Mengücekliler Beyliği Tarihi (Kemah-Erzincan Kolu) Hakkında Bilgi

Bu kolun İlk beyinin kim olduğu bilinmediği gibi İdare merkezinin Kemah’tan Erzincan’a ne za­man taşındığı da belli değildir. Bu taşın­manın Kemah’ın 1142 yılındaki Dâniş­mendli işgaliyle ilgili olması muhtemel­dir. Fahreddin Behram Şah kaynaklarda melik unvanı ile anılan üçüncü Erzincan beyidir. Bir parasında da “emîrü’l-üme­râ” unvanı görülmüştür. Mengücüklü ha­nedanının en tanınmış beyi olan Fahred­din Behram Şah akıllı, dürüst, ahlâk sahi­bi, âdil, şefkatli ve cömert bir hükümdar olarak tanınmış, bundan dolayı kendisine her yerde saygı gösterilmiştir. Selçuklu tarihçisi İbn Bîbî, bu Mengücüklü beyinin meziyetlerini saydıktan sonra melikliği esnasında Erzincan’daki düğün ve yaslara katıldığını, katılamadığı zamanlarda da para ve yemek gönderdiğini, kışın kuşla­rın ve vahşi hayvanların yemeleri için dağ­lara ve kırlara yiyecekler koydurduğunu yazar. Behram Şah. II. Kıiıcarslan’ın da­madı olduğu gibi bazı Selçuklu hüküm­darlarının da kayınbabası idi. 1181’de II. Kılıcarslan ile oğlu Sivas Meliki Kutbüd-din Melikşah’ın arası açılmıştı. Bunun se­bebi Melikşah’ın devletin başına geçme ihtirasıdır. Kıiıcarslan’ın veziri olan ve onun üzerinde büyük bir tesire sahip bu­lunan İhtiyârüddin Hasan sultana oğlu­nun ihtiraslarına karşı uyanık olmasını telkin ediyordu. Sonunda baba oğul kar­şılaştılar. Melikşah’ın askerleri sultana duydukları saygıdan dolayı savaşmayıp dağıldılar. Melikşah Sivas’a dönmek zo­runda kalınca Konya’ya gelen Behram Şah, İhtiyârüddin Hasan’ı Erzincan’a gö­türmek için kayınbabası Kılıcarslan’ı ikna etti. Çünkü halk İhtiyârüddin Hasan’ı ba­ba ile oğlun arasının açılmasının müseb­bibi sayıyordu. İhtiyârüddin Hasan baba ile oğlun arası düzelinceye kadar Erzin­can’da kalacaktı. Yola çıkıldığında vezirin yanında akrabaları, uşakları ve muhafız­larından müteşekkil 200 kişilik bir toplu­luk vardı. İhtiyârüddin Hasan ve yanın­daki topluluk yolda Türkmenler tarafından öldürüldü. Zira Türkmenler, Sultan Kılıcarslan’ın 4000 Türkmen’in öldürül­mesi emrini onun telkiniyle verdiğine inanmışlardı. Türkmenler’e bu işi Melikşah da yaptırmış olabilir. Behram Şah’ın bu meselede kayınbiraderinin tarafını tutmuş olması tabii karşılanmalıdır. Çün­kü MeliKşah Sivas meliki olarak Mengücük hükümdarının komşusu idi.

Fahreddin Behram Şah’ın daha sonraki Selçuklu sultanları ile olan münasebetleri de iyi geçti. Bunlardan Rükneddin Süley­man Şab’in 1202 yılındaki Gürcistan se­ferine katıldı, Selçuklu ordusunun Avnik yakınlarında yenilmesi üzerine (Temmuz sonlan) Gürcüler’e esir düştü. Fakat Gürcüler faziletli bir hükümdar olduğu­nu bildikleri için ona saygı gösterdiler ve kurtuluş akçesi almadan serbest bıraktı­lar.

Kızı Melike Hatun’u 1213yılından önce Selçuklulardan Erzurum Hükümdarı Mugisüddin Tuğrul ile evlendiren Fahreddin Behram Şah, diğer kızı Selçuk Hatun’u da Selçuklu Hükümdarı I. İzzeddin Keykâ-vus’a verdi. Bu kıza annesi Selçuklu hânedanından olduğu için Selçuk Hatun adı konmuştur. Fahreddin Behram Şah, Uluğ Keykubad’in hükümdarlığının ilk yıllarını da gördükten sonra 1228 yılında vefat etti. Mahallî rivayete göre Erzincan civa­rındaki Aşağı Ula köyü yakınında bulu­nan kitâbesiz türbe Fahreddin Behram Şah’a aittir. Fakat bu rivayetin doğrulu­ğuna inanmak güçtür.

