- Billâh zamanından (1036-1094) itibaren sadece Türkler’den meydana gelen memluk birlikleri kuruldu. Fâtımîler, bu birlikler sayesinde özellikle Suriye ve Mısır üzerindeki hâkimiyetlerini belirli bir zaman sürdürme imkânı buldular. Türk memlükleri farklı devletler tarafından yaklaşık 4S0 yıl boyunca tercih edilen askerî kuvvet oldu. Bir müslüman yönetici. Türk memlüklerinden birlik kurmaya karar verdiğinde komşu devletler de başka seçenekleri bulunmadığından onu takip ediyordu; çünkü aksi takdirde o devlet diğerlerinin karşısında zayıf duruma düşüyordu. Memlûk elde edilebilecek bölgelere hükmeden veya onlara yakın bir coğrafyada olan müslüman yöneticiler düşmanlarına karşı avantajlı durumdaydılar. Meselâ Sâmânîler bu avantajı çok iyi kullanmışlardır.
Başlangıçta Türk devletlerinin ordularında köle askerlerden oluşan birlikler yoktu. Türkler’in gulâm / memlûk sistemini uygulamaları XI. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Türk hanedanları bu yüzyılda Orta Asya’dan gelerek İran’a yayıldılar ve zaman zaman Türkmen birliklerinin yerine daha güvenilir bir unsur olan gulâmlan kullandılar. Gulâmlık müessesesi, memlûk sisteminin tam bir benzeri olduğu gibi amaç ve görevleri bakımından Osmanlılar’daki kapıkulu askeriyle de eş değerdedir.
Selâhaddîn-i Eyyûbî’den itibaren Mısır ve Suriye’de istihdam edilen memlüklerin sayısı çok arttı. Bu devirde memlükler emirlerin birliklerinin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Eyyûbî sultan ve meliklerinin her biri, kendi devletini korumak ve diğer bir melikin toprağı üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için yeni askerî birlikler kurmak zorunda kaldı ve hasımları karşısında kendilerini güçlü kılacak bir unsur olarak memlûk istihdam etmeye başladı. XII. yüzyılın ortalarında Ortadoğu’daki irili ufaklı bütün İslâm devletlerinde memlüklerin sayısı ve nüfuzu olağan üstü bir şekilde arttı. Artık Türk memlükleri bölgede siyasî ve askerî olaylarda belirleyici bir güç olmuş ve şehzadelerin tahta geçişlerini kontrolleri altına almışlardı. Çünkü Eyyûbî hükümdarları saltanatlarını korumak için mutlaka memlüklerin desteğine ihtiyaç duyuyor, onlar da bu sayede siyasî nüfuzlarını gittikçe arttırmaya çalışıyordu. Nihayet 1250 yılında Mısır’da iktidarı ele geçirip 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından yıkılacak olan Memlükler Devleti’ni kurdular ve yıkılıştan sonra da 1811 yılında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın önde gelen beylerini ortadan kaldırmasına kadar nüfuzlarını korudular.
Memlûk sistemi Memlükler zamanında ideal şeklini almıştır. Bu sistemin genel tercihi asker yetiştirilecek aday kölenin cesaret, güçlülük, çeviklik ve uzun boyluluk gibi özellikler taşımasının yanında gazilik, şehitlik, cihad vb. yüksek değerler uğruna savaşması ve kendisine saf İslâmî inancın aşılanabilmesi için putperest inancına sahip, yani step kültüründen gelen bir genç hatta çocuk olması idi. Aranan şartları haiz satılık gençler için gerektiğinde büyük paralar ödeniyordu. Bu sebeple bazı bölgelerde yaşayan aileler çocuklarını gönüllü olarak köle tüccarlarına satıyordu; bazı babalar ise yüksek kazanç sağlamak için oğullarını bizzat getiriyor ve siki pazarlık yapıyordu. Kölelerin satın alınması ve güvenli bir şekilde Mısır’a getirilmesinde köle tacirlerinin çok önemli rolü vardı. Köle ticareti yapanlar, memlükün ana vatanı ile Memlûk Devleti’ni birleştiren zincirin bir halkasını teşkil ediyordu. Köle tacirinin en bilinen lakabı “hoca” idi.Memlûk Devleti, askerî ve idarî alanda ihtiyaç duyduğu insan kaynağını memlûk sistemini iyi çalıştırarak sağlıyordu. Bundan dolayı öncelikle köle ticaretini cazip kılacak çeşitli önlemler almıştı; köle tacirleri diğer tacirlerin tâbi olduğu vergilerden muaftı. Köle taciri Orta Asya’dan aldığı köleleri doğrudan Mısır’a getirmezdi. Toplanan köleler, İslâm âlemine arz için ilk önce büyük şehirlerde açılan köle pazarlarına götürülüyordu; bunların en meşhurları Fustatve Bağdat’taki “dârü’rrakik” denilen pazarlardı.
Memlûk sultanı için satın alınan kölelerin bedeli beytülmâl tarafından ödenirdi. Bir sultan öldüğü veya tahtından indirildiği zaman “küttâbiye” (kitabiye) denilen, henüz eğitimini tamamlamamış ve bu yüzden sultan tarafından azat edilmemiş memlükler tekrar beytülmâle gönderilir ve gelenek gereği yeni sultan onları bir daha satın alırdı bu sırada kadılar da hazır bulunurdu. Bir memlükiçin ödenen fiyat o memlükün lakabı olabiliyordu. Kaynaklar, Sultan Kalavun’un taşıdığı “Elfî” lakabının kendisine 1000 dinara satın alınması sebebiyle takılmış olduğunu belirtir.
Sultan tarafından satın alınan bir memlûk, önce Kahire Kalesi’nin kışlalarında yer alan ve “tabaka” denilen askerî okula yerleştirilirdi. Bu okulda memlüke Sünnî esaslara göre İslâm dini öğretilir, ardından bir emîrle dahi konuşmasına müsaade edilmeyen katı disiplin kuralları içinde askerî bilgiler verilirdi. İbn Haldun’a göre dinî bilgiler eşliğinde yaptırılan bu eğitim askerlik mesleğini motive ediyordu. Öğrenimini bitiren memlûk azat edildikten sonra askerî teçhizatını alır ve sultanın hassa birliğine katılırdı.
Bir memlükün meslek hayatındaki en önemli kişi onu en son satın alan ve azat eden kimseydi. Azat edilen memlüke “atik”, azat edene de “mu’tık, mevlâ, üstat, seyyid” denirdi. Memlûk, son efendisine karşı onun ölümüne kadar büyük saygı ve sadakat duygulan beslerdi. I. Baybars’ın sultan olduktan sonra dahi emîri durumundaki mevlâsı Ay Tegin’e büyük saygı gösterdiği ve bunun diğer memlüklere örnek teşkil etmesini istediği bilinmektedir. Bir memlûk mevlâsına sadakat gösterdiği gibi arkadaşlarına da sadıktı. Memlükün kölelik ve azatlık arkadaşlarına “huşdaşiye” (huşdaş) denirdi. Huşdaşlar tam bir dayanışma içindeydi; uzun zamandan beri huşdaş olanların arasına sonradan katılanlara “ecnebi” (garip) denir ve kendilerine bir süre yabancı gibi davranılırdı. Huşdaşiye arasında görülen karşılıklı dayanışma yaşça büyük olanın küçüğü gözetmek için görev almasıyla başlar ve büyük memlüke “ağa”, küçük memlüke “ini” denilirdi.
Memlükler daima Türk isimleri kullanmışlardır; bu durum onların toplumun geri kalanından ayrılmaları, birlik olmaları ve kendi özgün kimliklerini korumaları hususunda büyük önem taşımıştır. Memlüklerin irken Türk menşeli olup olmamasının Türk ismi taşımalarına etkisi yoktu; Türk asıllı olmayanlar da Türk adı almak zorundaydı ve bu isim değişikliği genellikle kölenin tüccar tarafından ilk efendisine satışı sırasında yapılırdı. Çeşitli kavimlere mensup olan ve Türk adları taşıyan memlüklerin konuştukları dil de Türkçe idi; dolayısıyla Türk veya Etrâk diye çağrılıyorlardı. Kurdukları devlete Memlükier’in yanı sıra Devletü Türk veya Devletü’l-Etrâk de deniliyordu.
Memlükler şahsî meziyetleri, sosyal farklılıkları ve askerî alandaki başarıları ile Mısır toplumunda özel bir aristokrat sınıfı oluşturmuştur. Ancak bu tek nesilli bir soyluluktu; yani memlükün memlûk olmasıyla başlayıp ölümüyle sona eriyordu ve çocuklarına intikal etmiyordu. Çünkü bir memlükün oğlu kölelik veya esirlikten gelmediği için memluk olamıyor ve bu sıfatı taşıyamıyordu.[915] Memlükler Mısır’dan başka Hindistan’da da kendi adlarıyla anılan bir hanedan kurmuşlar ve bir asra yakın bir süre iktidarı ellerinde tutmuşlardır.
TDV İslâm Ansiklopedisi