Fahreddin Behram Şah’ın altmış bir yıl süren meliklik devrinde Mengücüklü ülkesinin geniş ölçüde imar gördüğü ve halkın refah seviyesinin çok yükselmiş ol­duğu şüphesizdir. Bunun sonucunda bil­hassa Erzincan büyük gelişme göstere­rek Anadolu’nun her bakımdan en başta gelen şehirlerinden biri olmuştur. Beh­ram Şah’in ilim adamları ile şair ve edip­lere değer verdiği de bilinmektedir. Şair Nizâmî-i GencevtMahzenü’î-esrâr isimli meşhur eserini Fahreddin Behram Şah adına yazmıştır. Mengücük beyi de ona armağan olarak 5000 altın, beş yüğrük katır, beş donatımlı at, hil’at ve elbise göndermiştir. Fahreddin Behram Şah’ın Selçuk, II. Dâvud ve Muzafferüddin Mu-hammed adlı üç oğlu bilinmektedir. Sel­çuk babasının devrinde Kemah’ı idare ediyordu. Onun ne zaman öldüğü ve ye­rine kimin geçtiği bilinmemektedir. Bili­nen şey Kemah’ın da Behram Şah’ın Erzincan’daki halefi II. Davud’un idaresi al­tında bulunduğudur. Muhammed ise Karahisar (Şebin) hâkimiydi.

Fahreddin Behram Şah’tan sonra Er­zincan tahtına oğlu Alâeddin Dâvud Şah geçti. 0 da babası ve kardeşi Kemah hâ­kimi Selçuk gibi şah unvanını taşıdı. Ibn BM Dâvud Şah’in ilmin her dalını sevdi­ğini, bilhassa ilâhiyyât, tabîiyyât ve riyâziyyât ile ilm-i nücûma vukufu olduğunu yazmaktadır. Dönemin en tanınmış âlim­lerinden Abdüllatîf el-Bağdâdî, Erzin­can’dan gelerek bir müddet Dâvud Şah’ın sarayında yaşadı ve eserlerinden bazıları­nı ona ithaf etti. Fakat yine İbn Bîbî onun dirayetli bir hükümdar olmadığını söyle­mektedir. Dâvud Şah beylerinden birka­çını öldürttü, bazılarını da hapsetti. Bunu gören bazı beyler Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykubad’a sığınarak melikle­rini şikâyet ettiler. Hükümdar onları iyi karşıladığı gibi Dâvud Şah’tan hapiste olanların da kendisine gönderilmesini is­tedi ve bu isteği yerine getirildi. Alâed­din Keykubad yanında bulunan Mengü­cük beylerine ağır dirlikler verdi. Bunu haber alan Dâvud Şah’ın geri kalan bey­leri de itaatsizce hareketlerde bulunma­ya başladılar. Selçuklu hükümdarının bu tutumuyla Mengücük beyliğine son ver­meyi hedeflediğini anlayan Dâvud Şah Kayseri’ye giderek sultana bağlılığını bil­dirdi, sultan da Dâvud Şah’ı sıcak karşıla­dı. Bir müddet Kayseri’de kalan Mengü­cük beyi sultanın kendisine bir ahidnâme vermesiyle ülkesine döndü. Bu ahidnâmeye göre Dâvud Şah, sultana sadakatle bağlı olduğu müddetçe sultanın alâka ve yardımına nail olacaktı. Fakat yine İbn Bîbî’ye göre Dâvud Şah, Erzurum meliki Selçuklu Tuğrul Şah’ın oğlu Cihan Şah ile Alâeddin Keykubad’a karşı bir ittifak kur­maya teşebbüs ettiği gibi Cezire Ahlat’ın Eyyûbî hâkimi el-Melikü’l-Eşref Musa’dan ve Celâleddin Hârizmşah’tan yardım ve himaye İstedi. Hatta Mengücük hü­kümdarı, Alamut hâkimi Alâeddin Nev Müsülman’a başvurarak Kemah Kalesi’-ni mühimmat ve erzakı ile kendisine ver­mesi karşılığında Keykubad’ın öldürül­mesini teklif etti. Eğer bu haberler doğru ise Dâvud Şah, Keykubad’ın verdiği ahid-nâmeye inanmamıştı veya bu haberler beyliği ortadan kaldırmayı haklı göster­mek için ileri sürülmüş asılsız bahaneler­den ibaretti. Yine adı geçen müellife gö­re Dâvud Şah, bu teşebbüslerinden bir netice çıkmadığını görünce yeniden Key­kubad ile anlaşma yolunu aradı ve oğul­larını rehine olarak ona gönderdi. Fakat bu davranışı ülkesini elinden almaya ke­sin karar vermiş olan hükümdarı fikrin­den vazgeçiremedi. Erzurum meliki, amcasının oğlu Rükneddin Cihan Şah’ı da or tadan kaldırmak isteyen Alâeddin f kubad, asıl maksadını gizleyerek seferii Erzurum üzerine yapılacağını bildirip Dâvud’dan kendisine katılmasını istedi. 621 (1228) yılında Sivas’tan harekete geçer Keykubad, kendisini karşılayan Davut Şah’ı yakalatıp Erzincan’ı ele geçirdi.! Müstahkem Kemah Kalesi mukavemet göstermek istediyse de Selçuklu hüküm­darının Davud’a baskı yapması üzerine teslim oldu.

Cihan Şah’a gelince, o da KeyKubad’ın sefere çıktığını duyar duymaz bir taraf­tan Keykubad’a elçi gönderip yalvardığı gibi diğer taraftan Eyyûbî el-Melikü’l-Eş-ref Musa’yı metbû tanıdı, el-Melikü’l-Eş-ref de Selçuklu sultanının hücumuna karşı Cihan Şah’ı korumaya kesin olarak karar verdi. el-Melikü’l-Eşref, Alâeddin Keykubad’ın doğuya ve güneydoğuya doğru ül­kesini genişletmesini hiç arzu etmiyordu. Çünkü böyle giderse sıra kendisine de ge­lecekti. Bu esnada Eyyûbîler’le bozuşmak istemeyen Alâeddin Keykubad, kuman­danlarından Ertokuş’u Muzafferüddin Muhammed’in elinde bulunan Karahisar üzerine göndererek kendisi Kayseri’ye döndü. Keykubad’ın Erzincan seferinin 1228 yılının güz aylarında yapıldığı anla­şılmaktadır. Abdüllatîf el-Bağdâdî 17 Zil­kade 625’te [18 Ekim 1228] Erzincan’dan ayrıldı, 18 Safer 626’da [16 Ocak 1 229]döndüğünde hamisini bulamadı. Selçuk­lu hükümdarı, Davud’a Akşehir ve Ilgın’ı (Âbıgerm) dirlik olarak verdi; eski Erzin­can hükümdarı da yakın adamları ile bu­rada yaşadı. Fakat dirliklerinin zengin ve bayındır yerler olmasına rağmen sultana gönderdiği bir manzumede hayatının yokluk ve sıkıntı içinde geçtiğinden şi­kâyet etmektedir. Davud’un ne zaman öldüğü ve nerede gömüldüğü belli de­ğildir.

Davud’un kardeşi Karahisar hâkimi Mu­zafferüddin Muhammed kalesini savun­mak istedi; ancak halkın sadakatine güvenemediğinden ve uzun bir zaman da­yanamayacağını anladığından sultanın kendisine bir dirlik vermesi karşılığında kaleyi teslim edeceğini Karahisar’ı kuşa­tan Atabeg Muzafferüddin Ertokuş’a bil­dirdi. Bu isteği kabul edilerek kendisine Kırşehir timar, bazı yerler de mülk olarak verildi. Muzafferüddin Muhammed aile­siyle birlikte hayatının sonuna kadar Kır­şehir’de oturdu ve bir medrese inşa et­tirdi. Muzafferüddin Muhammed, II. İz­zeddin Keykâvus’un ilk saltanat yıllarına  (1246- 1249) kadar yaşadı. Temiz ahlâklı, sağlam seciyeli bir insan olan Mengücük prensi, İbn Bîbî’ye göre kızını Alâeddin Keykubad’m oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’e vermek istememiş, ancak ısrarlara daya­namayarak buna rıza göstermiştir. Muzafferüddin Muhammed ve oğulları Kır­şehir’de Selçuklu sultanlarından saygı görerek yaşamışlardır.

  • Mengücekliler Beyliği Mimarisi, Mengüceklilerde Mimari,
  • Mengücekliler Beyliği Tarihi (Divriği Kolu)
  • Mengücekliler Beyliği Tarihi, Nerede, Ne Zaman Kuruldu

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski